Arayışla bütünlenen şiirler
Şair Cafer Yıldırım’ın dosya haliyle 2021 Ruşen Hakkı Şiir Ödülü’nde Seçici Kurul Özel Ödülü’ne değer görülen kitabı Yurdum Yüzünle Başlar (Şiirden Yayınları), aşk temasının bir taraftan özlem, ayrılık, bağlılık bağlamında öne çıkarken bir taraftan da kavramsal olarak sorgulandığı yanı sıra gözlem, yaşantı ve tanıklıklarıyla şairin açtığı özgün yolla kültürel ruhumuzu şiirin olanaklarıyla yeniden ürettiği bir yapıtı. Cafer Yıldırım ile yeni kitabını konuştuk.
- Türküler Kimin İçin 1988’de, Bir Firariyse Umut ise 1992’de yayımlanıyor. Buradan şiir serüveninize başlarsak neler söylemek istersiniz?
Aslında ilk iki kitabımın adını birlikte anmanız benim açımdan anlamlı oldu. Bu kitaplar tarihsel kesit olarak 12 Eylül Dönemi’yle ilgilidir. Bu dönemin duyarlığının ürünüdür. Bu ilk iki kitabımda “nasıl söylemeliyim”den ziyade “ne söylemeliyim” çabasının ön planda olduğunu görüyorum. “Ne söylemeliyim”in odağında ise ağırlıklı olarak siyasal kaygılar bulunuyor.
- İlk basımı 1995 tarihini taşıyor, nasıl bir ortamın ürünüdür Yurtsuz Sevda?
1991 yılında askere gittim. Yurtsuz Sevda’yı sekiz aylık askerlik dönemimde Sivas ve Tokat’ta yazdım ağırlıklı olarak. Artık ne söylediğim kadar söyleyeceklerimi nasıl ifade etmeliyim çabası içinde olduğum bir anlayış aşamasındaydım.
- Ve 2005’te Öteki Zaman’la buluştuk…
Benim şiirim, bir yanıyla Türk halkının geçmişe kaydolmuş devrimci ve atılgan zamanlarına duyulan özlemin ağıtıdır. İdeal olana ulaşabilme istek ve umudunun, arzulanan yeniyi kurabilme iradesinin bir özlemidir. Bu duygular Öteki Zaman’da da ağırlıklı olarak yer almaktadır.
Kendime özgü bir şiir dili oluşturma yönündeki çabalarım 2005’te yayımlanan Öteki Zaman’la etraf tarafından da fark edilir hale geldi. Yazdığım şiirin üstatlar tarafından koşullu bir biçimde de olsa onaylanması ilk kez Öteki Zaman’la gerçekleşti.
Aynı dosyada yer alan Nehirler Gibi ve Yurtsal Serüven şiirleri ise UNESCO’nun 1998 yılında Hasan Âli Yücel adına düzenlediği şiir ödülünde “İkincilik Ödülü”ne değer görüldü.
- 2009’da Dev Adımları Vardı Gitmenin yayımlandı. Bu kitabınızda anlatım ve tematik yönelim açısından bir farklılaşmadan söz edebilir miyiz?
Bir farklılaşmadan ziyade hem anlatım hem de temaların işlenişi açısından bir sıçramadan söz edebiliriz. Türkiye ile ilgili kaygılar, kırgın-karşılıksız duygular, iç sızılar, varoluşun gizemi ve bütün bunları çerçeveleyen devrim özlemi bu kitabımda da tematik varlığını korumaktadır. Bireyin iç dünyası ile dış gerçekliğin kesişme alanında ortaya çıkan ruhsal çeşitlilik bu kitabımda daha belirgin bir biçimde yansıtılmıştır.
Bu arada şunu da belirtmeliyim: Ben ve bu dönemde toplumcu gerçekçi anlayışla yazan şair arkadaşlarım, sonuçta biz tabii ki 1930’ların, 1940’ların tarzını tekrar etmiyoruz.
Ülkemizde Tevfik Fikret’le başlatılabilecek, ara dönemini Yaşar Nezihe ve Ahmet Haşmet gibi şairlerin doldurduğu ama gerçek kimliğine Nâzım Hikmet’le kavuşan toplumcu gerçekçi anlayışın ruh iklimindeyiz ve o anlayışa ideolojik bağlılığımız bugünün gerçekliği üzerinden sürmektedir. Bu bağlılık, geçmişi birebir tekrar etmekten çok onu zenginleştirmek, boyutlandırmakla yükümlüdür.
Dev Adımları Vardı Gitmenin’e geldiğimizde ise anlatım açısından kalemimin daha rahat hareket ettiği bir aşamaya geldiğimi ifade edebilirim. Bu kitabım KYÖD’ün Ulusal Kitap Yarışması çerçevesinde Ruşen Hakkı Şiir Birincilik Ödülü’ne değer görüldü.
Artık şiir sanatı alanındaki çaba ve emeğimin Türk edebiyat dünyası tarafından değerlendirilme dairesine girdiğini bir kez daha ve kesin biçimde gördüm.
- 2016’da Şehirden Bir Nisan kitabınız yayımlandı. Bu şiiriniz daha önceki şiir tarzınızdan bir kopuşa mı yoksa daha önceki şiirinizi de içeren yeni bir evreye mi işaret ediyor?
Şiir, varoluş sorunsalı içindeki bireyin kendine dönük algısını yansıtıyor. Varoluş ve bireyin kendini gerçekleştirme temaları benim daha önceki kitaplarımda da işlediğim temalardır. Şehirden Bir Nisan’da dilin daha bir kuyumcu gayretine tabi tutulduğunu, işlenen konulara uygun bir söyleyiş inceliği yaratıldığını, bunların yanında duygu ve düşünsel zeminde daha derinliklerden elde edilen duyarlıkların su yüzüne çıkartıldığını söyleyebilirim. Bu kitabımla da 2017 Enver Gökçe Şiir Ödülü’ne değer görüldüm.
- Her dönemde tartışılan imge konusunu da sormak isterim size. İmgeye nasıl bakıyorsunuz?
Görüp işittiklerini, tanık olup yaşadıklarını, edinip bütün bellediklerini kuşkusuz en beliğ bir ifade ile yansıtmaktır her şairin yegâne gayesi. İmge, şairin günlük dilin dışına çıkmak zorunda kaldığı işte bu aşamada dayatır kendini.
İmge kavram olarak bulunup keşfedilen, aranıp icat edilen bir şey değil, şiirsel mecburiyetin sıradan bir gereksinimidir. Şaire ait bir tercih değil, şiire ait bir mecburiyettir.
Öyleyse her imgenin bir karşılığı, anlamın yansıtılmasını etkili kılan ve aynı zamanda şiirin anlam coğrafyası içinde bir başka şiirsel unsurun yerine getiremediği bir işlevi olmalıdır.
- Yeni kitabınız Yurdum Yüzünle Başlar’a gelirsek...
Adı Yurdum Yüzünle Başlar. Kitabı oluşturan şiirler, aşkı imgeleyen bir “yüz”ün aranışı etrafında birbirleriyle bağlantılanıyor. Arayış eylemi üzerinden Türkiye’nin farklı coğrafyalarından sosyal hayata dair kesitler sunuluyor.
Aranan yüzle imgelenen aşk; kişi, zaman ve mekân unsurlarıyla ilişkili olarak beşeri boyutlarıyla sorgulanırken okuyucu, şiir kişisinin ruh derinliklerine bakabilme olanağına kavuşuyor.
Aşkın beşeri olanıyla yer yer bütünleşmiş olan dava hali, aranan yüze bir isyan atmosferinde rastlanmasıyla metaforik, simgesel bir nitelik de kazanıyor.
- Yurdum Yüzünle Başlar adlı kitabınızda yer alan ilk şiirinizde şöyle bir bölüm var: “geçip giden kendisiyle birlikte beni de götürdü/ meğerse orasıymış ulaşacağın menzil/ artık biliyorum zaman kadar geçici olduğumu/ zaman kadar naif, zaman kadar çaresiz/ ve geri dönülemez olduğunu kat ettiğim mesafelerin” Zaman kavramının sorgulandığını söyleyebilir miyiz?
Zamanla ilgili kavramsal bir sorgulamadan çok zamana yaşanan gerçeklik üzerinden bir yaklaşımım var. Zaman gittiği yere kendisiyle birlikte bizi de götürüyor ve yaşanmışlık halinde biz bunun farkında olmuyoruz. Bu bakımdan sözünü ettiğiniz “Zamanın Aynasındaki Sır” şiirimde zamana dönük bir farkındalık yaratmayı amaçladım.
- Kitapta aşk temasının yoğunlukla işlendiğini görüyoruz.
Doğru. Aşk teması bir taraftan özlem, ayrılık, bağlılık bağlamında öne çıkarken bir taraftan da kavramsal olarak sorgulanıyor. “Bir Yalnızlığın Her Şeyi”nde yer alan şu dizeler bu durumu tam anlamıyla örneklemektedir:
“Herkesin yüzüne aynı aldırmazlık, aynı umursamazlıkla baktığım/ tıklım tıklım bir salon kalabalığında karşılaştım ben onunla, neden?/ O, kalabalıktan çıkıp geldi;/ o, kalabalığın içinden girdi kalbimin ülkesine,/ bir anda bütün gözeneklerine sızdı benliğimin;/ yine neden?”
- “İki Şair İmlası” şiirinizde konu edilen şairleri öğrenebilir miyiz?
Şairlerden biri Nilgün Marmara. Şiirde ondan bir alıntı var: “Ey, iki adımlık yerküre/ senin bütün arka bahçelerini gördüm ben.” Diğer şair Soysal Ekinci. Şiirde onun da bir sözü yer alıyor: “…umut en çok bize yakışırdı.”
- Şiirleriniz birbirine eklemlenen, yer yer birbirini açımlayan, tamamlayan bir süreklilik kurgusu içinde yer alıyor. Bu bilinçli bir tercih mi?
Aranan bir yüz var. Sevgilinin yüzü bu. Fakat giderek bu yüz aşkın metaforuna dönüşüyor. Bu dönüşme sürecinde belirttiğiniz gibi şiirler içeriksel olarak birbirine bağlanıyor. Biri bir başkasını açımlıyor, tamamlıyor. Her şiir bağımsız bir kimliğe sahip olmakla birlikte kitap bütünlüğünde bir arayış hikâyesinin parçası haline geliyor.
- Şiir kişisinin arayışı esnasında okur da Türkiye’nin çeşitli bölgelerine bir seyahate çıkıyor.
Evet. Erzurum, Ankara, Keşan, Sivas, Gevar, Van, Mudanya, Tirilya, Asos, Germiyan ve Taksim şiir kişisinin geçtiği yerler. Onun gözlem, yaşantı ve tanıklıkları üzerinden buraların sosyal yaşamından kesitler sunuluyor.
- Şöyle bir belirleme yapmak istiyorum: Aranan yüzle imgelenen aşk; kişi, zaman ve mekân unsurlarıyla ilişkili olarak beşeri boyutlarıyla sorgulanırken okuyucu, şiir kişisinin ruh derinliklerine bakabilme olanağına kavuşuyor.
Aşkın beşeri hali, aranan yüze bir isyan atmosferinde rastlanmasıyla yeni bir düzen ve Türkiye idealiyle ilişkilenerek metaforik, simgesel bir anlam kazanıyor.
Benim algılayışıma da uygun düşen bir yorum bu. Arayış, Gezi olayları sırasında aranan yüze Taksim Meydanı’ndaki kalabalığın içinde rastlanmasıyla son buluyor. O bölümü aktarmak isterim:
“Yüzün ki senin bütün arayışlarımın, bütün çabalarımın karşılığıydı;/ onlarca kez kırılan ve her seferinde dirilttiğim dayanma gücümün sebebiydi./ O gece ne mutlu ki bana seçebildim yüzünü koca bir meydan kargaşası içinden./ Sen oradaydın. Ağaç yaprakları, kediler, çiçekler ve güvercinlerle birlikteydin./ Panzerler, gaz silahları, akrepler ve sana karşı nefretle donanmış/ duyguların namluları önündeydin. Emir ve komutanın hedefiydin./ Sen oradaydın, gecenin altında, her yıldızdan bir parça./ Herkes kadar inançlı, herkes kadar direngen/ ve herkes kadar sakin, herkes kadar kaygılı…/ Yüzün masumiyetin yüzüydü./ Yüzün umudun yüzüydü./ Yüzün Türkiye’nin yüzüydü”
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti