Yine Ötelerden, Yine Osmanlı!
Bir ses geldi gaipten yine, 2011 Haziranı’nda, Osmanlı İmparatorluğu’nu anımsattı bizlere. Sözlüklerin yazdığı “göz önünde bulunmayan, nerede olduğu bilinmeyen” anlamıyla gelen bir ses değil bu. Bildiğimiz “okyanus” ötesinde, bir dergide edilen sözler ve Osmanlı’ya ilişkin beklentiler; aynen 2010 Aralık ayında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun lafını ettiği “Osmanlı Milletler Topluluğu” fantezisinin oralarda anımsattığı tarih versiyonu gibi!
Tarihçileri bol olan bir ülkedeyiz; akademik disiplin içinde yetişmiş uzmanların da bulunduğu bir ortamda yaşıyoruz. Uzaklardan bir tarihçi ya da gazeteci tarafından yapılan bir yorumun Türk medyasında ön sıraları alması, açık oturumlara konu olması, ekranlarda yetkili yetkisiz, görmeye alışık olduğumuz, hatta görünmelerinden usandığımız birçok “musahib”in diline persenk etmesi, bir tarihçi olarak, üstelik Osmanlı imparatorluğu’nun klasik denilen en geniş sınırlarına ulaştığı dönemlere eğilen bir kişi olarak, beni çok şaşırttı, üzdü, acı acı gülümsetti bir kez daha.
Tarihçiler adına utandım
Üzüntüm ve şaşkınlığım bir yana, bu alanda yetişmiş değerli tarihçiler adına utandım; onların ortaya koydukları eserlerin bir kalemde kenara itilivermiş olmalarına hayıflandım. Türkiye Cumhuriyeti’nin armağanı sayılan pek çok değere karşı yapılan saygısızlığa içerledim. Mesleğimin yağmalanmasını seyrederken veya okurken, onca tarihçilik emeğini kenara iterek aklına geliverenleri seslendirenler tarafından sıfırlandığına tanık olurken “Bu mesleği neden yapıyoruz” diye sorguladım kendimi. Ne kadar önemliymiş kudretli sayılan okyanus ötesindeki çağımız imparatorluğunda yapılan geçmişe ilişkin bir dergi yorumu! Ne kadar yetersizmiş Türkiye’de yapılagelen tarihçilik, yayınlanagelen kitap ve makaleler! Ne kadar da hazırmış medya bilgisizce, hoyratça ve ne maksatla yapıldığı “karışık” olan bir yorum üstüne atlamaya!
Çok uzaklardan gelen yorumlar
Ben, çok uzaklardan ulaşıp gelen bu tür yorumların varlığına itiraz edemem; onlar her zaman ortaya çıkacaktır. Adına tarih dediğimiz bilgi dalı üstüne söylenenler ve yazılanlar disiplin altına alınamıyor; tutuklanamıyor! Böyle bir alandır tarih dünyası. Geçmiş, iktidar emelleri için, öğretime yön vermek için ve ideolojik beklentiler için kullanılabiliyor; ekranda ve gazete sayfalarında, siyaset arenalarında, dersliklerde şekillendiriliyor. Ama bu dalın bilginleri, akademik yetkilileri de var. Onların önerileri doğrultusunda geçmişe ilişkin yorumlar çok daha sağlıklı yapılabilir; onların biriktirdikleri materyal ve ileri sürdükleri öneriler, bilimsel anlamda çok daha değerli olabilir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Avrupa’da çok güçlü tarih merkezleri de var ve onların içinde Türk ve İslam (burada konu ettiğim Osmanlı) tarihleri ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Acaba onların hangileri geçmişin o aşılmış günlerine geri dönmek ister? Tarihçiler geçmişin “mazi” olduğunu bilirler.
Ne demektir “Osmanlı Milletler Topluluğu” ya da “Yeni Osmanlıcılık”? Viyana sınırlarına dayanan Avrupa’nın (Müslümanlarla birlikte) Hıristiyan nüfusu mu zapturapt altına alınacak? Basra’dan ya da Yemen’in Aden’inden ücretli neferlerini Hint Okyanusu’na götüren serüveni Arap/Müslüman nüfusa mı yaşatacak? Kırım mı alınacak “Devlet-i Âliyye” çemberi içine; yoksa Etiyopya’ya ve Fas’a mı dayandırılacak “serhat” bölgeleri? Bu hayal ürünlerinin gerçekleşmesi mümkün olmayacağına göre, bunu işlemeye çalışanların bile sağduyuları böyle bir şeye açık olamayacağına göre, nasıl olup da Britanya İmparatorluğu’nun “commonwealth” izdişümü yaratılabiliyor? Geçmişe sığınmak mümkün olamayacağına göre neden bu sorular sorulup işgal edilmekte insan beyni? Oryantalizmin yeni bir versiyonu mudur bu oyun? Neden tarih ve tarihçiliğin sınırları zorlanıp Osmanlı özlemi yaratılmak isteniyor, onu irdelemek yerine? Varmış olduğu noktada uygarlığa nasıl bir katkıda bulunulacağı üstüne kafa yormak; bilimin, sanatın, özgürlüğün yollarını tıkayan engellerin nasıl aşılabileceği yolunda çaba harcamak daha doğru olmaz mı? İnsanoğlu geçmişte yapılanlardan ziyade, kendi ortamında yapılabilecek ilerlemelerin üstünde durmakla çok daha yararlı iş yapmış olamaz mı? Unutmamak gerekli, Türkiye Cumhuriyeti dünya uygarlığına ortak olabilmenin yollarını çoktandır açmıştır. Onu, Osmanlı macerası aramak gibi fantezilere kapılmadan geliştirmek çok güzel bir hizmettir.
Osmanlı geçmişin malıdır; o, her türlü icraatıyla, sanat eserleriyle, bürokrasisiyle, kurduğu sistemle tarih bilinci elde etmek için değerlendirilmeye açıktır. Ama o içine girilebilecek bir kimlik değildir artık; başka bağımsız ülkelerin (bir zamanlar Osmanlı egemenliği altında bulunmuşlar diye) böyle bir aidiyet içine Türkiye Cumhuriyeti’ni sokma hevesleri için hiç değil!
Gaipten gelen ses
Bir ses geldi gaipten yine, Osmanlı tavsiyesiyle! Onca aklı başında tarihçilerin, eminim üzülerek, aynı zamanda acı acı gülümseyerek karşıladıkları bir ses. Sözlüklerin “nerede olduğu bilinmeyen”, “göz önünde bulunmayan” biçiminde tanımladıkları bu sesi duyan medya akilleri atlayıverdiler üstüne bir kez daha; o sese “göz önünde bulunan” anlamı kattılar! Güzel Selimiye’yi seyrederken irdeleyecekleri geçmişi, yapay bir Mimar Sinan’la getirmeye çalışan politikacıların önüne kırmızı halı serercesine, “ölü mazi”nin günümüze taşınamayacağını bildikleri halde, bilgiçlik taslayarak tarih dersi verircesine!
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu