Yaşadığımız günlerde"Montreux"

Yaşadığımız günlerde
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 03.09.2008 - 06:11

Ticaret gemilerinde çok eski bir gelenektir. Gemiciler, tayfa takımı geminin kaptanına (süvari de denilir) Beybaba derler. Süvariden alt düzeydeki ikinci, üçüncü, dördüncü kaptanlar ise ona Efendim diye hitap ederek konuşur, Beybaba da onlara Efendi kaptan derdi. Şimdi de bu gelenek hâlâ bu şekliyle mi yaşıyor bilmiyorum. Çünkü Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu misali Konteynır icat oldu, gemilerin ve limanların şiiri yok oldu. Neredeyse direklerine kadar dağlar gibi yığılı yüzlerce konteynır ile Boğazlardan geçen dev gemilere hiç alıcı gözü ile baktınız mı?

Hiç gemiye benzer bir tarafları var mı? İçinde bin bir şey yüklü ya da düpedüz bomboş olan o kocaman kutuları güverte altı hacmi bittikten sonra tüm güvertesini de kaplayacak şekilde üç dört hatta beş sıra üst üste yükleyen o garip şeylere bazen yüzen dev tabutlar gibi benzetmesinin yapılmasını doğrusu hiç de yadırgamıyorum. Konteynırın deniz endüstrisine girmesinden sonra gemilerin ve de limanların ne şiiri kaldı bence artık ne de o gizemli nostaljisi. Aynı değişimin gemi içi hiyerarşisindeki yılların birikimi olan gelenekler, dengeler ve güzelliklere yansımış olduğunu söyleyenlere de rastlıyorum şimdilerde.

Aslında yazımızın konusu bunlarla pek ilgili görünmüyor. Ama bundan otuz kırk yıl önceleri bizim kuşak denizlerdeyken aynı gemide birlikte çalıştığımız bir Beybaba vardı. Her hali ile gerçek bir gemici babası, bizler için ise hepimiz için örnek bir kaptandı, uzak yol kaptanı.

Çok okuyan, kitapları okumayı seven biriydi. Onlarla oluştuğu anlaşılan zengin bir altyapısı vardı. Seyirde olmadığımız zaman yabancı dilde olanlar dahil günde mutlaka birkaç gazete okur, güncel olayları izler ve her açıdan değerlendirirdi. Sonraları devlete ait dünya çapındaki -çoktan özelleştirildi- işletmenin en üst düzey görevlerinde birlikte çalışırken davet edildiğimiz yurtdışındaki uluslararası denizcilik toplantılarına katılırdık.

İşte çok yıllar önce o kıyıları olmayan denize göçüp gitmiş bu değerli denizci, Lozandan sonra Türk Boğazlarına, Türkiye bakımından onurlu bir rejim, uluslararası denizcilik açısından da ilgili ilgisiz başka devletlerin itiraz edemeyecekleri bir disiplin getiren Montreux Antlaşmasından yeri geldikçe aramızda söz edilirken Aman çocuklar, aman, Montreuxyü gündeme getirmeyin. Bu konuda çok dikkatli ve temkinli olun derdi hep. Nedenini sorar gibi bakardım gözlerine, Neden olacak derdi, Her çıkacak fırsatta sulandırmak, kurcalamak ve delmek için bekleyenler var da ondan, derdi ve hep de var olacaklar.”

İngiliz, Osmanlı mülkünün parçalanması, “Hasta Adamın üzerindeki ameliyatlarda senaryonun oldum olası başrol oyuncusu olagelmiştir. Bazen ortalıkta görünür, bazen sisler arkasında işini yürütür. Boğazlarla en çok o ilgilidir.

En büyük parsa hep kendisinin olsun ister, onun yanında Fransızı, Yunanlısı, Rusu ve diğerleri hepsinin hesabı başka, hepsi de oyunun içindedirler. Hiç kuşkusuz, Anadoludaki faaliyetlerinin varlığı Kurtuluş Savaşı hatta Birinci Dünya Savaşı öncelerine giden eski dostlar ise kimselerle paylaşmaksızın örtülü niyetlerini bugünlere kadar taşımış durumdadırlar. Şimdi peşlerine takılmış Montreuxye taraf olan Karadeniz ülkeleri bile var üstelik.

Işıklar içinde yatsın diyerek andığımız o değerli denizcinin -bir politikacı ya da diplomat değil- yıllar önce işaret ettiği niyetlerle Montreuxye el uzatmak, değişiklikler yapmak anlamında girişimlere yönelebilecek olaylara tanık oluyoruz bugünlerde. Beybabayı, o değerli denizciyi saygı, sevgi ve hüzünlerle anıyorum. Sesi hâlâ kulağımda gibi Aman ha!”...

Oktay Sönmez - Denizci Yazar


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler