'Yazmak, düş gücünün nesneleşmesidir'

Tülay Güzeler 1961 doğumlu. İskenderunlu. Tıp mezunu. Radyoloji hekimi. On yılı aşkın bir süredir emek veriyor edebiyata. Düzyazıcı. Anlatıcı-nakledici olmaktan çok gözlemleyici-sorgulayıcı. 'Gerçek'in var haliyle sorunu var, gerçeküstücü bir anlayışa sahip. Fantastik öğeler hep kaleminin ucunda. Zorluğu seçmiş bir yazar, edebiyatın dağ yolunda yürüyor. Güzeler'le Dar Koridor ve AyŞehri'ni konuştuk.

'Yazmak, düş gücünün nesneleşmesidir'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 03.01.2013 - 08:24

-Önce 'Dar Koridor' adlı öykü kitabın, ardından 'AyŞehri' adlı romanın yayımlandı. Aynı yıl içinde iki kitapla birden çıktın okurun karşısına. Senin açından verimli bir yıl oldu diyebiliriz. Öykü kitabın edebiyat çevrelerinde olumlu karşılandı. Görmezliğin iyice pekiştiği bir edebiyat ortamında kitaba ilişkin olumlayıcı yazıların önemli kalemlerin elinden yayımlanmış olması sevindirici bir durum olsa gerek. Genellikle ilk kitaplar bizim edebiyatımızda görmezlikten gelinir. Bu anlamda 'Dar Koridor' şanslı sayılmalı. Ardından bir romanla çıkageldin. Bence kankardeşliklerine karşın öykü ve roman ayrı disiplinler olarak düşünülebilir. Öncelikle bunun üzerinde duralım istersen. Neden öykü? Neden roman ya da şöyle sorayım, neden hem öykü hem roman?

- Roman ya da öykü yazmanın, yazma sürecinde şekillendiğini düşünüyorum, daha doğrusu benim pratiğim içinde böyle. Tamamladığım dosyaların -yayımlanmamış olanları da var- hiçbirine öykü veya roman yazma dürtüsüyle başlamadım. Düş gücünü harekete geçiren bir düşüncenin, bir olayın, bir sezginin, kavrayışın. Her neyse, roman veya öyküye dönüşmesini, o şeyin genişleyebilme veya bizim tarafımızdan genişletilebilme, yayabilme becerisi belirliyor. Ben bu açıdan roman veya öykü yazma konusundaki gerilimi veya 'roman'ın 'öykü'den daha yukarıda konumlanışını -yazma sürecimin şu anki evresinde- hiç anlayamıyorum.

'YOLUMU AÇA AÇA YÜRÜMELİYİM'

- Bazı öykülerinde var olan fantastik kurgu anlayışın 'AyŞehri' adlı romanında zirve yapmış durumda. Romanından bakıldığında gerçeküstücü bir yazar olarak duruyorsun. Türk edebiyatında, özellikle düzyazıda bir azınlık oluşturuyor bu kavrayışa sahip olan yazarlar. Bu alanda okur alışkanlığının da yeterince gelişkin olmadığından söz edilebilir. Buradan bakıldığında 'AyŞehri' sence bir yazarın ilk romanı için bir risk değil mi?

- Öyle düşünmüyorum. 'Risk değil' demiyorum, başka şey söylemek istiyorum. Borges'in dediği gibi 'sonuçta herkes elinden geldiğince yazıyor.' Herkesin yazma gücü aldığı, anlatma hevesiyle dolu özel bir alanı var. Bu, yazarların çoğunda çarçabuk anlaşılır. Döner dolaşır çocukluğunu anlatır, uzun zamandır şehirde yaşamaktadır, ama köy öyküleri yazar örneğin. Her insan, nasıl, kendi bacaklarıyla koşacaksa yazan kişinin de kendi etkilenim alanları içinde kalarak düşünme ve yazma becerisi kadar yazacağı açıktır. Soruna döneyim: Risk mi değil mi, değerlendirme şansım yok. Şöyle düşünüyorum: Kendimden, gereksinim duyarak hayata çıkardığım bir şey -kitap- birilerine de iyi gelecektir, bana iyi geldiği gibi. Kendimi takip ede ede, yolumu aça aça yürümeliyim. Ben de nereye kadar gidebileceğimi merakla bekliyorum, umarım yazdıklarım 'kitap kirliliği' yaratmaz, en büyük korkum bu.

- 'AyŞehri'nde okurların düş gücünü hayli zorluyorsun. 'Düşünme'yi bile ağır bir yük olarak görmeye başlamış bir toplumda; insanı, düşlemeye ve o yolla sorgulamaya çağırmanın sessiz bir çığlık olarak kalma olasılığı bir yazar olarak sana biraz ürkütücü gelmiyor mu?

- Hayır, bu bana ürkütücü gelmiyor, çok sıradan şeyler yazmak ürkütücü geliyor. Üstelik kitap okuma alışkanlığını koruyan kişilerin, düşünmeyi ve düşlemeyi sevdiğini düşünüyorum, en azından bir kısmının böyle olduğunu. Bir de şu var: Bir kitap yazdığınızda bunun nasıl okunacağını öngörme şansınız yok. AyŞehri gelecek kurgusu olsa da aslında bugünü anlatıyor.

'KAYIT ALTINDA OLMAK ŞARTTI'

- Romanın baş karakteri Nergis'i şöyle konuşturuyorsun: 'Bizim devlet dediğimiz, şirket dediğimiz, kurum dediğimiz şey, hiyerarşik insan ilişkilerinden ibarettir.' Bu hiyerarşinin içinde insanların 'korkutulabilir', 'sindirilebilir' olması; 'güce tapması', 'açgözlülüğü' gibi 'çok sayıda zaafları' ve 'eksik yanları'nın bulunması nedeniyle Nergis, robotların çare olacağını düşünüyor. Tabii bu robotlar, insanda var olan olumsuzluklardan arınmış bir şekilde programlanacak. Nergis'e göre çok güçlü olan bu hiyerarşik yapıyı insan eli değiştirmeye yetmiyor gibi. Ona göre, ancak güzel insan olarak programlanacak robotlar düzeltebilir dünyayı? Sence Nergis doğru mu düşünüyor? Kapitalizme karşı robotların gücüyle mi direnilecek?

- Aynı ironiyle cevaplayayım sorunu. Eksiksiz ve tüm olasılıkları içeren bir mücadele programının, bir insan tarafından yapılması gerektiği için, ne yazık ki hayır... Ama ironiyi bir adım daha ileriye taşıyacak olursak evet de diyebilirim bu soruya: Dünyayı kurtarmak için mücadeleye girişildiğinde bu işin teorisini oluşturan filozof ile bu mücadeleyi yöneten lider dışında, sanki 'İnsan'a gerek yok. Diğerleri programlanmış birer robota dönüşüyor, her ne çevresinde toplanılırsa toplanılsın... Aslına bakarsan, romandan alıntıladığın söz konusu bölümü, bir kurtarıcıya inandığım için bile yazmış olabilirdim. Doğru programlanmış bir robot lider. Ben, ne düşünerek yazmış olursam olayım iş gelip okuyan kişiye dayanıyor. Bu bölümü, biri, tek kutuplu ve çözümsüz bir zamana karşı ironik bir gönderme olarak okuyabilir; diğeri, bu bölüme kadar iyiydi, tamamen politik metne dönüştü diye kitabı bir kenara atabilir. Başka biri ise benim aklıma bile gelmeyen şaşırtıcı bir derinlik bulabilir bu bölümde ve kitabı sırf bu bölüm için sevebilir. Şimdiden sistemin bizi zaten robota dönüştürdüğünü ve program dışına çıkamadığımızı düşünen biri, bu bölümde derinlikli hiçbir şey bulmayabilir.

- 'Kapitalizm insanlara birer makine gibi davranmıştır. Sanayi sonrası toplum onlara birer gösterge gibi davranmaktadır.' Paz'ın bu saptamalarının ışığında 'AyŞehri' tüm bunlara bir isyan mı?

- Evet, ne güzel söyledin. Soru, bir anımı aklıma getirdi: Devlet hastanesinde radyolog olarak çalışırken bir gün işimizin bitmesine yakın, temizlik şirketinin sigortasız çalıştırdığı işçilerden biri arkadaşına ultrason yaptırmak istedi. Bizim tetkik yapabilmemiz için, hasta ya bir kuruma bağlı olacak veya ücretini ödeyecek. Yatırılması gereken para oldukça azdı, işçi, maaşının ödenmediğini, arkadaşının da işsiz olduğunu söyledi. Ne yapacağımı bilmeden odada kalakaldım, beki de yalan söylüyordu. Hastaya dönüp bakmak en sonunda aklıma geldi, iyi görünmüyordu. Öfkelenerek kabul ettim, o anda, bu kadarcık ücreti bile ödeyemeyen bu iki erkeği derinlerimde küçümsediğimi hissettim. Bir makbuz burnuma uzatılmadığı veya kayıt defterinde ismi olmadığı için bu tetkiki yapmak istemediğimi anladığımda çok şaşırdım, aklım karıştı. Ben doktordum, o hastaydı, ultrason cihazı çalışır vaziyetteydi. Her şey vardı. Olmayan neydi? Eksik defter kaydı ve para makbuzu sanki her şeydi: Kayıt altında olmak şarttı ve yapılan şeyi parayla ödemek... Geri kalan şeylerin önemi yoktu... Yani onun... Hastanın.

Dar Koridor/ Tülay Güzeler/ Kanguru Yayınları/ 126 .

AyŞehri/ Tülay Güzeler/ Kanguru Yayınları/ 160 s.
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler