Yunanistan Başbakanı'na Mektup...
Muhterem Başbakan, Kral I. Paulos’un ve Kraliçe Frederika’nın 8 Haziran 1952 günü başlayan Türkiye’yi ziyaretinin Ankara bölümüne tanıklık ettiğim zaman 13 yaşındaydım. Yüksek misafirlerin geçtiği yol boyunca sıralanmış olan izciler arasında ben de vardım. Türkiye ile Yunanistan arasında o gün yaşadığım bu dostluk olayının bir benzerine, aradan geçen 58 yıl boyunca bir daha şahit olamadım.
Türkiye’nin dış siyasetinin ana hedefi ve temel ilkeleri Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından tespit edilmiştir. Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” vecizesi diplomasimizin düsturu olmuştur. İstiklal Savaşımızı kazandıktan sonra Atatürk’ün 1. Dünya Savaşı’nda vatanımızı işgal etmiş olan güçlere dostluk eli uzatması ve bu çerçevede yaşanan Atatürk-Venizelos dostluğu, Türkiye’nin dış politikasının yürütülmesinde daima ilham kaynağı oluşturmuştur.
Türk hükümetinin uyguladığı “komşu ülkelerle sıfır sorun” politikası, kuşkusuz Atatürk’ün Türkiye için çizdiği barışçı dış politikanın ruhuna ve geleneklerine uygundur. Başbakan Sayın Erdoğan, Ekim 2009’da aldığı inisiyatifle ve 14-15 Mayıs 2010 tarihinde Atina’ya gerçekleştirdiği ziyaretiyle “sıfır sorun” hedefi doğrultusundaki politikayı Yunanistan’a yönelik olarak da uygulamaya koymuştur.
Bu politikanın, 58 yıl önce yaşadığım dostluk olayının daha görkemlisini torunuma yaşatmasını ve kalıcı sonuçlar vermesini yürekten diliyorum.
Zatıâlinizin Erzurum’a gelerek Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın düzenlediği “3. Büyükelçiler Konferansı’na” hitap edeceğinizin açıklanması, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin gelişmesini hızlandıracak ve sorunların halledilmesini kolaylaştıracak müsait bir havanın oluşmasına ilave katkılar yapacağı yolundaki umutları ve beklentileri kuvvetlendirmiştir.
Erzurum’da halka yaptığınız hitapta dile getirdiğiniz “Geçmişin önyargılarını bir kenara bırakmalıyız; geçmişin rekabetlerini unutmalıyız. Artık önyargıların duvarını yıkmak istiyoruz” şeklindeki sözlerinizin Türkiye’de herkes tarafından takdirle karşılandığına ve gönülden paylaşıldığına inanıyorum.
Ancak, büyükelçilere hitabınızda Türkiye ile Yunanistan arasındaki ihtilaflı konuları açmanız, Türkiye’yi suçlamanız ve özellikle “Kıbrıs’ta işgal sürdükçe Türkiye AB üyesi olamaz” şeklinde konuşmanız, “önyargıların duvarını yıkmada” güçlüklerinizin ve hatta imkânsızlıklarınızın bulunduğunu ortaya koymuştur.
Erzurum’daki toplantıda dile getirmiş olduğunuz görüşlerin “bunlar Yunanistan’ın bilinen görüşleridir” şeklindeki bir düşünceyle geçiştirilmeye müsait olduğunu sanmıyorum. Bu görüşlerinizi Yunanistan’da veya uluslararası forumlarda ifade etmiş olsaydınız, bu şekilde bir tevil belki yapılabilirdi.
Oysa, siz, Başbakan Erdoğan’ın geçen yıl Atina’ya yaptığı tarihi ziyaretten sonra, Erzurum’da Türkiye’nin Başbakanı’nın ve bazı bakanlarının da katılacağı ve ismi “3. Büyükelçiler Konferansı” olan bir toplantıda konuşma yapmayı kabul etmekle, Türk-Yunan ilişkileri tarihinde bir ilk olayda baş aktör olmayı üstlenmiş bulunuyordunuz. Toplantıya katılan Türk dostlarınız ve konuşmanızı TV’den canlı olarak izleyen milyonlarca Türk vatandaşı, bu rolünüzü ifa ederken, sizden, Türk- Yunan sorunlarına ilişkin konularda “bunlar Yunanistan’ın öteden beri bilinen görüşleridir” şeklinde nitelendirilecek polemiğe yol açan sözler değil, münhasıran Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin geleceği hakkında çığır açıcı akilane sözler dile getirmenizi beklemekteydi. Sizin mümtaz kişiliğiniz zannımca bu beklentiyi haklı kılmaktaydı. Halbuki, Türk-Yunan dostluğunun önemine ilişkin birkaç olumlu cümleniz de maalesef, polemik yaratan sözlerinizin arasında kayboldu gitti.
İç ve dış basın, konuşmanızı, Erzurum’da Türkiye ve Yunanistan başbakanları arasında sert tartışmalar cereyan ettiğini gösteren başlıklarla yansıttılar.
Bununla beraber, Palandöken’deki konuşmanızın iç politika amaçlarınıza uygun düştüğü hükümet sözcünüzün yaptığı ve Türk basınına da yansıyan açıklamasından anlaşılmaktadır.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların üstesinden ortak çıkarlar anlayışıyla gelinebilmesi ve karşılıklı güvene dayalı ilişkilerin kurulup sağlıklı biçimde geliştirilebilmesi için, öncelikle, iki devlet arasındaki sorunların listesi üzerinde gerçekçi biçimde mutabık kalınması gerektiğine inananlardanım. Zira iki devlet arasındaki sorunlar sadece “kıta sahanlığının sınırlarının belirlenmesinden” ibaret değildir.
Ayrıca, Türkiye’nin Yunan hava sahasını ihlal ettiği yolundaki iddialarınızın da Yunanistan’ın, Ege’de 6 mil olan karasuyu genişliğine rağmen hava sahasını 10 mil olarak belirlemiş bulunmasından kaynaklandığını bilenlerdenim.
Türkiye’yi Kıbrıs’ta “işgalci” olarak niteleyen ve “işgal sürdüğü müddetçe Türkiye’nin AB üyesi olamayacağına” dair görüşünüze gelince:
Kıbrıs sorununu yaratan tarafın Türkiye ve Kıbrıslı Türkler olmadığı tarihi bir gerçektir. Türkiye’nin dış politika hedeflerinde, Kıbrıs’la ilgili olarak, “ENOSİS” kavramıyla eşanlamda Türkçe bir kavramın hiçbir zaman yer almadığı da bir başka hakikattir. 1960 antlaşmaları Türkiye tarafından desteklenip benimsenmiştir. Türkiye bu antlaşmalarla Kıbrıs’ta ebedi bir barış ortamının yaratıldığı anlayışında olmuştur. Zamanın Dışişleri Bakanı Zorlu’nun ve Başbakan Menderes’in buna dair demeçleri ve Türk hükümetlerinin 1964 yılına kadar olan programları bu gerçeği teyit etmektedir.
Buna karşılık, Yunanistan’ın 1960 antlaşmalarına hangi gözle baktığını, müteveffa pederiniz Başbakan Andreas Papandreu’nun “Namlunun Ucundaki Demokrasi” adlı kitabında açık biçimde anlatılmaktadır. Yine, aynı kitapta, müteveffa dedeniz Başbakan Yorgo Papandreu’nun Makarios ile anlaşarak 1964 yılında Kıbrıs’a “gizlice 20 binden az olmayan” sayıda asker sevk ettiğine dair tarihe kayıt düşen bilgiler de yer almaktadır.
Makarios, 19 Temmuz 1974 günü BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmada Kıbrıs’ın istila ve işgal edildiğinden söz etmiş ve “işgalci” olarak Türkiye’yi değil, Yunanistan’ı zikretmiştir.
Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974’ten itibaren yaşanan gelişmeler Yunanistan’ın adada gerçekleştirdiği askeri darbenin sonucu olmuştur. Türkiye 1960 Antlaşmalarına dayanarak adaya müdahale etmiş ve ENOSİS’i önlemiştir.
Kıbrıs’ta askeri darbe yapan Yunanistan bu olaydan bir yıl sonra AB tam üyeliğine ehil görülmüşse, Kıbrıs’ta ENOSİS’i önlemiş olan Türkiye AB’ne Kıbrıs sorunu yüzünden neden üye olamasın?
Kıbrıs sorununa çözüm bulma girişimleri daima Kıbrıs Rum tarafınca engellenmiştir. Bu da Kıbrıs ile ilgili bir başka gerçektir. Bu gerçeğin en son örneği 24 Nisan 2004 referandumunda yaşanmıştır. Kıbrıslı Türkler kabul ederken Annan Plânı’nı reddeden, böylece, Ada’da çözümsüzlükten yana tercihini kullanmış olan, ayrıca, Kıbrıs sorununu yaratmış bulunan Kıbrıslı Rumlar, referandumdan sadece bir hafta sonra AB’de masaya tam üye olarak oturabilmişse, Kıbrıslı Türkleri çözüm için açık biçimde yönlendirmiş ve teşvik etmiş olan Türkiye AB’ye neden üye olamasın?
“Kıbrıs’taki işgal sona ermeden Türkiye’nin AB’ye üye olamayacağını” iddia etmenin, iyi niyeti yansıtan, Kıbrıs ile ilgili gerçeklerle bağdaşan, mantık ve adalet ölçülerine ve AB’nin değerler manzumesine ve AB’nin öz çıkarlarına uygun düşen bir izahı olabilir mi? Bu yersiz iddia karşısında Kıbrıslı Rumların adada çözüme ihtiyaç duyması beklenebilir mi?
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu