Cem Davran: “Yazmak dışında dürtüm yok”
Yazmayı ve oyunculuğu akraba disiplinler olarak gördüğünü ifade eden, “Hayran olduğum her yazarda bir aktör görüyorum” oyuncu Cem Davran’ın yıllarını verdiği tiyatro alanındaki deneyimlerini, anılarını paylaştığı Palyaçonun Günlüğü’nde (İnkilâp Kitabevi) Türkiye’nin yakın dönemine de kültür-sanat çehresinden bir tanıklık sunuyor.
YALNIZLIĞIN AĞABABASI!
- Kitabınız çok sayıda aforizma içeriyor. Bu kitabı yazarken aklınızdan geçen en önemli dürtü okuru düşünmeye itmek miydi?
Yazmak dışında hiçbir dürtüm olmadı açıkçası. Kendimce sebepler aradım elbette, sorularla kendimi bunalttım. İlk keşfettiğim karşılık; veda etmek oldu, vedalaşmak. Yazarak uzaklaşmak belki de. Sonuçta ben sadece aktörüm, bu kadar. Yazmaya devam ediyorum ama başka bir kitap çıkarır mıyım bunu da bilmiyorum. Sandık tıka basa dolu. Zaman karar verecek o kalabalığın özgürlüğüne...
- Kitapta dikkatimi çeken bir cümle oldu. ''Ancak yalnızlıkları birbirine benzeyen insanlar, uzun yolda birbirini kaybetmezler.'' Sizin yalnızlığınız ne tür bir yalnızlık?
Bu cümle bana Melekler ve Kumarbazlar filminden, Canım Ertekin Akpınar’dan miras. Yalnızlığı benzeyen insanların yoldaşlığı heyecan veriyor bana. Benim yalnızlığım aslında kitabın tamamında açıkça ortalıkta dolanıyor. Yaşadığım topraklara dair yaygın bir yalnızlık bu.
Bugüne, şimdiye dört elle sarılarak, çocukluğumun peşinden koşarak kıymetlendirdiğim, masum bir yalnızlık. Binlerce sebep bulabilirim, alın bir tanesi; kitapta birkaç kez adı geçer, Mösyö Dimitro yoksa hepimiz yalnızız bence.
Bu durumu sadece Ermeni, Rum komşularımız gitti diye anlatamam. Sevmediğim bir kader bu, işte böyle, bu kadar basit. Kendimize benzemeyen bir şeye dönüşüyoruz, yalnızlığın ağa babası.
- Tiyatro, sinema ve TV oyunculuğu arasında büyük bir fark var. Biri sanat için sanat, diğeri toplum için sanat gibi. Siz iki alanda da başarılı bir oyuncu olarak hangi mecrada kendinizi daha iyi ifade edebildiğinizi düşünüyorsunuz?
Teknik farklılıklardan bahsetmeyecek kadar yorgunum esasen. Tarlaları çizerken yol soran adama, buna vaktim yok deyip tuvaline dönen Van Gogh gibi hissediyorum çoğu zaman. Tiyatroyu baş köşeye koymazsam acı çekerim tabii ki. Yine de köşeli bir sıralamam yok. Bazen küçük bir yükseltinin üstünde bazen de son model bir kameranın önünde mutlu oluyorum.
“DEDEMİN HİKAYESİ ‘GÖBEK ADI MUHARREM’, OKURA HEDİYEM!’
- Kitapta beni en çok etkileyen hikâye ''Göbek Adı Muharrem'' oldu. Okurken bir parçam Muharrem’le toprağa karışmış, yok olup gitmiş gibi hissettim. Siz kendi geçmişinize dair bu ''cesur'' hikâyeyi milyonlarla paylaşırken bir parçanızı okura hediye etmiş gibi hissettiniz mi?
Kesinlikle. Böyle hissetmeniz ve tarifiniz beni çok mutlu etti. Dedemin hikâyesi bu. Babam anlatırdı, o öldükten sonra hikâyenin yaşandığı yere, Eğin’e gittim ve yaşlı bir adam beni görür görmez aynı şeyleri anlatmaya başladı.
Yanımda bir arkadaşım vardı, ona anlatmıştım. Yaşlı adamın birebir anlatımı onu da çok etkiledi, hemen oturup yazdım. Hatta önce bir senaryo olarak yazmaya başladım. Sonra senaryo kurgusuna güvenemedim ve en yalın haliyle küçük bir öyküye dönüştürdüm.
Doğru bir tespit bu; Göbek Adı Muharrem öyküsü benim okura hediyemdir.
‘ORTAĞIZ BÜTÜN SUÇLARA’
- ''Samimiyetsiz, sahte zamanlar yaşıyoruz ve ben ısrarla yazıyorum. Bazen kendime rağmen yazıyorum bazen de gördüklerime rağmen. Teklifsiz tanığı olduk düşünce katliamlarının. Biz de ortağız artık bütün suçlara.'' Hepimiz aslında pek çok suçun ortağıyız, her insan hayatının bir noktasında ya susarak ya da o suçu bizzat işleyerek yazdırmıştır adını kara listeye. Siz bu dünyanın hangi ''suçlarını'' değiştirmek isterdiniz?
Değiştirmeye gücümüz yetmedi, yetmeyecek. Bitkin bir mağlubiyet hissiyle söylemiyorum bunu. Ama şunu biliyorum, kendimizi durdurabiliriz. Bunu da ancak gündelik, sığ politik cümleleri tokatlayarak yapabiliriz. Bütün suçlara ortağız kesinlikle, bu kadar keskin bir virajı nasıl döneceğiz?
Değiştirmek doğru soru olmuyor bu halde. Radyoaktif bulutun mecburen koşarak içinden geçeceğiz. O sırada yara bere olacak, kaçınılmaz. Son oynadığım “Samanyolu’nu bilir misiniz?” oyununda bir repliğim var.
“Bir haksızlığın o haksızlığı yapan tarafından gönüllü olarak düzeltilmesi gerektiğine inanırım. Aksi halde, bunu zorla yapmaya kalkarsanız bu, hırsızın çaldığı ceketi sırtından zorla almaya çalışmaya benzer. O ceketin mutlaka bir yerleri yırtılır. Ben de yırtık pırtık bir ceketle hayata devam etmek istemiyorum.”
Tartışmalı bunu!!
‘İNSANLARI SEVİYORUM VE GÜVENİYORUM’
- Yazmak ve oynamak birbirinden çok farklı iki dünya mı sizce? Her birinde farklı bir Cem mi görüyoruz yoksa yazar zaten oyuncudur ve oyuncu zaten yazabilir mi?
Bu disiplinlerin hepsi akraba zaten. Benim hayranı olduğum yazarların hepsinin içinde bir aktör görüyorum, bu da bana çok kıymetli geliyor. Geçmişte kendi yazdığım bir oyunu oynadım, bunu bir daha deneyeceğim mesela. Orada kim yazar kim oyuncu önemli değil. Hatırlamayanlar için oyunun adı “Beyefendi.” Hatta bu oyunu tekrar oynama isteğim bile var.
- Kitap çok fazla kişisel detay içeriyor. Belki çoğu insanın gözler önüne sermekten çekineceği bir iç dünya yansıtmışsınız aslında. Siz iç dünyanızı yazarken ne hissettiniz, korkularınız çekinceleriniz oldu mu?
Çoğu insana tuhaf gelecek bir şey söyleyeyim mi size. Sır sevmem ben, hiç sevmem. Kitabın ön yüzünde cesaret kelimesi var, iyi kalabilme çabası var. Açıkçası hiç korkmadım, çekinmedim kuytumu köşemi paylaşırken. İnsanlar kimlerse onları seviyorum ve güveniyorum. Eşitliğin sağına pişmanlık kalmayacak eminim. İç dünyam, dış dünyam herkesin sofrasına lezzet katsın, bana yeten bu, beni mutlu eden bu.
- Dublaj sanatçılığı da yapıyorsunuz. Bu kadar kalifiye özelliğiniz varken şunu sormak isterim. Hangi Cem içinizdeki Cem'e daha yakın? Kendinizi en rahat ve iyi hissettiğiniz alan hangisi?
Hiç sektirmeden söyleyeyim; Tiyatro. Tiyatro zaten mahallenin abisi, özellik dediğiniz her şey onun içinde saklı.
- Son olarak iyi bir sanatçı/oyuncu olarak bize Türk sinemasından ve yabancı sinemalardan ''kült'' dediğiniz ve defalarca izlediğiniz iki film örneği verebilir misiniz? Bir de aynı şekilde kitap sorabilir miyiz?
Godfather: Onlarca kez izledim, daha da izlerim mutlaka. Big Fish: Tim Burton benim hikâyemi çekmiş, çok şaşırmıştım ilk izlediğimde. Türk sinemasından söylemeyeyim izninizle ya da bir çılgınlık yapıp Yusuf ile Kenan diyeyim. (Kendi filmini söyleme çılgınlığı) Kitap değil de yazar söyleyeyim, Şebnem İşigüzel okunmalı mutlaka.
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu