Şüpheli ve Sanık Haklarının Korunması
Soruşturmaların gizli yürütülmesi gerektiği bir gerçektir. Ancak savunma makamına karşı ve özellikle tutukluluk tedbirinin uygulandığı hallerde verilen gizlilik kararları savunma hakkını kısıtlamakta, şüphelinin de “suçlu” muamelesi görmesine yol açmaktadır.
1- Anayasanın 38. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddelerine göre, “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz”. Evrensel nitelik taşıyan masumiyet/suçsuzluk karinesi adlı bu ilke, herkes tarafından kabul edilmekle birlikte, maalesef çokça da ihlale uğrar. Bu karine, soruşturma ve kovuşturmaya tabi tutulan hiç kimseye ayrım yapılmaksızın suçlu gibi davranılamayacağı ve suç işlemiş gibi topluma takdim edilemeyeceği, yani savunma ve kişilik haklarının korunacağı anlamını ifade eder. Sözde değil özde kabul edilmesi gereken bu ilkenin korunması gerektiği, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin 12.05.2009 tarihli Slovakya’ya karşı Borovsky kararı ile ortaya konulmuştur. Mahkeme kararında, polis ve basın mensupları tarafından daha soruşturma aşamasında suçlu gibi gösterilen sanığın masumiyet karinesi hakkının ihlal edildiği tespit edilerek, kamu görevlileri ve basın mensuplarının sanığın yargılanması ve belirli bir suçtan hüküm giymesi öncesindeki beyanlarında, kullanacakları sözlere dikkat etmeleri gerektiğini vurgulamıştır.
Bireyler mağdur ediliyor
2- Uygulamada, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alan yakalama tedbiri hukuka aykırı uygulanmakta ve kişi güvenliği ihlal edilmektedir. Kanunun 98. maddesinde, “Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından yakalama emri düzenlenebilir” hükmü bulunduğu halde, şüpheli kabul edilen kişiler hakkında maddede öngörülen çağrı usulü izlenmeksizin yakalama tedbiri uygulanmakta ve bireyler mağdur edilmektedir. Şüphelinin sürekli aranması ve yakalanıp savcılık makamına getirilmesinin sağlanması amaçlandığından, kanunun 145. maddesinde düzenlenen “ifade için çağrı” ve 146. maddesinde düzenlenen “zorla getirilme” müesseselerinin tatbikinden kaçınılmaktadır. Çünkü bu hükümler, şüphelinin sürekli şekilde aranmasına, gözaltına alınmasına (belirli bir müddet nezarethanede tutulmasına) ve hakkında yakalama emri çıkarılmasına elverişli değildir.
Anayasaya aykırı
3- Uygulamada, bir tedbir olan tutuklama sürelerinin uzun olduğunu sıkça görmekteyiz. Özellikle örgütlü suçluluk davalarında tutuklama süreleri uzun yıllar devam etmektedir. Bu uygulama, tutuklama ve yargılama sürelerinin makul olması gerektiğini ortaya koyan anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerine açıkça aykırıdır. Kişi hürriyeti ve güvenliğinin çok önemli olduğu dikkate alındığında, ortada kesinleşmiş bir yargı kararı olmaksızın birey hürriyetine yönelik amacı aşan hukuka aykırı uygulamalar, telafisi güç ve hatta imkânsız zararların doğmasına yol açacaktır.
4- Özellikle geniş görevli ağır ceza mahkemelerinin duruşma aralıklarının çok uzun olduğunu, dört-beş aya varan duruşma ertelemelerinin yapıldığını görmekteyiz. Bu durum, hem tutuklama sürelerinin uzamasına ve hem de duruşmaları kısa aralıklarla veren, hatta bir dava ile ilgili haftanın birkaç günü duruşma yapan mahkemeler arasında farklı uygulamaların meydana gelmesine neden olmaktadır. Bir davanın kısa duruşma aralıklarıyla, diğer dava veya davaların yargılamalarının ise uzun duruşma aralıklarıyla yürütülmesi, eşitlik, dürüst yargılanma hakkı ve olağanüstü yargılama yasağı ilkelerinin ihlaline sebebiyet vermektedir.
Susma hakkını kullanmak
5- Ceza Muhakemesi Kanunu’nun m.153/2 ve Terörle Mücadele Kanunu’nun m.l0/d hükümlerinde düzenlenen, soruşturmanın şüpheliye ve müdafiine karşı da gizli hale getirilmesinde dört ayrı sorun ortaya çıkmaktadır:
a) Soruşturması gizlilik kararı ile yürütülen bir dosyada, ifadesinin alınması ve sorgusunun yapılması aşamasında şüpheliye sadece soruları yöneltip, soru içeriklerini oluşturan dayanak deliller gösterilmediğinde savunma hakkı kısıtlanmış olacaktır. Şüpheli, bilmediği ve görmediği aleyhine veya varsa lehine deliller hakkında değerlendirme yapamayacak ve gereği gibi savunma hakkını kullanamayacaktır. Şüphelinin susma hakkını kullanması da sorunu çözmeyeceği gibi, savunma hakkının kısıtlanmasını engellemeyecektir. Susma hakkını kullanmak, savunma hakkının aktif kullanılması ve isnatlara eylemli cevap verilmesi anlamına gelmez, çünkü şüphelinin suçlama ile dayanaklarını öğrenip görüp, aktif savunma yapabilme hakkı kısıtlanmamalıdır.
Suçlamalara ilişkin dayanakları göremeyen şüpheliye susma hakkını kullanması tavsiye edildiğinde şüpheli, “Bu suçu işledim, bu nedenle konuşmadığımı zannedecekler” korkusuna kapılabilir ve dayanağını bilmediği suçlamalar hakkında savunma yapmak zorunda kalabilir. Bu noktada savunma hakkını zedeleyen masumiyet karinesi ile dürüst yargılanma hakkını ihlal eden baskının varlığı gündeme gelecektir. Bu baskı, aşağıda kısaca izah edeceğimiz koruma tedbirlerinde daha fazla kendisini hissettirecektir. Gerek ifade ile sorgu sırasında ve gerekse koruma tedbirlerinin uygulanmasında, dayanak oluşturduğu ileri sürülen delillerin savunma makamı ile paylaşılması gerektiğini düşünmekteyiz.
b) Tutuklama kararının verildiği dosyalarda tüm gizliliğin devam etmesi ve tedbire itiraz bakımından dayanak delillerin gösterilmemesi de ciddi bir sorundur. Gözaltı ve tutuklamaya sevk aşamalarında dayanak delilleri, örneğin telefon konuşma kayıtlarını veya silahı ya da aleyhine verilen ifadeyi görmeyen şüphelinin savunma hakkı kısıtlanmış olacaktır. Bu şekilde yanıltılan ve tereddüde düşürülen şüpheliden sağlıklı beyan alındığı da söylenemez.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi 30.03.1989 tarihli Lamy-Belçika kararıyla başlayan içtihatlar zincirinde şu şekilde bir yol çizmiştir: Tutuklama kararının, savunma makamı tarafından incelenebilecek delillere dayandırılması şarttır. Soruşturmanın güvenliği gerekçesiyle savunma makamı tarafından incelenip görüş bildirilmesine izin verilmeyen deliller, bir tutuklama kararı için dayanak teşkil edemeyecektir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin soruşturmanın gizliliği kararlarına izin veren, fakat bir koruma tedbiri olan tutuklamanın dayanağını oluşturacak delillerin gizliliğini kabul etmeyen bu görüşünü diğer koruma tedbiri kararları için de uygulamak gerekir.
Örneğin, arama ve telefon dinleme kararlarına karşı yapılan itirazların karara bağlanması, ancak bu kararlara dayanak oluşturan delillerin savunma makamının bilgisine sunulması ile mümkündür. Bu sebepledir ki, gizlilik kararına konu olan soruşturma dosyalarının yanında, bir de kural olarak koruma tedbiri kararlarına ilişkin dosyalar tutulmalı ve bu dosyadaki dayanak deliller şüpheli ile müdafii tarafından görülebilmelidir.
c) Eski adıyla gıyabi tevkif yeni adıyla tutuklama amaçlı yakalama olarak bilinen tedbirde, özel gizlilik olduğu iddiasıyla soruşturma aşamasında avukata dayanak delillerin gösterilmemesi yine savunma hakkını kısıtlayacaktır.
d) Soruşturma gizli olduğu halde (CMK m. 153/2 olmasa bile), birçok delilin basın-yayın organları aracılığıyla kamuoyuna yansıtıldığını ve tartışıldığını görmekteyiz. Şüpheli ve müdafinin elde edemediği bilgi ve delillerin üçüncü kişiler ve özellikle basın-yayın organları tarafından elde edilip kullanılması gerçeği karşısında, dürüst yargılanma hakkı içinde yer alan masumiyet/suçsuzluk karinesinin ve savunma hakkının zedelendiği gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Gizlilik kararları
Soruşturmaların gizli yürütülmesi gerektiği bir gerçektir. Ancak savunma makamına karşı ve özellikle tutukluluk tedbirinin uygulandığı hallerde verilen gizlilik kararları savunma hakkını kısıtlamakta, şüphelinin de “suçlu” muamelesi görmesine yol açmaktadır. En azından suçlamanın temelini teşkil eden ve karartılma ihtimali ortadan kalkan, özellikle ifade ve sorgularda geçen delil ve bilgilerin basın ve yayın organları yerine, suçlanan şüpheliye ve onun müdafiine gösterilmesi, bunların birer kopyalarının verilmesi veya en az imkânla okutulması yolu tercih edilmelidir. Aksi halde, şüpheliden bilmediği ve görmediği bir delil hakkında beyanda bulunmasını beklemek gündeme gelecektir ki, bu husus akla ve mantığa aykırı olduğu gibi, hukuk devletinde de kabul görmemelidir.
6- Hem şüpheli ve sanığın ve hem de mağdurun haklarının korunması için uygulamaya geçirilmesi gereken bazı hususlar vardır:
a) Lehe ve aleyhe olan delilleri hukuka uygun yol ve yöntemlerle toplayıp değerlendirebilecek, bu çerçevede şüpheli ve tanık ifadelerini alabilecek, savcılık makamına bağlı adli kolluk teşkilatı kurulmalıdır (CMK m. 160/2).
b) Hâkim, iddia ve savunmayı gerektiği gibi değerlendirebilecek, delilleri inceleyip sonuca varabilecek zaman, mekân ve imkâna sahip olmalıdır.
c) Hâkimin bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlayıp koruyacak kural ve uygulamalar olmalı, bunlar taviz verilmeksizin hayata geçirilmelidir. Çünkü hâkim; bağımsız, tarafsız, dürüst, eşit davranan, hukukun evrensel ilke ve esasları ile bağlı, maddi vakıalara ve hukuk kurallarına dayalı gerekçeli karar vermesi gereken yargı mensubudur.
Prof. Dr. Ersan Şen İÜ Siyasal Bilgiler Fak. Öğr. Üy.
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev