Türkiye ve Batı Balkanlar

Türkiye ve Batı Balkanlar
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 24.10.2011 - 06:47

Türkiye, Sırbistan ile 2008 başında yaşanan “güven bunalımı”nı bir kez daha yaşamamalıdır. Sırbistan ile ilişkiler, sadece Bosna-Hersek’in ve genel olarak Boşnakların değil, Türkiye’nin Kosova’nın geleceği üzerinde oynamayı düşünebileceği rolün de anahtarıdır.

Kosova’daki son gelişmeler, Batı Balkanlar’ı bir kez daha dünya gündemine taşımıştır.

Balkanlar’da Türkiye’nin oynayabileceği rol ve çıkarları değişken ancak önemlidir. Bulgaristan ve Romanya NATO ve AB’ye üye yapıldıktan sonra Türkiye’nin, Yunanistan’ın da dahil olduğu Doğu Balkanlar’da etkisi sınırlanmıştır.

Eski Yugoslavya toprakları üzerinde ortaya çıkan yedi devlet -Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Makedonya, Karadağ ve nihayet Kosova- açısından ise durum farklıdır. Bu ülkelerden henüz sadece birisi (Slovenya) AB üyesidir. Hırvatistan’ın da yakında olması beklenmektedir. Bu nedenle de bu bölgede, Türkiye’nin hâlâ, gelişmeleri çıkarları doğrultusunda yönlendirmek açısından bir şansı vardır ve bunu yapmak zorundadır.

Bu yedi ülkeden altısında önemli Sırp azınlıkları vardır. Bu, önde gelen AB ülkelerinin bilinçli politikasının sonucudur. İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı’nın, 2008 yılında, “Kosova’daki Sırp azınlığın orada kalmaya devam etmesi bizim için yaşamsaldır” demesi, amacı ve beklentiyi çarpıcı bir biçimde anlatmaktadır. “Republica Sırpska”nın yaratılması da aynı politikanın sonucudur. Kosova’daki Sırplar, Arnavutları ve “Büyük Arnavutluk” beklentisini; Bosna-Hersek’teki Sırplar da Boşnakları denetim altında tutmak açısından, Batı için “yaşamsaldır”. Gereğinde Sırplar da diğer gruplar aracılığı ile denetim altında tutulacak veya bu ülkeler, azınlıklar aracılığı ile yeniden parçalanacaklardır.

Müttefikler

Türkiye’nin, Bosna-Hersek, Sırbistan ve Karadağ’daki Boşnakların, Makedonya ve Kosova’daki Türk asıllı grupların varlıklarının devam ettirilmesi başta olmak üzere, bölgedeki çıkarlarını koruyabilmesi, Batı Balkanlar’da kendisine güçlü ve etkili yerel “müttefikler” bulmasına bağlıdır.

Bosna-Hersek, Makedonya ve Kosova’nın bağımsız devletler olarak yaşaması Türkiye için “yaşamsaldır”. Öte yandan Türkiye Batı Balkan politikasını, hangi gerekçe ile olursa olsun, bölgenin en güçsüz ve olumsuz etkilere en açık grupları ve devletleri üzerine oturtamaz. Bu da, Türkiye’nin konuya “reel politik” açısından bakmasını gerektirmektedir.

Bu çerçevede, Sırbistan’ın Sancak bölgesinde yaşayan Boşnakların bu ülkeden ayrılmalarını, Bosna-Hersek ve Karadağ Boşnakları ile birleşerek kendi devletlerini kurmalarını savunan Balkanlı politikacılar, müftüler, sadece Boşnaklar değil Türkiye’nin bu bölgedeki çıkarları için de en büyük tehlikedir. Kurulsa bile, etrafı hasım devletlerle çevrili böyle bir ülkenin yaşama şansı yoktur. Birleşmiş Boşnakların yalnızlaştırılmasının AB tarafından da arzu edilmeyeceğini düşünmek ise büyük bir yanılgıdır. Bunu görmek için 1990’lara gitmek ve Bosna-Hersek’in siyasi-coğrafi yapısına bakmak yeterlidir.

Türkiye - Sırbistan ilişkileri

Çelişki gibi görünse de, Türkiye’nin Batı Balkanlar’daki doğal müttefiki Sırbistan’dır. Sırbistan, hiçbirisi kendi ayakları üzerinde duramayacak kadar küçük ve güçsüz altı devlet için de anahtar ülkedir. Kosova’da son günlerde yaşanan olaylar bunun son somut kanıtıdır. Yine bu açıdan bakıldığında, Türkiye’nin 2008 yılında, Kosova’yı tanımaktaki aceleciliğinin Türkiye-Sırbistan ilişkilerini kopma noktasına getirmesine karşın 2009-2010 yıllarında iki ülke ilişkilerinin “tarihteki en üst düzeyine” eriştirilebilmiş olması Türkiye’ye önemli kozlar kazandırmıştır. Türkiye Sırbistan ile geliştirdiği ilişkiler sayesindedir ki Bosna-Hersek’in sonunu getirebilecek AB-Butmir sürecini etkisiz kılabilmiş, Sırbistan ile Bosna-Hersek arasındaki ilişkilerin düzelmesine ve Sırbistan Parlamentosu’nun Srebrenica konusunda, eşi dünyada pek görülmemiş bir karar kabul etmesine katkıda bulunabilmiştir. Türkiye’nin AB tarafından Batı Balkanlar’da da etkisizleştirilmemek için Sırbistan ile bu ilişki düzeyini koruması ve daha da geliştirmesi gereklidir. Bu nedenle de;

1. Hâlâ nüfusunun yarısı Miloseviç-Şeşel radikal söylemlerine destek veren Sırbistan’da Türkiye ile ilişkileri 2010 yılındaki düzeye getirme öngörüsünü ve cesaretini göstermiş olan Cumhurbaşkanı Tadiç ve ekibine destek olunmalıdır.

2. Öncelikle, en üst düzeyde verilmiş olan, bazı altyapı yatırımlarına destek sözleri ivedilikle tutulmalıdır.

3. Boşnakların ve Arnavutların yararına olmayan “ayrılıkçı” söylemleri benimseyen, Boşnak olsun Arnavut olsun, siyaset ve din adamları hiçbir düzeyde ve biçimde cesaretlendirilmemelidir.

4. Laik Türkiye’yi, ülkesindeki Boşnaklar için örnek olarak gören bugünkü Sırp yönetimini bu açıdan düş kırıklığına uğratılmamalıdır.

5. TİKA ve Yunus Emre Kültür Merkezlerinin Batı Balkanlar’daki etkinliklerini, Dışişleri Bakanlığı’nın denetim ve gözetimi altında sürdürmesi sağlanmalıdır.

Kısacası Türkiye, Sırbistan ile 2008 başında yaşanan “güven bunalımı”nı bir kez daha yaşamamalıdır. Sırbistan ile ilişkiler, sadece Bosna-Hersek’in ve genel olarak Boşnakların değil, Türkiye’nin Kosova’nın geleceği üzerinde oynamayı düşünebileceği rolün de anahtarıdır.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler