Yaşam Hakkını Savunmak...

Yaşam Hakkını Savunmak...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 05.06.2011 - 06:33

Yaşam Hakkını Savunmak...

Tahribatları kabullenemeyen Anadolu insanı hiçbir siyasal manipülasyon ile hareket etmeden, sadece yaşam hakkını savunmak için Ankara’ya yürüyor. “Üstün kamu yararı”, “sürdürülebilir kalkınma” gibi kavramların doğanın sömürülmesine gerekçe olamayacağını söylüyor. Dünya Çevre Günü’nde yanlarında olacağız. Onlara destek için değil, kendimize ve yaşamımıza destek olmak için...

Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan doğamızın kadim dengesini, sağlıklı ve mutlu bir yaşamın birinci şartı olarak görüyoruz. Var olan idari sistemin, taleplerimizi karşılayacağına dair inancımız kalmadığından halk olarak bu gidişe dur diyor, parçası olduğumuz doğa anamızın haklarıyla birlikte kendi yaşam hakkımızı savunmak için ayağa kalkıyoruz.

Nisan ayında Anadolunun dört bir yanından yürüyüşe geçerek Ankaraya, başkente sesini duyurmak için gelen Büyük Anadolu yürüyüşçülerinin manifestosunun sonundaki bu cümleler aslında bize şu gerçeği bir kez daha yakıcı biçimde hatırlatıyor: Doğa, içinde yaşayaninsanla birlikte bir bütündür ve doğanın başına gelen her şey, aslında insanın da başına gelir.

Ankara Gölbaşında hayvanlarıyla birlikte gelen ve kente sokulmayan Anadolu yürüyüşçüleri, günlerdir yağmurun altında zor koşullarda çadırların içinde konaklıyor. Genel seçimlere sayılı günler kala verdikleri mücadele ile Anadolu topraklarının, suyunun, yer altı kaynaklarının büyük şirketlerin çıkarları için acımasızca pazarlanmasına karşı çıkıyorlar. Onlar, büyük kentlerin kirli gürültüsünde kulakları duymaz, gözleri görmez olanmoderninsana, yerelden taşan bir dalga biçiminde Anadolu insanının ve doğasının çığlığını ulaştırmaya çalışıyorlar. Şirketlerin kazanma hırsının ve aşırı tüketimin bizi topyekûn yok oluşa götürdüğünü haykırıyorlar. Aslında hepimizin yaşam hakkını savunuyorlar.

Doğa kimin?

Anadolu insanını bu çığlığı atmaya zorlayan sürece baktığımızdadoğa kiminsorusunun sorulmasında yarar var. İnsanoğlu farklı bir düşünüş ve yapış biçiminin verdiği avantajı kullanarak özellikle pozitivizm, bilimsel gelişmeler ve sanayileşme ile birlikte kendini doğanın tek hâkimi olarak gördü. Doğa, ancak insanın amaçlarına hizmet ederse değerlidiranlayışı, geçen 200 yılın temel bakış açısını oluşturdu. Bu bakış açısı insanı merkeze koydu; toprak, su, bitki ve diğer canlıları sömürülmesi gereken bir kaynak olarak algıladı. İlk başlarda doğa, üzerindeki tahribatı görece tolere edebilirken son 50 yıldır tüketim düzeyindeki olağanüstü artış, yeryüzünün kendini yenileme ve temizleme kapasitesini aşmış durumda. Bunun en somut örneği, sera gazları sonucu ortaya çıkan küresel ısınma ve buna bağlı iklim değişikliğinin gözle görülür biçimde yaşamımızı etkilemeye başlamış olması... Artık insanlar şu soruyu sormaya başladı: İnsan doğanın sahibi mi, yoksa uyum içinde yaşamak zorunda olan bir parçası mı? İşte Anadolu yürüyüşçüleri de sorunun ikinci kısmını savunan bir birliktelik

Bu soruyu sorduktan sonra, doğayı tahakküm altına alma yarışındaki sistem net olarak öne çıkıyor. O da sürekli büyümek, büyürken de tüketmek zorunda olan ve sadece kâr hedefleyen bakış açısının sonucu olarak bütün yeraltı ve yerüstü kaynaklarını vahşice yağmalayan, sömüren mevcut yapı. Yıkım, en kaba, en haşin haliyle kendi programını doğaya dayatıyor. İnsanın gerçek ihtiyaçları ve makul tüketim düzeyi ile değil, yaratılan yapay ihtiyaçlarla süren yok edicilik, doğayı tümüyle pazar-para daha çok kâr fasit dairesine sıkıştırıyor ve tahrip ediyor. Bu tahribattan insanoğlu da diğer tüm canlılar gibi nasibini alıyor.

Yatırım mı, yağma mı?

Anadoluya bakacak olursak, insan eliyle yaratılan yıkıcılığın bugünkü siyasal iktidar eliyle son yıllarda daha da güçlendiğini, akarsuların, madenlerin, orman alanlarının, kıyıların ve kentlerinçılgıncayağmalandığını görmek mümkün. Almanya, tüm nükleer santrallarını kapatma kararı alırken ülkemizde nükleer santral yatırımlarına başlanıyor. Akarsular üzerine yapılan ve yapılması planlanan yüzlerce hidroelektrik santralı, akarsu havzalarındaki ekolojik yapıyı tamamen bozuyor. Son 10 yılda maden arama ve çıkarma için 10 binin üzerinde ruhsat verildiği biliniyor. Kentlerde uygulanan dönüşümprojeleri ile yoksullar yerlerinden edilip sorunlar farklı alanlara taşınıyor. Yerlerinden edilenlerin yerine lüks rezidanslar”, “hayallerdeki yeni yaşam alanlarıinşa ediliyor. Büyük alışveriş merkezlerinin yaygınlaşması ile kentin merkezleri ve sokak yaşamı giderek ölüyor. Kent içi ulaşımda otomobil öncelikli düzenlemelerle bireysel ulaşım özendiriliyor ve petrole dayalı ulaşım yapısı hâkim kılınıyor. Karadeniz otoyolu ile Anadolu kıyılarının dörtte biri ile insanın ve kentlerin ilişkisi koparılıyor. Seçim döneminde kentler üzerinden üretilen projeler ise yine bu kapitalist yağmanın bir parçası olarak gündeme geliyor. Kanallar”, “tüneller”, “dev kentlergibi projeler, yaratacağı çevresel tahribat ve bozulmalara bakılmaksızın kolaylıkla telaffuz ediliyor.

İşte tam bu noktada, bu tahribatları kabullenemeyen Anadolu insanı hiçbir siyasal manipülasyon ile hareket etmeden, sadece yaşam hakkını savunmak için Ankaraya yürüyor. Üstün kamu yararı”, “sürdürülebilir kalkınmagibi kavramların doğanın sömürülmesine gerekçe olamayacağını söylüyor. Dünya Çevre Gününde yanlarında olacağız. Onlara destek için değil, kendimize ve yaşamımıza destek olmak için...

Bülent Tanık Çankaya Belediye Başkanı


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler