Suriye ile Nereye Gidiyoruz?
Türk hükümetinin temel görevi, ülkemiz insanının kılına dokunulmamasını sağlamak ve onu her koşulda esenliğe kavuşturmaktır. Suriye’nin istikrara kavuşturulması, Türkiye’nin de kendi istikrarı açısından en temel amacı olmalıdır. Macera aramayalım!
Yaklaşık iki yıl öncesine kadar Suriye ile ilişkilerimiz “dost” ve “kardeş” sıfatlarıyla anılıyordu. Bugün savaş olasılığı dahil, kafalarda pek çok soru işareti var.
Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin Suriye konusunda yarattığı soru işaretleri, ister Sünni koruyuculuğundan, ister başta ABD olmak üzere Batı’nın ve bazı Arap ülkelerinin Beşşar Esad’ın gitmesi yönündeki isteklerinden, isterse kan döken bir yönetime karşı insancıl bir yaklaşımdan kaynaklanmış olsun; Esad’ın gidici olduğuna inanarak en uç tepkiyi göstermesi ve sonra da geri adım atamamasından kaynaklanmaktadır.
Erdoğan hükümetinin son günlerde Batı’nın tepkisini bile ılımlaştırması ve askeri bir çözümün düşünülmesinin erken olduğunu açıklaması, öte yandan Annan Planı adı altında diplomatik çabaların sürmesi karşısında Türkiye’nin tek taraflı güce başvurmayacağı yönünde söylem geliştirmesi, yine de endişeleri tam olarak ortadan kaldırmamaktadır. Bu nedenle son günlerde ortalıkta dolaşan bazı olasılıkları/soruları baştan açıklığa kavuşturmamız, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve halkının esenliği için gereklidir.
Bu sorularla dolu manzarayı netleştirmeye çalışalım: Suriye konusunda ortada dolaşan önerilerden biri olan Türkiye’nin Suriye’de bir “tampon bölge” ya da “güvenli bölge” oluşturması ne demektir ve uluslararası hukuka uygun mudur? “Tampon bölge”, halihazırda uygulanan uluslararası hukukta yerleşmiş ve açıkça düzenlenmiş bir kavram olmaktan çok, “komşu devletler arasında pratikte ekonomik, toplumsal ya da askeri denetimi sağlamak amacıyla kurulan bir özerk rejim altına konulmuş denetim alanını” belirtmektedir. Bu bölge eğer önceden iki komşu devletin arasında anlaşma ile oluşturulmuş bir tarafsız bölgeyi (no state’s land) işaret etmiyorsa, bunun komşu devletlerden biri tarafından ötekinin ülkesinde uluslararası hukuka uygun olarak kurulması en başta ilgili komşu devletin buna rızası ile olanaklıdır. Böyle bir bölgenin bir komşu devletçe öteki devletin ülkesinde kurulması, bu komşu devletin çok istisnai saldırıların mağduru olması ve öteki devletin bunu yaptırması ya da engel olamaması durumları dışında, öteki devletin egemenliği ve ülke bütünlüğü ilkelerine aykırı düşecektir. Bu da iki devlet arasında savaşa kadar gidebilecektir. Dolayısıyla bu olasılık Türkiye açısından sorunlu bir olasılıktır.
“Tampon bölge” dışında akla gelen “güvenli bölge” oluşturulması olasılığına gelince, böyle bir kavram büyük grupların bir komşu devletten ötekine sığınma aramak amacıyla geçmesi/göç etmesi olayları karşısında, bu göçten mağdur olan devletlerin sığınma arayan kişilerin kaçtıkları devlet ülkesinin sınıra yakın bir bölgesinde kalarak korunmalarını belirtmektedir. Başka bir deyişle, bu kavram ile Suriye’den Türkiye’ye gelmek isteyen kişilerin Suriye sınırına yakın bir bölgede yerleştirilmesi ve koruma altına alınması kastedilmektedir. Böylece göç edilmesi amaçlanan komşu devlet hem bu grupları barındırma ve besleme yükü altına girmeyecek hem de göç edenlerin -özellikle silahlı kişileri de içermesi durumunda- kendi kamu düzenini bozmasına ya da kendisini olayların içine çekmesine olanak vermemiş olacaktır. Ancak, böyle bir güvenli bölgenin kurulması, ya çeşitli nedenlerle ülkesinden kaçılan devletin buna rızası ile oluşabilecek ya da BM anlaşmasının VII. bölümü çerçevesinde Güvenlik Konseyi’nin bir kararı ile oluşturulabilecektir. Kısacası, aksine yollarla oluşturulmuş bu tür bir bölge uluslararası hukuka aykırı düşecektir.
Suriye’den Türkiye’ye kaçan kişiler için göçler yoğun bir biçimde sürerse “güvenli bölge” yolu düşünülebilecektir. Ancak bunun uluslararası hukuka uygun olabilmesi için, Suriye’nin böyle bir rızayı verebileceği düşünülmeyeceğine göre, BM Güvenlik Konseyi kararı ile olması tek yol olarak görünmektedir.
Tabii, bir kez “güvenli bölge” oluşturulursa artık hiçbir sorun kalmayacağını da düşünmemek gerek. Örneğin, 1990’lı yıllarda Güvenlik Konseyi kararı ile Irak’ta Saddam kuvvetlerinin 36. enlemin kuzeyine geçmesi yasaklandığında, bu bölgenin güvenliğinin nasıl sağlanacağı kararda belirtilmediğinden, ABD, İngiltere ve Fransa durumdan görev çıkararak bu görevi yüklenmiştir. Oysa, özellikle ABD’nin bu “görevi” sonucu Irak’a 2003 müdahalesi ve Irak’ın kuzeyinde ağırlıklı bir biçimde olmak üzere bütün Irak için gerçekleştirdiği planlar düşünüldüğünde, bu tür bölgeler uygulamalarının nelere yol açabileceğini de iyi düşünmek gerekmektedir. Yine, Irak’ta 36. enlemin kuzeyindeki yetki boşluğunun Türkiye’ye karşı PKK’nin bu bölgede kolayca yerleşmesini nasıl kolaylaştırdığını ve rahat hareket etmesini sağladığını da unutmamalı...
Türkiye’nin bazı çevrelerde düşünüldüğü gibi, BM anlaşmasının 51. maddesi uyarınca hareket etmesi, yani meşru savunma hakkını kullanması olasılığına gelince, bu tür koşullar doğmuş değildir ve kolay kolay da doğabilecek görünmemektedir. Zira, meşru savunma hakkını kullanmanın temel koşulu fiili bir saldırıya uğranmasıdır. “Sınır olayları”, ülkeye yoğun bir askeri saldırı olmadıkça bir saldırıyı hukuken oluşturmamaktadır. 51. madde hükmünün ikinci koşulu da, meşru savunma hakkını kullanan devletin zaman geçirmeden bunu Güvenlik Konseyi’ne bildirmesi ve bundan sonra da Güvenlik Konseyi’nin vereceği kararlara uyması zorunluluğudur.
Dolayısıyla, özellikle bazı çevrelerde düşünüldüğü gibi, sınırdaki olaylar kamu düzenimizi tehdit ediyor gerekçesiyle fiili yoğun bir saldırı olmadan bu yola girilemeyeceği gibi, daha sonra Güvenlik Konseyi müdahalelerinin de sorunu nereye götürebileceğini hesap etmek gerekmektedir.
Bütün bu sorular/sorunlar yumağı içinde her şeyden önemlisi, mezhep olarak Sünnisi, Nusayrisi, Dürzisi, Hıristiyanı, etnik olarak Arap’ı, Kürt’ü ve Türk’ü bulunan karmaşık yapılı bir Suriye’nin içişlerine bu derece karışırsak, bunun ülkemize yansımaları da olacaktır.
Türk hükümetinin temel görevi, ülkemiz insanının kılına dokunulmamasını sağlamak ve onu her koşulda esenliğe kavuşturmaktır. Suriye’nin istikrara kavuşturulması, Türkiye’nin de kendi istikrarı açısından en temel amacı olmalıdır. Macera aramayalım!
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 6 asker şehit olmuştu