Yasaksız Üniversite: Bu Hasret Bizim!
Yasakçı zihniyetin sürekli olarak başarılı olma şansı bulunmamaktadır. Yasaksız üniversite ise, bütün toplumun sağlıklı gelişimi için herkes tarafından bıkmadan usanmadan dile getirilmesi gereken zorunlu bir taleptir. Tarihsel deneyime bakıldığında, bu tür meşru talepleri göz ardı edenlerin akıbeti bellidir.
Üniversiteler bir süredir yine gündemimizin baş köşesine yerleşmiş gözüküyor. Üniversitelerdeki “ileri demokrasi” anlayışı türbana serbestlikle başladı ve galiba başlamasıyla bitmesi bir oldu. Üniversiteler üzerine söz söylemek isteyenlerin neredeyse tamamı susturuldu. Susmayanların üzerine kaba şiddetle ve gaz bombalarıyla gidildi. Hamile bir öğrencinin bebeğinin acımasız polis tekmeleriyle öldürülmesi bardağı taşıran son damla oldu. Üniversite öğrencilerinin tepkisinden iktidar partisi kadar muhalefet partileri de nasibini aldı. Tepkileri ve kullandıkları güç gerçekten de “orantısızdı”. Vücutlarını polis kalkanlarına siper etmek, uzun eşşek oynamak, basın açıklaması yapmak, konferanslar düzenlemek ve kendilerini anlamak istemeyenlere yumurta atmak. Ne kadar orantısız güç kullanmış olurlarsa olsunlar, gerek Siyasal Bilgiler Fakülteli gerekse ODTÜ’lü öğrenciler üniversiteye “yabancı unsurları” kapı dışarı etmeyi becerdiler. Öğrenci hareketinin arkasındaki “dış mihrakları” merak edenlere ise, bir öğrencinin verdiği yanıt yeni nesillerin hiç de yabana atılmaması gerektiğini gözler önüne serer nitelikteydi: “Bu eylemlerde dış mihrak arıyorsanız o da tavuklardır.”
Ancak Cumhurbaşkanı’nın “Çankaya Sofrası” çağrısına icabet eden “öğrenci temsilcileri” arasından “dış mihrak” ve “provokatör” arayışında olanlar çıkacaktı. Hatta kendi temsilcilik seçim süreçlerinde 100 kişinin üzerindeki sınıflardan ancak 5 oy alarak seçilebilenler, “Polise, YÖK’e ve AKP’ye başkaldıran” 500’ün üzerindeki arkadaşlarını “marjinal” olarak damgalamakta tereddüt etmeyeceklerdi. Kimi öğrenci temsilcileri köşke Jaguar marka arabalarıyla gitmeyi tercih ederken Cumhurbaşkanı’yla görüşmeye giden bu öğrencilerin kendilerini temsil etmediğini iddia eden ve yolları polis tarafından kesilen “protestocu öğrencilerin” kendi temsilcilerini Köşk’e göndermek için aralarında para toplamak zorunda kalmaları ve bütün bu girişimlere rağmen Cumhurbaşkanı’yla görüşememeleri “sofranın” kimler için ve ne amaçla kurulduğunun açık göstergeleriydi.
Ordusundan medyasına, yargısından aydınına kadar her türlü potansiyel muhalif ses kısılır, ülke genelinde korku imparatorluğu hükmünü sürdürür, çalışan geniş kitleler sessizliğe ve sinikliğe itilirken ve yaklaşan seçimlerin mevcut siyasi iktidar açısından sorunsuzca atlatılması gündemdeyken üniversitelere bir hal olmuş, öğrenciler kararlı duruşlarıyla mevcut gidişattan memnuniyetsiziliklerini açık yüreklilikle ve demokratik yollarla dile getirmeye yönelmişlerdir. Bu meşru ve demokratik talepler şiddet kullanılarak bastırılmış (cop, kalkan, panzer, tazyikli su, tekme, tokat bir yana, kullanımı pek çok ülke tarafından yasaklanan gaz bombalarının her türlü protesto eyleminde fütursuzca kullanılması ve bu “kimyasal silahın” yaygın kullanımının kanıksanır hale gelmesinin, üzerinde hassasiyetle durulması gereken başka bir tartışma konusu olduğunu belirtelim), üniversite ve özgürlük kavramları yeniden tartışılmaya başlanmıştır.
Hiç kuşkusuz üniversitelerdeki özgürlük sorunu sadece bugünkü iktidarın yarattığı bir sorun olarak gündeme gelmemiştir. Bu doğrultuda, akademi ve özgürlük ilişkisini “imkânsız bir aşk hikâyesi” olarak betimleyen Dr. Sibel Özbudun’a katılmamak elde değildir. Geleneksel olarak Türkiye’deki siyasi iktidarlar ülkedeki özgürlük sorununa mesafeli yaklaşmakla kalmamış, üniversite yaşamını da yasaklarla birlikte tarif etmeye çalışmışlardır. Geçmiş otuz yıl bu alandaki birikimin katlanarak arttığı bir dönem olmuştur. AKP iktidarının bu alandaki katkısı, kendinden önceki iktidarlardan devraldığı bayrağı bir kademe daha ileriye taşıması ve üniversitelerdeki özgürlük sorununu türban kullanımına indirmeyi başarmasıdır.
Bugün yasaksız üniversite denildiğinde akla ilk olarak türban gelebilmektedir. Türban konusunun YÖK Başkanı eliyle çözüme ulaştırıldığı bir dönemde, üniversiteler kolluk kuvvetlerinin yol geçen hanı haline gelmiştir. Hatta bununla da yetinilmemiş, yerleşkelerde güvenlik güçlerinin sürekli olarak konaklayabileceği birimlerin acilen yapılması kararı alınmıştır. Kısacası, üniversiteler bundan böyle güvenlik güçlerinin “yol geçen hanı” olarak değil, kendi “sıcak yuvaları” gibi kullanabilecekleri alanlara dönüştürülmek istenmektedir.
Bugün en gelişkin üniversitelerimizde bile öğrenciler etkinliklerini duyurabilecekleri olanaklardan yoksundurlar. On yıllardır öğrenci topluluklarının kendilerini tanıtmaları ve açıkça ifade etmeleri için kurdukları masaları (stantları) açmalarına bir süredir izin verilmemektedir. Barışçıl ve demokratik tepkilerine yönelik olarak yüzlerce resmi ve sivil güvenlik görevlisi en gelişkin silahları ve araçlarıyla üniversite mekânlarına girebilmekte ve üniversite öğrencilerini ablukaya alabilmektedirler. Bu tür baskılara karşı direnç gösterenler soruşturmalarla yıldırılmaya çalışılmakta ve verilen cezalarla üniversiteyle olan ilişkileri kesilebilmektedir.
“İleri demokrasi” uygulamaları sadece öğrencilerle de sınırlı kalmamaktadır. Haksızlıkları dile getiren, yasakçı uygulamalara karşı çıkan üniversite çalışanları da öğrencilere benzer şekilde baskı altında tutulmak istenmekte, idari ve akademik personele yönelik soruşturmalara hız verilmektedir. Soruşturma komisyonlarında bulunan öğretim üyeleri kendi meslektaşlarını engizisyon mahkemelerini aratmayan yöntemlerle sorgulayabilmekte, sorgular kameralarla kayıt altına alınmakta, açık ve örtük tehditlerle üniversite çalışanları bir bütün olarak diz çöktürülmek istenmekte ve biat kültürü aracılığıyla mevcut yönetimlere ve siyasi iktidara bağlanmaya çalışılmaktadır.
Kısacası, toplumun diğer kesimlerine ve kurumlarına yönelik olarak yürütüldüğüne benzer şekilde, üniversitelerde de iktidar yanlısı, tepkisiz ve sinik bir ortam oluşturma çalışmaları hız kazanmıştır. Ancak diğer kurumlardan farklı olarak üniversiteler, bütün bileşenleriyle birlikte, egemen düşünceyi ve mevcut iktidar yapılarını sorgulayan bir kültürel iklim içinde gelişerek bugünlere gelmişlerdir. Bu nedenle, yasakçı zihniyetin sürekli olarak başarılı olma şansı bulunmamaktadır. Yasaksız üniversite ise, bütün toplumun sağlıklı gelişimi için herkes tarafından bıkmadan usanmadan dile getirilmesi gereken zorunlu bir taleptir. Tarihsel deneyime bakıldığında, bu tür meşru talepleri göz ardı edenlerin akıbeti bellidir.
Hakan Mıhcı-Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu