TEKEL işçisi 'dönmeyecek'

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve bakanlarının son dönem sinirli hallerinin sorumlusu, Türkiye'nin siyaset haritasını yeniden şekillendiren, ülkenin kölelik düzenine tam gaz ilerleyişine set çeken TEKEL işçileri, direnişlerini sürdürüyor. İşçiler AKP'nin kendilerine yönelik saldırılarına büyük bir olgunlukla yanıt veriyor ve sade bir şekilde hakları için sonuna kadar mücadele edeceklerini söylüyor.

TEKEL işçisi 'dönmeyecek'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 12.02.2010 - 13:04

Kızılay’daki herhangi bir durakta indiğinizde ve esnafa “TEKEL işçileri nerede?” diye sorduğunuzda onları kolayca bulabilirsiniz. Bayındır Sokak’taki Türk-İş binasının civarında kurulu Direniş Çadırkenti.

 

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve bakanlarının son dönemki sinirli hallerinin sorumlusu, Türkiye’nin siyaset haritasını yeniden şekillendiren, ülkenin kölelik düzenine tam gaz ilerleyişine bir set çeken TEKEL işçileri burada “ikamet” ediyor.

Bayındır sokak ve çevresindeki içkili mekanlar, iki aya yakın süredir burada yatıp kalkan TEKEL işçilerine kucak açmış. İşçilerin ifadesiyle “büyük bir dayanışma göstererek işlerini aksatma pahasına işçileri dükkanlarına buyur etmişler.” Hal böyleyken, hükümet güdümlü çıkartılan “esnaf rahatsız” söylentilerine de camlarına astıkları dövizlerle yanıt yazmışlar: TEKEL işçisinden değil, onu mağdur edenlerden rahatsızız.

Ankaralılar da TEKEL işçisine, onun hak mücadelesine desteklerini esirgememiş. Çadırkentte dolaşırken rahatsız ediciliği açık biçimde hissedilen “direniş turistleri”nden farklı olarak, ekmeklerini paylaşmışlar. “Geçen emekli bir abi geldi, maaşını almış. Kusura bakmayın ancak çay getirebildim size, diyor. Bu bize güç veriyor” diyor işçiler. Karne parasını direnişçilere getiren öğrenci, “Bugün tarator ve mercimekli köfte getirdim, İzmirlilere. Sizinkiler genel grevi pek iyi yaptılar, bu da onun için” diye İzmir çadırına gelen ve kendisini “Diyarbakır, Muş, Adıyaman çadırlarının gönüllüsüyüm” diye tanıtan “Çadır annesi”, Bitlis çadırında “yahu sizin için okullarda olmadık şeyler söylüyorlar, neden bunu yapıyorlar anlamadık” diye yanındayız mesajını ileten kadın öğretmenler ve daha niceleri…

Bir de şu “marjinaller” var. Türkiye Komünist Partisi, Özgürlük ve Dayanışma Partisi, İşçi Partisi, diğer sol gruplar… Dayanışma çadırlarıyla, çay servisleri, televizyonları, projeksiyon cihazlarıyla. İki aya yakın süredir direnişçi işçilere gerçek dayanışmayı hissettirmişler. “Hepimiz marjinaliz” diyor işçiler.

TEKEL işçisi Aralık ayının ortasında Ankara’ya “özlük haklarını almaya” geldi. Şubat ayı başında bu haklarının tamamen “gasp edildiğini” söylüyorlar. 4-C’yi kabul etmenin köleliği kabul etmek anlamına geleceğini, kendilerinin bunu istemediklerini ve sadece haklarına sahip çıkmak için orada olduklarını, başka kimsenin bir şeyinde gözlerinin olmadığını anlatıyorlar. Biz buradayız, istediğimiz basit, onu almadan gitmeyeceğiz, diyorlar. Ve bunun için de: Ölmek var, dönmek yok, diyorlar. Bunu çok samimi olarak söylüyor, kararlı gözleriyle destekliyorlar.

 

‘Önce inandık, sonra gerçekleri gördük’

İstanbul Cevizli TEKEL işçilerinin çadırındayız. Kadın işçiler bir kenarda toplanmış. “İşsiz bir kadın ordusuyla karşı karşıyasınız” diye karşılanıyoruz. Çadır görevlisi Songül, bizim kaldığımız yerlerle ilgili haber yapmayın diyor: Ne istediğimizi yazın. Ne istiyorsunuz?

“Biz özlük haklarımızı istiyoruz, 4-C’yi istemiyoruz. Nedir 4-C? 4-C’de hastalanamazsınız, sendikal hakkınız yok, tazminat hakkınız yok, annelik, süt hakkınız yok, sözleşme yok, hiçbir şey yok. En az 4 en fazla 10 ay beni çalıştıracak, istediği her işi yaptıracak. İstemezse 6 ay sonra bana ‘sana ihtiyacım yok, git’ diyecek. Ücret ortalama asgari ücrete denk gelecek. Ben 22 yıllık işçiyim ve kendi hakkımı istiyorum. 1 Şubat’ta bütün haklarım elimden alındı, bunun için buradayım. Bir 50 gün, 100 gün neyse, o haklarımı alıp cebime koymadan hiçbir yere gitmeyeceğim.

Size devletin parasını yedirmem, diyor başbakan. Ben çalışıp kazanacağım o parayı. Hangi işçi oturarak para kazandı bugüne kadar? Biz alışık değiliz oturmaya, alınterimizi satıyoruz.  500 küsur yetim arkadaşımız var, benim eşim de yetiştirme yurdundan, o da TEKEL işçisi. ‘Yetim hakkı yedirmem’ diyor, utanmadan onları kapının önüne koyuyor. Engelli arkadaşlarımıza da bunu yaptı. Dünyanın hangi yerinde devlet eliyle bir günde 10 bin insanın iş akdi feshedilir, var mı böyle bir şey?”

Sabah Çalışma Bakanlığı’na yürüyüş yapılmış, gene sloganlar atmışlar. Kadın işçilerden biri “slogan atmaktan ve röportaj yapmaktan sesim kısıldı” diyerek gülüyor. Aileler İstanbul’da, tatilde çocukların çoğu gelmiş ama bu hafta başında okulları açıldığı için dönmek zorunda kalmışlar. “AKP başta halkın sözcüsü gibi görünüyordu, sizler de oy verdiniz herhalde” diyoruz. “Önce inandık, sonra gerçekleri gördük. Biz buraya gelmeden önce farkına varmıştık zaten. İkinci seçimde bir sürü kişi oy vermedi AKP’ye” yanıtı veriyor kadın işçilerden biri. Bir başkası, “Bizim üzerimizden büyük oyunlar oynanıyor. Bizi her şeye benzettiler. Biz canlı bombayız, çeteyiz, PKK’yız. Hepsi birden olduk. Halbuki biz kimseyi öldürmedik, kimseye zarar vermedik” diye konuşuyor.

Çadırın diğer köşesinde yine Cevizli TEKEL işçisi İbrahim oturuyor. İlk günden beri Ankara’da, çocuğunu ailesini özlemiş. “Kolay bir süreç değil. Ama biz ne olursa olsun burada kalacağız. Haklarımızı gasp ettirmeyeceğiz” diyor. “Benim aşımı alıyor, benim işimi, çocuğumun geleceğini çalıyor. Ben buna göz yumarsam benden daha aşağılık bir insan olamaz. Hem bu sadece benim mücadelem değil, benim emekliliğime üç yıl var, ama insan olanın bunun karşısında durması gerekir. İnsanların yaşama amacı nedir? Onuru, şerefi, geleceğidir. Niye çalışıyoruz, çalışma sebebimiz nedir? Bir lokma ekmek, yaşamak ve rahat bir hayat sürmek. Ben, insanca yaşamak istiyorum. Sağlık güvencem olsun, eğitim güvencem olsun, barınma güvencem olsun. İnsanca yaşamayı istemek suçsa, evet kardeşim biz bu suçu işliyoruz. Ve ben ömrümün sonuna kadar da işleyeceğim.”

Sonra üzerinde “Gavur İzmir” yazılı İzmir çadırına gidiyoruz. Hüseyin, Mahmut ve Ali abiyle soba başındayız. Aynı kararlılık gözlerinde. “Peki Başbakan bir sürü işsiz olduğunu ve bu insanların sizin yerinizde olmaya çoktan razı olduğunu söylüyor, ne diyorsunuz?” Hüseyin, “İnsanları kışkırtıyor, işsiz insan ne olur? Kızgın olur. Tabii onlar da bizim eylemimizi neden yaptığımızı bilmediği için bize karşı düşünebilir. Başbakanın bunu yapmaması lazım. İşsizler bizim ayıbımız değil ki, bu ülkeyi yönetenlerin ayıbı” diye yanıt veriyor. Yine 4-C’yi ve kölelik düzenini konuşuyoruz. Sonra “Yan gelip yatma” meselesini… Hüseyin, “Kamu kurumunda en ağır iş TEKEL işçisinindir. Ben de dahil çoğu arkadaşımızın bir özrü vardır işten kaynaklı” diyerek Başbakanın yalan söylediğini vurguluyor. Ali abi, son iki yılda yaşananları anlatıyor ve TEKEL işçisinin nasıl adım adım “işsiz” bırakıldığını aktarıyor. Fabrikalar kapanıyor, çiftçiye kota konuyor, ekim olmuyor. Ne yapacak TEKEL işçisi? “Biz dedik, bizi değerlendir, biz çalışmak istiyoruz diye ama bu tuzağı adım adım hazırladılar” diyor işçiler.

AKP’yi destekleyen TEKEL işçilerinin adım adım bu partiden uzaklaştıklarını ama en kritik kopuşun TEKEL işçisine “domuz” demesiyle gerçekleştiğini anlatıyorlar.

AKP’nin halk desteğinin düşüşe geçtiğini vurguluyorlar, önceki üçlü koalisyonları hatırlatıyorlar.
Ve tabii yine aynı kararlılık: Biz buradayız, hakkımızı alana kadar, başka yolu yok.

 

'Hepimiz marjinaliz'

Antakya çadırında eşi ve kızının yanına gelmesiyle yüzü gülmüş Mithat ile konuşuyoruz. 4 yaşına girmiş olan kızı annesinin kucağında uyuyor. Eşi 4-C mağduruymuş, soruyoruz: “Zamanında direnmediniz, bugünlere geldik diyor musun eşine?” “Yok” diyor, “onların direnecek durumu yoktu, onarlı gruplar halinde geçtiler, o zaman AKP rüzgarı da vardı, direnme ortamı hiç yoktu.” Özelleştirme süreçlerini ve nasıl bugüne gelindiğini konuşuyoruz. Başbakanın saldırı cümleleri üzerinde duruyor. “Marjinal gruplar dedi, şimdi PKK’lı olduğumuzu söylüyor. Biz iki aydır buradayız, içimizde varsa buyurun diyorum ben. Bütün sokaklar çevrilmiş, içimizde bir sürü polis var evet içimizde marjinal polisler var. Akşamları sarhoşları, hayat kadınlarını gönderiyorlar. Her yolu deniyorlar. Biz her türlü milletten insan olarak burada bir lokmayı paylaşmaya devam ediyoruz. Ben diyorum ki, iş güvencesi olmayan insan hırsızlık yapar, vatan hainliği yapar. Bu hükümet her şeyi satıyor. Bizim neyimiz kaldı, bir emeğimiz kaldı, bir de onurumuz. Bunu teslim etmeyeceğiz. Haklarımızı alana kadar buradayız. Neymiş polis saldıracakmış, saldırsın. Marjinal miyiz, hepimiz marjinaliz. Burada Halkevleri var, TKP’liler var, ÖDP’liler var. Daha önce AKP’ye oy vermiş olan işçi arkadaşlar ilk geldiğimizde bu kişileri görünce bana gelip ‘Mithat bak seninkiler geldi’ diyorlardı. Onuncu günden sonra ne oldu? ‘Bak bizimkiler geldi’ oldu. Hepsi bizimkiler oldu. Aşlarını, çorbalarını, neleri varsa bizimle paylaştılar. Bu Pazar günü de, bir dayanışma mitingi düzenliyor TKP, Halkevleri ve ÖDP TEKEL işçisi için. Bir de şöyle bir çağrım var benim. Hükümetin en sağlam, en eğitimli, en dirayetli, en iyi siyasetçilerinden birini seçsinler, çıksın karşımıza. Ben orta okul mezunuyum, kendileri Amerika’da okudular. Ben emekçiyim, yıllardır çalışıyorum. 70 milyonun önünde çıksınlar karşımıza konuşalım. Bir kamuoyu yoklaması yapalım. O tartışma için halk derse ki hükümet haklı, biz çadırlarımızı sökelim. Ben o aldığım 28 milyarı da kendilerine hibe edeceğim. Ama halk oylamasından biz haklı çıkarsak, haklarımızı versinler, gidelim.” TEKEL işçisi Mithat’ın çağrısı açık ve bir o kadar samimi.

Antakya TEKEL’den Cem “Bugünkü eylem Tanrı’nın bir mucizesi bana göre” diyor. Planlı programlı olsaydı, bugüne gelinemeyeceğine inanıyor. Adım adım bu noktaya gelindiğini ve işçilerin dayanışmasının ve başbakanın saldırılarının bu süreci ördüğünü anlatıyor. Abdi İpekçi parkındaki saldırıdan sonra biteceğini düşündüğünü, ancak sonrasında yaşanan toparlanmayla daha güçlü kenetlendiklerini söylüyor: “Daha bir azimli oluyor insan. İşte ben ondan sonra bu işin bitmeyeceğini, buraya kadar devam edeceğini anladım. Sonra başka kara çalmalar. Ne olursa olsun biz kenetlendik. Hiç yıkılmayacak bir şey haline geldik. Gelsin müdahale etsin, ben bu işin bozulacağına inanmıyorum. Evet, biz haklarımızı alacağız, onlar vermeyecek biz direne direne alacağız.”

Direniş sürecinin kendilerini nasıl bilinçlendirdiğini anlatıyor Cem. “Artık biz kendi davamız için direnmiyoruz yalnızca. Bizden sonraki işçilerin, öğretmenlerin, sağlık sektöründe çalışanların hepsi için biz bu mücadeleyi veriyoruz. Biz bencil davranamayız, bencillik hiçbir insana yakışmaz. Ben kaybetsem bile bu mücadeleye devam edeceğim.”

Açılım konusunda yine aynı yanıtı alıyoruz: “İş, ekmek mücadelesi olduğunda biz insanlar arasında hiçbir sıkıntı olmadığını gördük. Kenetlenebiliyorlar. Ekmeği olmayan insan eline silah alıyor. Ülkemizin ekonomik sorunları, işsizlik sorunları bunun nedeni, asıl bunlar üzerinde durulmalı. Ekmeğini verdikten sonra, açılıma falan gerek yok Türkiye’de. Hepimiz kardeşiz. Burada Trabzonlular ‘Şemmamme’ oynuyor, Diyarbakırlılar horon tepiyor. Kardeşliği bozan kim, biz değiliz, halk değil kardeşliği bozan.”

 

'Resmi gaspa uğradık'

Amasya çadırına geçiyoruz. Başbakanın Türk İş Başkanı ile görüşmeyi kabul ettiği haberi geliyor. “Bizim ne istediğimiz net, onu söyleyecek aynı şekilde” diyor işçiler. Başbakanın işsizlerle ilgili tehdidini soruyoruz tekrar. “İşsiz varsa, o da Türkiye’nin başbakanıysa sorunu o çözecek. Çözerken bizim elimizdeki işimizi alıp işsize vermeyecek. O zaman hep işsizler ordusuna geçelim. Zaten 10 gündür öyleyiz. Ben 43 yaşıma geldim işsizim, üç çocuğum büyüyor, üçü de işsiz kalacak. Ne olacak bunlar? Başbakan olmak kolay değil, işsizin sorununu çözecek. Çözmek gibi bir niyeti de yok sanki. Sekiz senedir AKP hükümeti görevde, nereye bir kamu kuruluşu, bir iş sahası açmış?” diyorlar.

Açılım meselesini burada da soruyoruz. “Açılımı kime yapıyor, Kürde yapıyor. Kürt burada, Alevi burada, Sünni burada, Lazı burada, Çerkezi burada. Arkadaşım Alevi, ben Sünni, öbürü Laz. Açılımı kime yapıyor. Zaten iş olduktan sonra açılım olur. İşi olan insan niye çıksın sokağa.”

Peki marjinal gruplar TEKEL işçilerini kışkırtıyor mu? “Bizi başbakan kışkırtıyor, başka kışkırtan yok. Ne solcular, ne başkası. Akşamları buraya adam yolluyorlar, burada işçi yok dedirtiyorlar. Bizi kışkırtan Başbakan.”

Peki seslerini duyurabiliyorlar mı? “Bizim sesimizi herkes duydu, Avrupa’da, Amerika’da bile. Yedi yaşındaki çocuk biliyor artık TEKEL olayını. Bir başbakan duymuyor. Resmi gaspa uğradık biz, devletin yaptığına böyle deniyor.”

TEKEL direnişini, gelecekte 4-C’nin hedefi olacak diğer işçilerle buluşturmak üzerine konuşuyoruz. “Sendika yöneticileri illa ki bu konuda bir şey yapıyordur” diyor işçiler. Başbakanın ve hükümet üyelerinin “sinirlerinin bozulması” üzerine dedikodu yapıyoruz. Soğuk ve diğer zorluklardan bahsederken, iyi geliyor.

Amasya çadırından yine Başbakan’a basit bir soru geliyor: “Bizim çalıştığımız fabrikayı 17 dakikada Amerikalılara peşkeş çekti. Nasıl oluyor da 57 gündür bize çözüm bulamıyor?”

 

Asıl açılımı TEKEL işçisi yaptı

Bitlis çadırında Tek Gıda İş Sendikası’nın Bitlis Şube Başkanı Can Yenisöz ile konuşuyoruz. Onlar için 58. gün. Çünkü “en uzaktan” geliyorlar ve bir gün erken yola çıkmışlar. “Özlük haklarımız için Ankara’ya geldik. Önce AKP genel merkezine gittik, burada haklarımızı isteyelim dedik. Sonra bizi kovdular. Abdi İpekçi parkına getirdiler. O parkta bir gün barındıktan sonra polis saldırısı oldu. Ben doğu ve güneydoğuda on yıllardır çatışma ve savaş halinin olduğu bölgedeyim, bugüne kadar öyle soğuk, ölümün üzerimize serpildiği, alçak bir gün yaşamadım” diyerek ilk günlerden bahsediyor. Ankara’nın acımasız karını da Bitlis’le karşılaştırıyor ve on metrelerce kar yağan Bitlis’te böyle soğuk görmediğini anlatıyor Başkan. Tüm bunlara karşın kararlılık açık ve net.

İşsizliği konuşuyoruz Bitlis’te. Türkiye ortalaması yüzde 25’lerdeyken, bölgede yüzde 40’ları aşmış durumda. Böyle bir bölge ilinde yaş ortalaması 38 olan 300’e yakın TEKEL işçisi de işsizler ordusuna katılmaya hazırlanıyor. “Başbakan, bir kez daha başını ellerinin arasına alıp düşünsün” diyor Can Yenisöz.

“Açılım” meselesini soruyoruz. Bir gecede iş akdi feshedilen on bin TEKEL işçisinin üç bininin doğu ve güneydoğuda olduğunu hatırlatıyor. “Önce bir zemin oluşturulması lazım. İşsizlik ve sosyoekonomik şartları ülkenin diğer bölgeleriyle orantılı duruma getirin önce. Açılımın bence en büyük ve en önemli ayağı bu olmalıydı. Bizim istediğimiz işsizlik oranının düşürülmesiyken, hâlâ binlerce kişinin işine son veriliyor. Hayır, bunların niyeti kardeşliği pekiştirmek, bölgede akan kanı durdurmak değil, bunların siyasi rantı varmış. Gerçek açılımı isteyenler yüzünü bölgeye dönsün, orada sadece kaymakamlık ve valilik binaları kaldı, bayrak oralarda dalgalanıyor. Eskiden orada devletin fabrikaları vardı. , 80-100 yıldır cumhuriyetin o bölgenin istihdamına katkıda bulunmuş fabrikaları vardı. Son beş yılda o fabrikalar birer birer yok oldu. Özelleştirmelerle açılım olmuyor. Bunun en önemli ayağı işsizlik. Aç olandan her şeyi bekleyebilirsiniz, işi olmayan adamdan da. Bakın ben işimi kaybetmemek için Ankara’ya geldim, başkaları nereye gidiyor, görüyorsunuz işte, 25-30 yıldır dağı tercih ediyor. Bunu görmeyen ancak kör olabilir.

Biz burada ilk günlerde kardeşlik sorunlarımızı çözdük. Başta bize farklı gözle bakan Karadenizli, başka bölgelerden arkadaşlarımız bugün bizi ağabeyleri, kardeşi gibi görüyor. Biz bu eylemde bunu anladık, gerçekten de halklar arasında bir şey yokmuş. Kardeşler birleşiyor. İzmir, Hatay, Tokat, Bitlis, Diyarbakır, Manisa… Sağcısı, solcusu kadınlı erkekli hep birlikteyiz biz iki aydır burada.”

Hasan, Mehmet Sait ve Nedim’le kahvede oturuyoruz, Diyarbakır çadırından kalkıyorlar. Herşeye hazır olarak geldiklerini söylüyorlar. Kürt oldukları için ayrıca küfür yemişler. Sonra hemen ilk günlerde diğer şubelerle bu konularda konuşmuşlar: Bakın bizi birbirimize düşürmek isteyecekler, buna izin vermeyelim, demişler.

Yine de, “Başbakanın bu kadar yalan söyleyeceğini tahmin etmiyorduk. Her türlü ayak oyununa başvuruyor o ve bakanları. Biz bir konuda sevinçliyiz ki, halkımız buna itibar etmiyor, sürekli bize destek veriyor. Onlarınsa korktuklarını görüyoruz, her söylemlerinden bu anlaşılıyor.”

Açılım konusunda başlangıçta olumlu düşünmüşler, ama AKP’nin bir kamplaşma yarattığını görmüşler. Somut bir adım atılmadığından, tam tersine kışkırtma politikalarının yürürlüğe girdiğinden bahsediyorlar.

Direniş boyunca farklı illerden gelen işçilerle ilişkilerinde yaşanan değişimi konuşuyoruz. “Biz artık horon oynuyoruz, Trabzonlu arkadaşlar da şemmamme oynuyor. Hepimiz aynıyız, bunu anladı arkadaşlarımız. Biz bütün illerin ismini yazdık ve ‘açılım burada’ dedik. Halkların birbiriyle problemi yok. Biz 57 gündür burada ekmeğimizi bölüşüyoruz. Bu hükümetin yapacağı hiçbir kışkırtma bizi birbirimizden ayıramaz. Ne yapacaklarını, nasıl saldıracaklarını da bilmiyorlar artık. Her saldırı ters tepiyor.”

“Yaşım 35. Kendimi bildiğimden beri her hükümet güneydoğuyla ilgili bir paket açıklar, açılım yapar. Hiçbiri doğru çıkmadı. Ödenek dendi, nereye gitti, ağalara gitti. Halka yansıyan bir şey olmadı. Toprak reformu dediler, bir şey çıkmadı. Bugün de bir şey yok. Ezelden beri böle. Açılım değil, fabrika istiyoruz biz. O olanı kapatıyor. Bizim fabrikamız dünyada dördüncü büyük fabrikaydı. İki yıldır Ergenekon’la yatıp kalkıyoruz. Bugüne dek somut bir şey göremedik. Fırat’ın ötesine bir türlü geçemediler. Faili meçhuller, köy boşaltmalar, gece göz altına alınıp çukurlara atılan insanlar… Bunlar hiç gündeme gelmedi. Güneydoğu halkı o kadar cahil değil, bunları görüyor, yaşıyor. Bunu Türkiye halkına anlatıp rant edinmekten başka bir şey yapmıyor hükümet.”
 

AKP’nin iller bazında “TEKEL işçisi haklı mı” anketi yaptırdığını söylüyor işçiler. Buradaki amaç kaybedilen oyları hesaplamak. “Biz ona oy kaybettirdik” diyorlar. “Seçimlerin yönünü değiştirdik. Biz kendimizi zaten kazanmış sayıyoruz.” Haklılar. TEKEL bir kıvılcım oldu. AKP hükümetinin maskesini düşürdü. Yine Diyarbakırlı TEKEL işçileri ekliyor: “TEKEL bir süredir devam eden ezilmişliğin, suskunluğun dışa vuruluşu oldu. Artık meydanda başkaları da var. Dışlanmışlığın, ötekileşmenin dışa vurumu bu. Bu kitlenin büyümesi korkutuyor Tayyip Erdoğan’ı. Ama çok yanlış da yapıyor. Ataması yapılmayan öğretmenle dalga geçiyor, işsizle dalga geçiyor, hakkını arayan işçiyle dalga geçiyor. Halkla alay ediyor.”

Evet, TEKEL işçisi kendisini kazanmış saymakta haklı. Bundan sonra onlar yenilse de, AKP belini doğrultamayacak çünkü. Bu da TEKEL işçisinin şimdiden kenara yazdığı bir kazanımı olarak görülmeli. Ama kölelik düzenini püskürtmek için daha fazlasına ihtiyaç var, bunun için bayrağı şeker işçisi, sağlık emekçisinin devralması gerekecek.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler