Türkiye: Nereden Nereye?..

Türkiye: Nereden Nereye?..
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 16.10.2010 - 05:55

Sivas Kongresi’nden Ankara’ya gelen Mustafa Kemal, İstanbul’daki gösterileri öğrenince “Fertler düşünmezse kitleler her yöne sevk edilebilir” demişti. Birinci Millet Meclisi’nin açılış törenindeki “Hâkimiyeti Milliye” posteri “Cumhuriyet”in habercisiydi. Güçlü lider halk desteğine dayanarak, öğretimi birleştirdi; Medeni Kanun’la hukuk reformu yaptı. Özgün bir kültür devrimi olan Cumhuriyeti koruma görevini doğaüstü güçlere değil -Tevfik Fikret’ten aldığı esinle- “fikri, vicdanı, irfanı hür koruyuculara” bıraktı. Osmanlı milletlerinden hayatta kalan kişi ve kurumlarla cemaatler üstü bir ulus devlet ya da ulus millet yaratmak istedi. Bugünlerde nice başarılı olduğu tartışılıyor. Sorumlu kim: Cumhuriyet mi, demokrasi mi? Yönetenler mi, yönetilenler mi?

Her devrim gibi Türk Devrimi de karşıdevrimini yarattı. Türk demokrasi hareketi varlık gerekçesini, CHP’ye değil, sanki Cumhuriyete karşı algıladı. Tarihi yanılgı, devlet ile dini “laiklik” ilkesinde karşı karşıya getirdi: Türk mü, Müslüman mı? Nehru’nun “demokrasi/sosyalizm amaç değil” uyarısı duyulmadı. Hemen herkes, sınır ve kısıtlarını bilmeden “gerçek demokrasi” istiyordu, niyetler ve söylemler çelişik olsa da... Şimon Peres’e göre “Diktayı engelleyen TV, demokratik yönetimi zorlaştırıyordu.” Her derde deva sanılan demokrasi halk desteğini yitirmeye başladı. “Halkın sesi hakkın sesi” oldu. Seçim sandığı kutsallaştı. Demokratik yönetimleri sorgulayan, eleştiren kişiler ve görüşler, faşist/komünist, hatta “vatan haini” olarak suçlandı, cezalandırıldı. Bir darbe politikayı köyden uzak tutarken karşıt darbe kentleri depolitize etti, siyaseti kasabalara bıraktı. Ülke oylarla değil darbelerle bölündü.

Acaba demokrasi isteyen halk, sanıldığı gibi bir birlik ve ne istediği konusunda bilinçli miydi? Aklın yolu belki birdi ama yolcular ortak bir akla sahip değildi. Toplum dinamiklerine, akıl mı yoksa duygular mı yön veriyordu? Demokratik yönetimden beklenen kamusal yararın temeli birey mi, yoksa toplum mu? Demokrasinin beşiği/kalesinden gelen, “milyonların yeteneksiz birkaç kişi tarafından yönetildiği” eleştirisi ülkemizde yankı bulmadı. Oysa, seçilmiş liderler “gelişmiş ve güvenli bir demokrasi” sözü veriyordu yönettikleri halka, seçmenlerine... Demokrasi kusursuz değildi.

İlahiyatçı Niebuhr’ün sözleriyle, “İnsanların adalet istemi belki demokrasiyi buyur ediyordu ama zorbalık eğilimleri demokratik yönetimi zorunlu kılıyordu”. Oy sandığı seçim miydi yoksa sayım mı? Demokrasinin ölçütü nicelik miydi, nitelikler mi? Yurttaş oyunun başka bir seçeneği var mıydı? Demokratik yönetimleri nesnel gerekçelerle eleştirenler, seçimden başka bir yöntem bulamayınca, seçmenlere yönelirler. Hayat boyu eğitimle, halkın yönetime katkı ve katılımıyla seçmenin bilinç ve sorumluluk düzeyi kuşkusuz yükseltilebilirdi. İnsan her yaptığından bir şeyler öğreniyor ama her öğrendiğini yapamıyordu. Demokrasiyi geliştirmek için değişim şarttı. Ancak her değişim gelişim değildi. 20. yüzyılın ikinci yarısında ekonomik büyüme hızı tek ölçüt oldu. Gelişmişlik ekonomik göstergelerle ölçüldü. Refah toplumunda ortalama gelir düzeyi yükseldi, teknoloji güçlendi ama “yaşamın kalitesi” düştü. “Kültürel gecikme” adı verilen yaygın bir sorun yaşandı dünyada. Üst, orta ve düşük gelir düzeyleri arasındaki makas açıldı, yapısal sorunlar katlanarak büyüdü. En zenginler bile huzursuzdu. İletişim devriminin yaratacağı söylenen “dünya köyü”nde, tarihin ve ulusal devletin sona erdiğini ilan eden gelişmişlerin medyada yürüttüğü “küreselleşen dünya” da “bilgi toplumu” umudu gerçekleşmedi. Tepkiler dinlerin dönüşüne ve yükselişine uygun ortamlar yarattı.

Fukuyama bile döndü, “Devleti inşa edin, koruyun” diyor. Küreselleşemeyen dünyada, krizden çıkma görevi tarihe gömüldüğü söylenen ulus devlete kaldı. “Maya” takviminin biteceği 2012 de kazasız atlatılabilirse, dünyanın geleceği parlak. Yeter ki tüketimi sürdürün. Konutunuzu, arabanızı yenileyin. Tüketim sürsün ki üretim artsın, işsizlik sorunu çözülsün. Bildik dengeler yeniden kurulsun. Mülkiyet haklarına saygılı ve sahip çıkan demokratik yönetimler, sanayiciyi, emekçiyi ve tüketiciyi denetim altında tutma çıkmazında bunalıyor.

Nesnel koşullar, yürütmeyi, yargı ve yasamaya karşı güçlendiriyor. Demokrasi yaşayacaksa değişmek ve değiştirmek zorunda. Toplumların değişime ayak uydurması, destek olması bekleniyor. Anayasa oylamasının ardından “Başkanlık sistemi” gündemde. Gall (1975) “sistemlerin çalışmadığını” göstermişti. Dünya küçüldükçe, bütünler parçalanıyor, sorunlar çeşitleniyordu. Unutkanlık özürlüsü insan, büyük devrimin öncülünü hatırlıyor: “Birlik içinde çeşitlilik, çeşitlilik içinde birlik!” Çevrende gerilim ve savaşlar sürerken birlik sağlanabilir mi?

“Commedia del’Arte” cesur bir tanı koydu dünyaya: Tek kelimeyle “complicato” (karmakarışık)! Karmaşık ilişkilerde bilim, “neden-sonuç” ilişkisi kuramıyor. Her neden bir dizi sonuç, her sonuç bir sürü nedendir. Analitik bilimin “neden-sonuç” yöntemi, çok yönlü, çok boyutlu, karmaşık ilişkilere bıraktı tahtını. Bilgisayarlar her zamandan hızlı ve güçlü ama insandan daha akıllı değiller. Ancak kullanamayan insanları kullanıyorlar.

Sanat tarihçisi ve eğitimci Cevat Memduh Altar başarılı bir kamu hizmetinden sonra Cumhuriyet’te şöyle özetlemişti dünya görüşünü: “Demokrasi, halkın -yalnız istediklerini yapmak değil- istemesi gerekenleri yaratmaktır.”

Son 58/42 oranı, gelecek seçimde birbirine yaklaştığı oranda demokrasimiz yerleşiyor, gelişiyor demektir. Güvenli çözüm Din-Devlet-Bilim üçgeninin köşelerinde değil, “Özgürlük-Özerklik ve Laiklik” ara kesitlerinde görünüyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler