Cevap ve düzeltme hakkı uygulaması için hukuk rehberi

Cevap ve düzeltme hakkı ile ilgili verilen kararlar büyük çoğunlukla adil yargılama hakkına aykırıdır. Çünkü sulh ceza mahkemesi yayın sahibine delil sunma ve kendini savunma hakkı vermemektedir. Bu haksız uygulama yasadaki düzenleme biçiminden kaynaklanmaktadır. Cumhuriyet, 'cevap ve düzeltme hakkı uygulaması için hukuk rehberi' hazırladı. Ayrıntılı çalışmada önemli kaynaklara başvuruldu.

Cevap ve düzeltme hakkı uygulaması için hukuk rehberi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 19.02.2022 - 02:23

AV. TURAN KARAKAŞ


“Basın özgürlüğünün sınırlarını kişilik haklarının ihlali oluşturur.” Kişilik haklarını şöyle sayabiliriz:

 - kişinin hayatı,

- sağlığı,

- vücut bütünlüğü,

- şeref ve haysiyeti,

- özel ve sır alanları,

- adı,

- resimleri,

- sesi

- kanaat özgürlüğü, haber ve görüş alma ve verme özgürlüğü,

- özel ve sır alanları

Kişilik hakları yukarıda sayılan unsurlardan oluşmuştur.  Bu unsurlardan herhangi birinin zarar görmesi kişilik haklarının ihlali demektir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (“AİHS”)’in en önemli hükümlerinden biri olan 10. maddesinde “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve verme özgürlüğünü de kapsar”. denilmektedir. İfade özgürlüğü ve yukarıda açıklandığı üzere bunun bir uzantısı olan basın özgürlüğü, önemli bir özgürlük alanı olması nedeniyle uluslararası toplum tarafından tanınmış ve koruma altına alınmıştır.

Basın, toplumun bilinçlenmesi için gerçekleri objektif biçimde yansıtmak suretiyle haber vermek, toplumu ilgilendiren konularda kamuoyunun oluşması için çeşitli tartışmaları açmak, eleştiri yapmak, siyasal iktidarın denetlenmesini, eleştirilmesini ve politik olayların izlenerek değerlendirilmesini yaparak kamu görevi yapmaktadır.

Bu kamu görevleri şunlardır:

- haber verme görevi,

- denetim ve eleştiri görevi,

- kamuoyu oluşturma görevi,

- eğitim ve öğretim,

- kamuoyu için önem arz eden konularda halkı bilgilendirme

- özel olarak önemli hususlarda eleştiri yaparak kamuoyunu yönlendirme işlevi.

İsviçre Federal Mahkemesi’ne göre ise basının görevi; toplumu siyasi, ekonomik, bilimsel olaylar hususunda bilgilendirmek, edebi ve sanat olayları hakkında yönlendirmek, kamu yararının söz konusu olduğu meselelerde tartışma başlatmak ve çözümlerin bulunması için aracı olmak, devlet yönetimi ve özellikle kamu parasının harcanması konusunda bilgi talebinde bulunmak, kamu işlerindeki her türlü suiistimalleri araştırarak bunları ortaya çıkarmak ve bunu halka iletmektir. Yerine getirdiği bu görevler ve doğurabildiği bu etki nedeniyle basının büyük bir öneme sahip olduğu tartışmasızdır. Bu görevler ,küçük  ifade farklılıkları ile Yargıtay kararlarında defalarca şu şekilde dile getirilmiştir: “Basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28. maddesiyle 5187 sayılı Basın Yasası’nın 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir.

 Şeref ve Haysiyet, kişiye, toplum içerisindeki hal ve davranışlarına göre öncelikle çevresi ve ardından toplum tarafından atfedilen sosyal değer ve itibarı ifade eder. Bu yönüyle şeref ve haysiyet, nispi bir kavramdır. Kişinin, çevresinin kendisinden beklediği niteliklerin eksik olduğu izleniminin uyandırılması, şeref ve haysiyete saldırı anlamına gelmektedir. Yargıtay ise şeref ve haysiyet konusunda: “Şeref ve haysiyet, dahil olduğu toplumun gerekli saydığı ahlaki niteliklere sahip olduğu ya da böyle kabul edildiği için, kişiye verilen değeri ifade eder. Kişinin onuru (şerefi) ve saygınlığı onun toplum içindeki tüm manevi değerlerinden oluşur.”

Basın organları görevlerini yerine getirirken şeref ve haysiyet, özel ve sır alanları, resim, ses ve ad gibi çeşitli kişisel değerleri ihlal edebilirler. Bu gibi hallerde basının icra ettiği görev nedeniyle kamu yararı ile ihlal edilen kişilik değeri karşı karşıya gelmektedir. Bu noktada hangisine üstünlük tanınacağına karar vermek o kadar kolay olmayabilir. Kitle iletişim araçları nedeniyle meydana gelen bu zorunlu menfaat çatışmasının mevcudiyeti durumunda hâkim, kişilik hakkının korunmasına ilişkin menfaat ile kamunun haber alma ve bilgilendirilmeye ilişkin menfaatini somut olayın özelliklerini göz önüne alarak, tartarak olayda hukuka uygunluğun bulunup bulunmadığını belirler. Yargıtay da bu durumda genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerektiğini ifade etmiş ve ardından çeşitli ilkeleri ortaya koymuştur. Buna göre her somut olayda Yargıtay’ın ortaya koyduğu ölçütler ışığında değerlerin tartılması suretiyle bir sonuca varılması gerekir.

Yargıtay, basın yoluyla kişilik hakkı ihlali iddiasında bulunulduğu hallerde istikrarlı biçimde şu tespitte bulunmuştur: “Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin, çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir”.61 Yargıtay’a göre kişilik hakkının basın yoluyla ihlalinde izlenecek yol ise şu şekildedir: “Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır”. Somut olayda basın özgürlüğüne mi yoksa kişilik hakkına mı ağırlık verileceğini belirlemede kullanılacak ölçütler, şunlardır:

1. Gerçeklik: Yapılan yayının hukuka uygun olmasının birinci şartı gerçek olmasıdır. Gerçeklik ilkesi haber vermenin yanı sıra eleştiri, değerlendirme ve yorumlama hallerinde de aranır.

Basın Yoluyla Kişilik Hakkının İhlalinin Tespitinde Kullanılan Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları mahkemesi kararlarında anlaşılması gereken somut gerçek değil, görünür gerçekliktir. Görünür gerçeklik ise “o anda, yani yayının yapıldığı anda, belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları” ifade etmektedir. Zira “o anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır”. Tersi bir yorum kabul edilerek basının somut gerçeğe ulaşmasını beklemek ve ancak ondan sonra yayımlanmasına izin vermek basının haiz olduğu haber verme ve diğer görevlerinin yerine getirmesinin kısıtlanmasına neden olur. Basının somut gerçeklik aranmadığı bahanesini öne sürerek gerekli özeni göstermeden görünür gerçek iddiasını gerekçe göstererek sorumluluktan kurtulması düşünülemez. Basın görünür gerçeğe ulaşmak için gerekli özeni göstermelidir. Kamu Yararı ve Toplumsal İlgi ölçütüyle aranan husus, söz konusu yayına ilişkin kamu yararı ve toplumsal ilginin olup olmadığıdır.

Öte yandan, kamuya mal olmuş kişilerin özel ve sır alanları dardır.Bu kimseler sıradan vatandaşların katlanmak zorunda olmadığı basın yoluyla müdahalelere maruz kalabilecektir. Güncellik, yayına konu olan olayın yakın zamanda gerçekleşmiş olması ya da yakın zamanda gerçekleşmiş olmasa bile olayın etkilerinin hala canlılığını koruyor olmasıdır.

“Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin “Özel Yaşam Hakkı”na ilişkin 1165 (1998) sayılı kararında kamuya mal olmuş kişi, politika, ekonomi, sanat, sosyal yaşam veya başka herhangi bir alanda kamusal yaşamda rol oynayan kişi şeklinde tanımlanmaktadır.

Basın haber verme, denetim, eleştiri ve kamuoyu oluşturma görevlerini yerine getirdiğinden basın özgürlüğü demokratik toplumlar için vazgeçilmez olup gerek anayasa ve kanunlarda gerek uluslararası metinlerde güvence altına alınmıştır. Basının özgürlüğü sınırsız olmayıp bunun en önemli sınırlarından birini “kişilik hakkı” oluşturmaktadır. Bir kimsenin insan olması sebebiyle kendisine tanınmış olan ve kişinin kendi özgür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlayan doğuştan sahip olduğu haklara kişilik hakları ya da genel bir ifadeyle kişilik hakkı denir. Bu hakkın kapsamına giren başlıca kişisel değerler, kişinin hayatı, sağlığı, vücut bütünlüğü, şeref ve haysiyeti, özel ve sır alanları, adı, resim ve sesidir. Özellikle, şeref ve haysiyet, özel ve sır alanları (ya da bu çalışmada her ikisini birlikte ifade etmek üzere kullanılan özel yaşam alanı) ve resim, basın yoluyla en çok ihlal edilen kişisel değerlerdir. Basın yoluyla kişilik değerlerinin ihlal edilmesi sebebiyle basın özgürlüğü ile kişilik hakkının karşı karşıya geldiği pek çok durum yargı kararlarına konu olmuş; gerek Yargıtay gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu hallerde dengenin ne yönde ve hangi koşullarla kurulacağına ilişkin içtihat geliştirmişlerdir. Hem Yargıtay’ın hem de AİHM’nin özel yaşama saygı gösterilmesini isteme hakkı gibi kişilik hakkı ile ifade özgürlüğünün bir uzantısı olan basın özgürlüğünün çatıştığı durumlarda dikkatli bir inceleme gerçekleştirdikleri görülmektedir.

AİHM’nin yerleşik içtihadına göre basının ifade özgürlüğü ile özel yaşama saygı gösterilmesini isteme hakkının karşı karşıya geldiği durumlarda başvurulacak ölçütler,

i) yayının kamu yararının bulunduğu bir tartışmaya katkıda bulunup bulunmadığı,

(ii) ilgili kişinin ne kadar tanınır olduğu/ kamuya mal olmuş olup olmadığı ve yayının konusu,

(iii) ilgili kişinin önceki davranışları,

(iv) yayının içerik, biçim, ve sonuçları

(v) fotoğraf söz konusu ise, çekildiği koşullardır.

Yargıtay, basın yoluyla kişilik hakkının ihlalinde hukuka uygunluk sebeplerinden üstün nitelikte kamu yararını ise şu ölçütler ışığında açıklamaktadır:

(i) görünür gerçeklik

(ii) kamu yararı ve toplumsal ilgi

(iii) güncellik

 (iv) öz biçim arasındaki dengedir..

Öncelikle yayının yapıldığı anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olgular şeklinde zikredilen “görünür gerçeklik” ölçütü çok önemli ve adil bir uygulama ilkesidir.

Öte yandan “kamu yararı ve toplumsal ilgi” biçiminde ifade edilen ölçütün öncelikle, “toplumsal ilgi” AİHM kararlarında olduğu gibi ayrı bir ölçüt olarak belirlenmeli ve bu kavramdan kamuda rol oynayan kimse olan kamuya mal olmuş kişi anlaşılmalıdır. Bu ölçüt özellikle, özel yaşam alanı ile  kişisel değerlerinin ihlal edilip edilmediğini belirlemede büyük rol oynayacaktır.

Yargıtay’ın getirmiş olduğu bu ölçütler “üstün nitelikte kamu yararı” kenar başlıklı bir hukuka uygunluk sebebinin belirlenmesinde kullanılmaktadır. Hal böyle iken, bir alt başlık olarak bu derece belirsiz bir şekilde kamu yararı ifadesi kolaycılık olarak değerlendirilebilir. Bu noktada, “kamu yararının bulunduğu tartışmaya katkı” biçiminde bir ölçüt getiren ve çeşitli kararlarında bu ölçütün içini dolduran AİHM örnek alınabilir ya da Yargıtay kendi ölçütlerini kullanmak suretiyle bunu başka bir şekilde somutlaştırabilir. Yargıtayın kararlarındaki ölçüt şunlardır:

-Güncellik:Yayına konu olan olayın yakın zamanda gerçekleşmiş olması ya da yakın zamanda gerçekleşmiş olmasa bile olayın etkilerinin hala canlılığını koruyor olması.

-Konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık biçiminde de dile getirilen, haberin içeriği ve şeklin birbirine uygun olması anlamına gelen “öz biçim arasındaki uyum

-Basın Yoluyla Kişilik Hakkının İhlalinin Tespitinde Kullanılan Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları mahkemesinin   birbiriyle uyumlu “denge” ölçütleri de hakkın tespitine  ışık tutacak niteliktedir.

Denge ve ölçütlerde AİHM İLE YARGITAY VE DANIŞTAY KARARLARI UYUM İÇİNDEDİR. ANCAK BU ÖLÇÜTLERİN UYGULANMASINDA BAZI SORUNLAR ÇIKMAKTADIR. HAKSIZLIKLAR VE YAKINMALAR DOĞMAKTADIR. MECLİSİN VE HUKUKÇULARIN BU ALANDA ÇALIŞMALAR YAPMASI ZORUNLU BİR İHTİYAÇ HALİNE GELMİŞTİR.

Düzeltme ve cevap

Madde 14 –

Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihin­den itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.

Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili ya­zıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez.

Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, dü­zeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yayımlanır.

Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması ha­linde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren on beş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.

Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir.

 Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, bi­rinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar.

 Düzeltme ve cevap hakkına sahip olan kişinin ölmesi halinde bu hak, mirasçılar­dan biri tarafından kullanılabilir. Bu durumda, birinci fıkradaki iki aylık düzeltme ve cevap hakkı süresine bir ay ilave edilir.

SORU: 14. MADDENİN AMAÇLARI NELERDİR?

CEVAP:

“1- Yayınlarda kis¸ilerin s¸eref ve haysiyetini ihla^l edici veya kis¸ilerle ilgili gerc¸egˆe aykırı yayım yapılmasını önlemek.

2- Yapılması halinde, bundan zarar go¨ren kis¸inin yayım tarihinden itibaren iki ay ic¸inde düzeltme ve cevap yazısı go¨nderme hakkını düzenlemek.

3-Düzeltme ve cevap yazısı suc¸ unsuru ic¸ermeyen, u¨c¸u¨ncu¨ kis¸ilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan nitelikte olması  zorunluluğunu uygulamak.

4-Basın özgürlüğünü korumak.

5-Cevap ve düzeltme hakkının kötüye kullanılmasını önlemek.

SORU:14. MADDENİN KAPSAMI NEDİR?

CEVAP:

14. maddenin Kapsamı aşağıdaki eylemlerin  birlikte bulunduğu olgulardan oluşur:

a-İlgili kişinin şeref ve haysiyetinin  ihlal edilmesi,

b- İlgili kişiye yönelik gerçeğe aykırı yayın yapılması,

c- Bu kişinin kişinin zarar görmesi,

d-Yapılan yayının kamu yararı amacına yani toplumun   iyiliği amacına uygun olmaması.

SORU:CEVAP VE DÜZELTME HAKKINI ANAYASAL TEMEL BİR HAK KAPSAMINDA NASIL AÇIKLAYABİLİRİZ?

CEVAP:

Söz konusu yayın, yasalarda bir suç ya da haksız fiil olarak tanımlanmasa bile, cevap ve düzeltme hakkı yoluyla etkin ve hızlı bir şekilde yayın sonucu ortaya çıkan yanlış anlaşılmalar ve kötü sonuçlar ortadan kaldırılabilir. Zaten cevap ve düzeltme hakkının temelinde diğer başvuru yollarına kıyasla daha etkin ve ivedi çözüm üretmesi yatar.

Söz konusu yayına karşı cevap ve düzeltme hakkının kullanılması diğer başvuru haklarını ortadan kaldırmaz ya da o başvurulara delil teşkil etmez.

Cevap ve düzeltme hakkı dayanağını doğrudan Anayasa’dan alır.

Buna göre Anayasa’nın 32. Maddesi’nde,  Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.

Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hakim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir.

Cevap ve düzeltmeye karar verecek yargılama makamının kararını kaç gün içinde vereceği hükmünü dahi belirleyen, Anayasa düzenlemesi, bu hakkın yasa koyucu tarafından ne derece önemsendiğinin göstergesi sayılabilir.

Cevap ve düzeltme hakkı yalnızca süreli/dönemsel yayınlar için öngörülen bir düzenleme olup süresiz yayınlarda örneğin kitap ya da el broşürü gibi basılı yayınlarda cevap ve düzeltme hakkı kullanılamaz. 

Türk hukuk uygulamasında cevap ve düzeltme hakkı Basılı eserler için 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 14 ve 18. Maddelerinde düzenlenmiştir.

(Av. Coşkun ONGUN’un İstanbul Barosu Dergisi 2012/1. Sayısından Yayımlanan Yazısı)

-kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası yoksa,

-daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar bulunmuyorsa,

-kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı değilse, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.

Basın kuruluşlarının bu hukuki gerçeği dikkate alarak özenle  uygulamları çok önemli ve gereklidir.

SORU: SÜRELİ-BASILI YAYINLARDA CEVAP VE DÜZELTME İLE İLGİLİ GÖREV YETKİ VE YAPILMASI GEREKEN İŞLEMLER NELERDİR?

CEVAP:

Basın Yasası Düzenlemesi  

Süreli yayınlar için cevap ve düzeltme hakkının düzenlenmesi Basın Kanunu’nda yapılmıştır. Basın Yasası’nın 14. maddesi cevap ve düzeltme hakkının ne şekilde kullanılacağını, sade bir biçimde açıklamaktadır.

Maddenin ilk paragrafında, ‘Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.’ Şeklindedir.

Yasa maddesinden de anlaşıldığı üzere düzeltme hakkının kullanılması için öncelikle ortada hukuka aykırı bir yayın olmalıdır. Buradaki hukuka aykırılığın koşulunu, yasa koyucu şeref ve haysiyeti ihlal edici veya gerçeğe aykırı yayın şeklinde belirlemiştir. Bunun bulguları her olayın somut özelliklerine göre değişiklik gösterecektir. Hakkında yayın yapılan kişi, o yayından bir biçimde “incindiğini” düşünüyorsa, cevap ve düzeltme hakkını kullanabilecektir.   

Hakkında yayın yapılan kişi, yayım tarihinden itibaren iki ay içinde, bir düzeltme metnini yayın kurumunun sorumlu müdürlüğüne ulaştırmak zorundadır. Metnin doğrudan sorumlu müdür tarafından teslim alınması gerekmez. Tebligat Yasası hükümleri doğrultusunda kurumda sürekli çalışan birine de tebligat yapılabilir. Önemli olan cevap ve düzeltme metninin iki aylık süre içinde basın kuruluşuna ulaşmış olmasıdır. Eğer yayının künyesinde sorumlu müdür gözükmüyorsa, yayının sorumlusu olan Yazı İşler Müdürüne de ihtarname gönderilebilir. 

Bazı yayın kuruluşlarının künyelerinde “sorumlu Yazı İşleri Müdürü” tanımı yerine “Tüzel kişi temsilcisi ve sorumlu müdür” ibaresi yer almaktadır. Bu tür durumlarda da ihtarname ile ekindeki cevap ve düzeltme metninin gönderileceği kişi burada yazandır.

SORU: CEVAP VE DÜZELTME METNİ İLE İLGİLİ UYGULAMADA HANGİ İŞLEMLER YAPILIR?

CEVAP:

Uygulamada, hazırlanan düzeltme metinleri, noterden bir ihtarname eşliğinde ilgili kuruma gönderilmektedir. Düzeltme yazısı, suç unsuru içermemeli ve de haberi yeniden düzeltme gerektirecek biçimde üçüncü kişilerin haklarını ihlal etmemelidir. Sorumlu müdür aldığı düzeltme metnini, günlük bir süreli yayında, aldığı tarihten itibaren üç gün içinde, günlük olmayan örneğin haftalık, aylık ya da iki aylık gibi süreli yayınlarda ise üç günden sonraki ilk sayıda haberin yayımlandığı sayfa ve sütun genişliğinde yani aynı ölçülerde yayınlamak zorundadır. Uygulamada sürmanşetten büyük puntolarla verilen bir haberin yayınlanmasına karar verilen düzeltme metni, genelde sürmanşetten değil, ilk sayfanın yakınlarında bir yerlerde yayınlanmaktadır. Kanımızca cevap ve düzeltme metninin bu şekilde yayınlanması yasaya uygundur. Ancak ilgili sayfada yayınlanması gereken haberin başka bir sayfada yayınlanması örneğin haberin birinci sayfada verilmesine karşın cevap ve düzeltme metninin iç sayfalarda verilmesi hukuka aykırılık nedenidir. Bu durumda Basın Kanunu 18. Maddedeki yaptırımların uygulanması zorunludur.  

Günlük yayın yapan basın organının, bu durumda tebliğden itibaren en geç basılacak üçüncü günkü sayısında düzeltme metnine yer vermesi gerekir.

Düzeltme ve cevap metninde cevap hakkının kullanılmasını gerektiren yayının günü ve sayısı belirtilir. İhtarname eşliğinde gönderilecek düzeltme ve cevap metninin ilgili yazıdan uzun olamayacağı, düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemeyeceği yasanın aynı maddesiyle hükme bağlanmıştır.

Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yer alır. Ancak birden çok yerde basılıp da, ek niteliğinde farklı bölgesel yayın yapan gazetelerin sadece bir ekinde düzeltme gerektiren yayın yapılmışsa, bu durumda salt o bölgesel yayında düzeltme metninin kullanılması kanımızca yeterli olur.

SORU: CEVAP VE DÜZELTME METNİNİN YASACA BELİRLENEN SÜRELER İÇİNDE YAYINLANMAMASI DURUMUNDA HANGİ İŞLEMLER YAPILIR?

CEVAP:

Cevap ve Düzeltme metninin yasaca belirlenen süreler içinde yayımlanmaması durumunda, yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, belirlenen koşullara aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren on beş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişiye yargıya başvuru hakkı doğar.

Kişi bu durumda, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, salt dosya üzerinden karara bağlar. Uygulamada bu sürenin aşıldığı ve yaklaşık olarak bir haftayı bulduğu görülmektedir.

Sulh ceza hâkiminin kararı, cevap ve düzeltme metninin yayımlanması yönünde olursa bu karara, yayını yapan basın kurumunca itiraz edilebilir. Kanun koyucu burada acele itiraz sözcüğüne yer verdiğinden, ceza muhakemesi yasası 268. madde gereğince itiraz merci doğrudan sulh ceza mahkemesidir. Burada kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde,  Sulh Ceza Mahkemesinin yargı çevresi içindeki Sulh Ceza Hakimliğine itiraz dilekçesi verilmelidir. Bir yerde birden fazla sulh ceza mahkemesi var ise Yasa’nın 27. Maddesi doğrultusunda basın işlerine bakacak mercii iki nolu sulh ceza mahkemesi olacaktır. sulh ceza hâkimi, üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Sulh Ceza hâkiminin kararı, cevap ve düzeltme hakkının kullanılmaması yönünde olursa bu kez de aynı yöntemlerle, başvuru sahibi tebliğden itibaren yedi gün içinde ilgili sulh ceza mahkemesine başvurabilecektir. Sulh ceza mahkemesinin vereceği karar kesindir. Temyiz edilemez. Bu karara karşı artık başka bir yargısal kuruma başvurulamaz. Sadece yazılı emir yoluna gidilebilir ki, uygulamada az başvurulan bir yasa yolu olduğu göz önünde bulundurulduğunda buradan sonuç çıkması hukuki ve fiili olarak oldukça güçtür.

Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, yayımlanmak için zorunlu olan süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse, kararın kesinleştiği tarihten itiraz edilmişse, yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar.

Düzeltme ve cevap hakkına sahip olan kişinin mirasçılarından biri de bu hakkı kullanabilir. Bu durumda, yayının yapıldığı tarihten itibaren sorumlu müdüre gönderilmesi gereken metin, yayın gününden itibaren üç ay içinde gönderilmelidir.

Cevap ve düzeltme gerektiren yayının ilgili yayın kuruluşunda birden fazla yayın şeklinde yer alması durumunda her sayıda yer alan yayına ayrı ayrı cevap ve düzeltme başvurusunda bulunulabileceği gibi, söz konusu yayın örneğin bir yazı dizisi ise yazıların bitiminden itibaren genel ve tek bir başvuru da yapılabilir. Ancak bu durumda hangi günkü yayın için tekzip hakkının kullanıldığı özellikle belirtilmelidir. Cevap ve düzeltme metninin içeriği ve yasada belirtilen kapsamı belirtilen günkü yayına bakılarak belirlenir.  

SORU:Gerçek ve Tüzel Kişiler için cevap ve  düzeltme konusunda bir fark var mı? Her iki kişilik türü de cevap ve düzeltme hakkından yararlanabilir mi?

CEVAP:

Cevap ve düzeltme gerektiren yayın gerçek kişiler hakkında olabileceği gibi tüzel kişilerle ilgili de olabilir. Yasa’da açıkça belirtilmese de tüzel kişilerin de cevap ve düzeltme hakkını kullanabilecekleri asıldır. Cezai sorumlulukları bile bulunan tüzel kişilerin cevap ve düzeltme hakkını kullanamamaları çağdaş hukuk düzeninde yer bulabilecek bir uygulama olamaz. Kaldı ki Basın Kanunu’nda açıkça belirtilemese de Radyo ve Televizyon yayınlarında cevap ve düzeltme hakkını düzenleyen 3984 Sayılı Yasa, tüzel kişilerin de cevap ve düzeltme haklarının bulunduğunu belirtmiştir. Bu durumda radyo ve televizyon yayınları için tüzel kişilere cevap ve düzeltme hakkının kullanımını tanıyıp, gazete ya da dergiler için bu hakkı tanımamak yasa koyucunun amacı olarak değerlendirilemez ve de uygulamada eksiklik yaratır. Nitekim örnek olması bakımından İstanbul Barosu Başkanlığı hakkında yapılan yayınlara karşı Baro tarafından cevap ve düzeltme hakkı başvurusunda bulunulmuş ve yargı organlarınca bu istem kabul edilerek hüküm kurulmuştur.

Bu doğrultuda tüzel kişiler radyo ve televizyon yayınlarında olduğu gibi basılı yayınlarda ve de internet yayınlarında cevap ve düzeltme hakkından yararlanabilirler.

SORU: CEVAP VE DÜZELTME HAKKINI DÜZENLEYEN 14. MADDENİN DAYANDIĞI TEMEL  KURALLAR NELERDİR?

CEVAP(Madde 14-):

14. maddenin dayandığı temel kurallar şunlardır:

“1-Su¨reli yayınlarda kis¸ilerin s¸eref ve haysiyetini ihla^l edici veya kis¸ilerle ilgili gerc¸egˆe aykırı yayım yapılamaz.

2- Yapılması halinde, bundan zarar go¨ren kis¸inin yayım tarihinden itibaren iki ay ic¸inde düzeltme ve cevap yazısı go¨nderme hakkı doğar.

3-Düzeltme ve cevap yazısı suc¸ unsuru ic¸ermeyen, u¨c¸u¨ncu¨ kis¸ilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan nitelikte olması zorunludur.

4-Sorumlu Müdür, du¨zeltme ve cevap yazısını; hic¸bir du¨zeltme ve ekleme yapmaksızın, gu¨nlu¨k su¨reli yayınlarda yazıyı aldıgˆı tarihten itibaren en gec¸ u¨c¸ gu¨n ic¸inde, ilgili yayının yer aldıgˆı sayfa ve su¨tunlarda, aynı puntolarla ve aynı s¸ekilde yayımlamak zorundadır.

5-Digˆer su¨reli yayınlarda yazıyı aldıgˆı tarihten itibaren u¨c¸ gu¨nden sonraki ilk nu¨shada, ilgili yayının yer aldıgˆı sayfa ve su¨tunlarda, aynı puntolarla ve aynı s¸ekilde yayımlamak zorundadır.

6-Du¨zeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Du¨zeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz.

7-Du¨zeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatu¨r olması hallerinde du¨zeltme ve cevap otuz satırı gec¸emez.

8-Su¨reli yayının birden fazla yerde basılması halinde, du¨zeltme ve cevap yazısı, du¨zeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandıgˆı bu¨tu¨n baskılarda yayımlanır.

SORU:HUKUKA AYKIRILIĞIN KOŞULLARI NELERDİR?

CEVAP:

 Hukuka aykırılığın üç koşulu vardır(madde 14):

a-İlgili kişinin Şeref ve haysiyetinin  ihlal edilmesi.

b- İlgili kişiye yönelik gerçeğe aykırı yayın yapılması.

c- Bu kişinin zarar görmesi.


Olguda bu üç koşulun birlikte bulunması gerekir. Çünkü zarar görmeyen kişinin cevap ve düzelme için baş vuru hakkı yoktur. Bu zarar görme maddi veya manevi zarar olabilir.


Yasa maddesinden(14. Madde) de anlaşıldığı üzere düzeltme hakkının kullanılması için öncelikle ortada hukuka aykırı bir yayın olmalıdır. Buradaki hukuka aykırılığın koşulunu, yasa koyucu şeref ve haysiyeti ihlal edici, gerçeğe aykırı, ilgili kişiye zarar veren  yayın yapılması şeklinde belirlemiştir. Bunun bulguları her olayın somut özelliklerine göre değişiklik gösterecektir. Hakkında yayın yapılan kişi, o yayından bir biçimde “incindiğini” düşünüyorsa, cevap ve düzeltme hakkını kullanabilecektir.   

SORU:İHTARNAMENİN TEBLİĞİNDE UYULMASI GEREKEN USUL VE ESASLAR NEDİR?


CEVAP:                   

Hakkında yayın yapılan kişi, yayım tarihinden itibaren iki ay içinde, bir düzeltme metnini yayın kurumunun sorumlu müdürlüğüne ulaştırmak zorundadır. Metnin doğrudan sorumlu müdür tarafından teslim alınması gerekmez. Tebligat Yasası hükümleri doğrultusunda kurumda sürekli çalışan birine de tebligat yapılabilir. Önemli olan cevap ve düzeltme metninin iki aylık süre içinde basın kuruluşuna ulaşmış olmasıdır. Eğer yayının künyesinde sorumlu müdür gözükmüyorsa, yayının sorumlusu olan Yazı İşler Müdürüne de ihtarname gönderilebilir.


Bazı yayın kuruluşlarının künyelerinde “sorumlu Yazı işleri Müdürü” tanımı yerine “Tüzel kişi temsilcisi ve sorumlu müdür” ibaresi yer almaktadır. Bu tür durumlarda da ihtarname ile ekindeki cevap ve düzeltme metninin gönderileceği kişi burada yazandır.

Birinci fıkra hu¨ku¨mlerine aykırı s¸ekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbes¸ gu¨n ic¸inde cevap ve du¨zeltme talep eden kis¸i, bulundugˆu yer sulh ceza ha^kiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hu¨ku¨mlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir.

Sulh ceza ha^kimi bu istemi u¨c¸ gu¨n ic¸erisinde, durus¸ma yapmaksızın, karara bagˆlar.

Sulh ceza ha^kiminin kararına kars¸ı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam u¨c¸ gu¨n ic¸inde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir.

Du¨zeltme ve cevabın yayımlanmasına ha^kim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki su¨reler, sulh ceza ha^kiminin kararına itiraz edilmemis¸se kararın kesinles¸tigˆi tarihten, itiraz edilmis¸se yetkili makamın kararının tebligˆi tarihinden itibaren bas¸lar.

Du¨zeltme ve cevap hakkına sahip olan kis¸inin o¨lmesi halinde bu hak, mirasc¸ılardan biri tarafından kullanılabilir. Bu durumda, birinci fıkradaki iki aylık du¨zeltme ve cevap hakkı su¨resine bir ay ilave edilir.”


14. MADDE İLE İLGİLİ YARGITAY VE ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI


YARGITAY KARARLARI



T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2020/ 5903 Karar: 2021 / 4052 Karar Tarihi: 31.03.2021:


KONU VE KAPSAMI:

-Tebligatın usulüne uygun olarak yapılması

-yanlış tebligat bütün işlemlerin geçersizliğine neden olur.

-5237 sayılı TCK’NIN 20/1. Maddesi gereği,"Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz." hükümlerini içermektedir.

-Buna göre, 5187 sayılı Kanun'un 18. maddesinde düzenlenen "düzeltme ve cevabı yayımlamama.

İşlemin başlangıcı tebligatın usulüne uygun olarak yapılmasıdır. Yanlış tebligat bütün işlemlerin geçersizliğine neden olur.

" Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır..."

5237 sayılı TCK'nin "Ceza sorumluluğunun şahsiliği" başlıklı 20/1. maddesi

"(1) Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz." hükümlerini içermektedir.


Buna göre, 5187 sayılı Kanun'un 18. maddesinde düzenlenen "düzeltme ve cevabı yayımlamama" suçundan sorumluluğun doğması için ilk şart kesinleşen mahkeme kararının, 5187 sayılı Kanun'un 14/1. maddesinde yazılı olduğu üzere süreli yayının sorumlu müdürüne, 7201 sayılı Kanun'da yazılı usullere göre tebliğinin yapılmasıdır. 5187 sayılı Kanun'un 14/6. maddesinde belirtilen itiraz edilmişse sürelerin tebliğin yapıldığı tarihten itibaren başlayacağı hükmünde açıkça tebliğin kime yapılacağı yazılmamışsa da merci kararının sorumlu müdüre ayrıca tebliği gerektiği Kanun'un 14. maddesinin bir bütün olarak yorumlanmasından anlaşılmaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun Basın Kanunu'na göre yapılacak tebligata ilişkin 20.03.2018 tarihli, 2016/19-1119 E. 2018/105 K. sayılı kararı::

KONU VE KAPSAM:


-5187 sayılı Kanunun "Tebligat" başlıklı 29. Maddesindeki DÜZENLEMEYE GÖRE TEBLİGAT İŞLEMİ YAPILMASI  KONUSUNDA NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?

-Sanıklar hakkında 5187 sayılı Kanun'un 18/1. maddesinde yazılı "düzeltme ve cevabı yayımlamama" suçu.

-7201 sayılı Tebligat Kanununda belirtilen kişilere de tebligat yapılabileceği kabul edilmelidir..."


"...5187 sayılı Kanunun "Tebligat" başlıklı 29. maddesindeki "Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır" şeklindeki düzenleme uyarınca düzeltme ve cevap yazısına ilişkin tebligatın, ilgili gazetenin künyesinde belirtilen adreste tebliğ edilmek üzere gönderilmesi gerekmektedir.


Sorumlu müdüre yüklenen yükümlülük ve cezai sorumluluk gereği düzeltme ve cevap yazısının sorumlu müdüre tebliğ edilmesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte, 5187 sayılı Kanunda tebligatın bizzat sorumlu müdüre yapılması gerektiğine, kendisine ulaşılamadığı takdirde başka bir kişiye tebligat yapılamayacağına dair bir hüküm bulunmamakta olup öğretide de tebliğ evrakının sorumlu müdür adına olacak şekilde hazırlanması yeterli görülmektedir. Dolayısıyla tebligatın sorumlu müdüre yapılması kural olmakla birlikte, muhataba ulaşılamadığı hallerde 7201 sayılı Tebligat Kanununda belirtilen kişilere de tebligat yapılabileceği kabul edilmelidir..."


ONSEKİZİNCİ MADDE AÇISINDAN:

Sanıklar hakkında 5187 sayılı Kanun'un 18/1. maddesinde yazılı "düzeltme ve cevabı yayımlamama" suçundan açılan kamu davasında, kesin olarak verilen mercinin "itirazın reddine" dair kararının, sorumlu müdür yerine, itiraz eden avukatına tebliğe çıkartıldığı ve tebliği işyerinde avukatın daimi temsilcisi olduğunu beyan eden kişinin aldığı, suç tarihinin de bu tebligata göre belirlendiği, ancak gazetenin sorumlu müdürüne hitaben doğrudan yapılan bir tebligat olmadığı gibi sorumlu müdürün ne zaman ve ne şekilde bu tebligattan haberdar olduğunun da belirlenemediği, dolayısıyla sanıkların hukuken yayımlamakla yükümlü olacakları ve ileride cezai sorumluluklarını doğurabilecek bir düzeltme ve cevap yazısından haberdar olmadıkları, keza sanıkların düzeltme ve cevabı süresi içinde gereği gibi yayımlama zorunluluklarının, 5187 sayılı Kanun'un 14/6. maddesinde yazılı olduğu üzere "yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren" başlayacağı, vekil aracılığıyla takip edilen işlerde tebligatın 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesi gereği vekile tebliği esas olarak kabul edilse de 5187 sayılı Kanun'a göre sorumlu müdürün düzeltme ve cevabı yayımlama zorunluluğunun vekile yapılan tebliğden itibaren başlamayacağı değerlendirilmekle, mahkemece sanığın beraati yerine suçu işlediğinin sabit olması gerekçesiyle mahkumiyetlerine karar verilmesi,”DOĞRU DEĞİLDİR.

T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2021/ 247 Karar: 2021 / 2776 Karar Tarihi: 10.03.2021


Konu ve kapsam:


-Kanun yararına bozma.


Düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasına dair kararın kaldırılmasına ilişkin Ankara 2. Sulh Ceza Hakimliğinin kararının kesin mahiyette olduğu anlaşılmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebi yerinde görüldüğünden, Ankara 3. Sulh Ceza Hakimliğinin kararının; 5271 sayılı CMK'nın 309/4-d maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasına karar verilmiştir. (5187 S. K. m. 14) (5271 S. K. m. 309)


Adalet Bakanlığı'nın 28.10.2020 gün ve 11110 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23.11.2020 gün ve KYB. 2020/101323 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.


Anılan ihbarnamede;


5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14/1. maddesinde yer alan, "Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması hâlinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır." şeklindeki, aynı Kanun'un 14/4. maddesinde yer alan, "Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar." şeklindeki ve anılan Kanun'un 14/5. maddesinde yer alan, "Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir." şeklindeki düzenlemeler nazara alındığında, somut olayda tekzip kararına karşı yapılan itirazın kabulü ile anılan kararın kaldırılmasına dair Ankara 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 09/12/2014 tarihli kararının kesin mahiyette olduğu cihetle, bu karara yönelik tekzip talep eden vekili tarafından yapılan itiraz hakkında karar verilmesine yer olmadığına şeklinde karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kabulüne karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,


Gereği görüşülüp düşünüldü:


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebi yerinde görüldüğünden, Ankara 3. Sulh Ceza Hakimliğinin 22/01/2015 tarihli ve 2015/268 değişik iş sayılı kararının; 5271 sayılı CMK'nın 309/4-d maddesi uyarınca kanun yararına BOZULMASINA, bozma gereği düzeltme ve cevap metninin yayımlanmamasına, 10.03.2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2021/ 255 Karar: 2021 / 2777 Karar Tarihi: 10.03.2021


Konu ve kapsam:


- Başvurunun esasına ilişkin "gerekçeli" bir karar verilmesi gerekirken gerekçesiz şekilde itirazın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu.

- Somut olayda bahse konu gazete nüshaları ile tebliğ evrakının temini hususunda tekzip talebinde bulunan tarafa süre verilebileceği.

- Süresinde veya gereği gibi yayımlanmadığını ispatlaması gerekmektedir.

-- Sulh Ceza Hakimliğince; düzeltme ve cevaba konu yazının şeref ve haysiyeti ihlal edip etmediği, gerçeğe aykırı yayın olup olmadığı, başvuranın hazırladığı metnin hukuka uygun olup olmadığı, takip eden nüshalarda süresinde veya usulüne uygun yayınlanıp yayınlanmadığı gibi maddi vak'alarla Kanun'da öngörülen şartlar re'sen araştırılabilecektir.



Hakim ve mahkemelerin her türlü kararının, denetim organınca incelenmesine imkan tanıyacak biçimde gerekçeli olması zorunlu olması karşısında itiraz merciince itiraz eden tarafından dosyaya sunulan noter tebliğ evrakı üzerinde inceleme yapılarak başvurunun esasına ilişkin "gerekçeli" bir karar verilmesi gerekirken gerekçesiz şekilde itirazın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu anlaşılmakla hükmün kanun yararına bozulmasına karar verilmiştir.(2709 S. K. m. 32, 141) (5187 S. K. m. 14) (5271 S. K. m. 34, 271, 309) (19. CD. 11.03.2019 T. 2019/943 E. 2019/5449 K.) (7. CD. 08.03.2011 T. 2007/17012 E. 2011/2329 K.)


Birgün Gazetesi'nin 08/07/2020 tarihli nüshasında 1 ve 13. sayfalarda yer alan "Usulen yapılan ihale" başlıklı yazı nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiği iddia edilmiştir.


Düzeltme ve cevap talebinin reddine karar verilmiştir.(İstanbul Anadolu 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararı ile )


Bu karara karşı Anadolu 2. Sulh Ceza Mahkemesine  itiraz edilmiştir. Anadolu 2. Sulh Ceza Mahkemesi itirazı red etmiştir.


İtirazın reddine ilişkin İstanbul Anadolu 2. Sulh Ceza Hakimliğinin aleyhine kanun yararına bozma isteminde bulunulmuştur.


Adalet Bakanlığı'nın kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ihbarnamesi ile dairemize gönderilmiştir.


Anılan ihbarnamede;


İstanbul Anadolu 1. Sulh Ceza Hâkimliğince, Birgün Gazetesinin 08/07/2020 tarihli nüshasında yayınlanan yazı ile ilgili olarak tekzip metninin yayınlanması için gönderilen ihtarnamenin tebliğine ilişkin herhangi bir belge bulunmadığı gerekçesiyle talebin reddine, keza itirazın da reddine karar verilmiş ise de;


Benzer bir olay sebebiyle Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 11/03/2019 tarihli ve 2019/943 esas, 2019/5449 karar sayılı ilamında yer alan "Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 08/03/2011 tarihli, 2007/17012 esas -2011/2329 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere; "...Cevap yazısının hiç yayımlanmadığı savıyla tekzip istenmesi üzerine "üç günlük gazete nüshasının eklenmediği" gerekçesiyle verilen red kararı; tekzip isteyenin böyle bir yasal zorunluluğu bulunmaması nedeniyle yasaya aykırı olduğu gibi..." demek suretiyle böyle bir zorunluluğun olmadığını belirtmektedir. Kanun yararına bozmaya konu dosyada; başvuranın düzeltme ve cevap metni yayımlanması için Sulh Ceza Mahkemesine usulüne uygun biçimde başvurduğu, ancak mahkemece gerek noter tebliğ mazbatasının gerekse tebliğden itibaren süreli yayınlarda üç gün yayımlanıp yayımlanmadığı hususunda yeterli araştırma yapmak için ilgili gazete nüshalarının sunulmadığı gerekçesiyle başvurunun reddine karar verildiği, itiraz üzerine karar veren merciin ise gerekli araştırmayı yapmak, başvurana süre vermek veya Cumhuriyet Başsavcılığından ilgili Noterlikten tebligat belgelerini ve ilgili gazeteden üç günlük nüshaları istemek ve itirazın esası hakkında bir karar vermek yerine, kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediğinden itirazın reddine karar verdiği anlaşılmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, kanun yararına bozma talebinin kabulüyle BOZULMASINA," şeklindeki açıklamalar da nazara alındığında,


Somut olayda bahse konu gazete nüshaları ile tebliğ evrakının temini hususunda tekzip talebinde bulunan tarafa süre verilebileceği gibi, Hakimlik tarafından da bu eksikliğin giderilebileceği ve sonucuna göre esas hakkında bir karar verilebileceği gözetilmeden, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,


Gereği görüşülüp düşünüldü:


T.C. Anayasasının "Düzeltme ve cevap hakkı" başlıklı 32. maddesi;


"Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.


Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hakim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir." hükmünü içermektedir.


Düzeltme ve cevap hakkının, kişilerin şeref ve haysiyetine aykırı veya gerçek dışı yayın yapılması halinde tanınabileceği, düzeltme ve cevabın yayınlanmasına dair başvuruya rağmen yayınlanmaması halinde; bu hususta hakim tarafından en geç 7 gün içinde karar verileceği ve uygulanma usullerinin Kanun'da düzenleneceği öngörülmüştür. Dolayısıyla Anayasa'da hakime başvurmadan önce ilgili yayını yapan kişiye başvurulmasının bir ön şart olarak düzenlendiği değerlendirilmiştir.


5187 sayılı Kanun'un 14/4. maddesinde, sorumlu müdüre gönderilen düzeltme ve cevap metninin, tebliğden itibaren günlük süreli yayınlarda 3 gün, diğer süreli yayınlarda ise ilk nüshada yayımlamaması halinde Kanun'da yer alan sürelerin bitiminden; gereği gibi yayımlanmaması halinde ise usulsüz yayının yapıldığı tarihten itibaren; 15 gün içinde Sulh Ceza Hakimliğine başvurulabileceği düzenlenmiştir.


Buna göre; düzeltme ve cevaba konu yayından zarar gören kişinin, Sulh Ceza Hakimliğinden düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasını talep etme (başvurma) hakkına sahip olabilmesi için; öncelikle hazırladığı düzeltme ve cevap metnini, ilgili yayınının sorumlu müdürüne ulaştırdığını, dolayısıyla Anayasa ve Kanun'da açıkça düzenlenen ve doktrinde "basamaklı (kademeli) başvuru sistemi" yada "uyar - kaldır yöntemi" olarak adlandırılan zorunlu başvuru sürecini tamamladığını, ancak buna rağmen süresinde veya gereği gibi yayımlanmadığını ispatlaması gerekmektedir. Sulh Ceza Hakimliğine yapılacak başvurunun, Kanun'da öngörülen 15 günlük süre içinde yapılıp yapılmadığı, başvuranın hazırladığı metni sorumlu müdüre ulaştırdığını gösteren bilgi ve belgelere göre tespit edilebilir.


Başvuran, Anayasa ve Kanun'da yazılı hakkın kazanılması için zorunlu olan "uyar - kaldır" yöntemini tamamladığını ispatladıktan sonra başvuru hakkını 15 günlük sürede kullanabilecek ve Sulh Ceza Hakimliğince; düzeltme ve cevaba konu yazının şeref ve haysiyeti ihlal edip etmediği, gerçeğe aykırı yayın olup olmadığı, başvuranın hazırladığı metnin hukuka uygun olup olmadığı, takip eden nüshalarda süresinde veya usulüne uygun yayınlanıp yayınlanmadığı gibi maddi vak'alarla Kanun'da öngörülen şartlar re'sen araştırılabilecektir. Dolayısıyla Sulh Ceza Hakimliğinin, ilgilinin başvurusundan önce, hazırladığı düzeltme ve cevap metnini sorumlu müdüre ulaştırıp ulaştırmadığını araştırma yükümlülüğü bulunmamaktadır.


Ancak, başvuranın sunduğu belgeler üzerinde gerek ilk başvurunun yapıldığı sırada gerekse itiraz aşamasında inceleme yapılarak, başvuruya konu olay ile ilgili olarak usule dair şartların tamamlanması sonrasında esaslı bir incelemenin yapılması gerektiği, itirazın haklı görülmesi halinde merci tarafından CMK'nin 271/2. maddesinde belirtildiği üzere, itiraz konusu hakkında da bir karar verilmesinin mümkün olacağı değerlendirilmiştir.


Kanun yararına bozmaya konu somut uyuşmazlıkta; düzeltme ve cevap metninin ilgili yayının sorumlu müdürüne ulaştırıldığına dair tebliğ belgelerinin Sulh Ceza Hakimliğine sunulmadığı, bu nedenle başvurunun reddine karar verildiği, ancak karara karşı yapılan itirazda bu belgelerin eklendiği, itiraz merci tarafından tebligat belgelerinin incelenerek, "gerekçesiz bir şekilde" itirazın reddine karar verildiği görülmektedir.


İtiraz merciince, itiraza konu evrağın incelenmesi üzerine, düzeltme ve cevap metninin yayımlanması için gönderilen noter ihtarnamesinin, sorumlu müdüre tebliğe çıkartılıp çıkartılmadığı, yapılan tebligat işleminin usulüne uygun yapılıp yapılmadığı hususunda bir araştırma yapılmadığı gibi noter ihtarının tebliğ mazbatalarının ilk başvuru sırasında sunulmaması nedeniyle ilk kararın gerekçesiyle sınırlı olarak inceleme yapıp yapmadığı hususu tespit edilememiştir.


Anayasa'nın 141/3. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nin 34. maddesinde belirtildiği üzere; hakim ve mahkemelerin her türlü kararının, denetim organınca incelenmesine imkan tanıyacak biçimde gerekçeli olması zorunlu olması karşısında;


İtiraz merciince itiraz eden tarafından dosyaya sunulan noter tebliğ evrakı üzerinde inceleme yapılarak başvurunun esasına ilişkin "gerekçeli" bir karar verilmesi gerekirken gerekçesiz şekilde itirazın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu anlaşılmakla,


Sonuç: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği, yukarıda yazılı gerekçelerle yerinde görüldüğünden kanun yararına bozma talebinin kabulüyle; İstanbul Anadolu 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 05/08/2020 tarihli ve 2020/1343 değişik iş sayılı kararının; 5271 sayılı CMK'nın 309/4-a maddesi uyarınca kanun yararına BOZULMASINA, bozma gereği müteakip işlemlerin itiraz merciince yerine getirilmesine 10.03.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.



T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2020/ 4953 Karar: 2021 / 2424 Karar Tarihi: 03.03.2021

                            

KONU VE KAPSAM

-Basit yargılama usulü

-"suç ve cezaların kanuniliği" ve "lehe kanun" ilkeleri.



 Basit yargılama usulüne dair esasları düzenleyen ve hükümden sonra (24.10.2019 tarihinde) yürürlüğe giren 7188 sayılı Kanunla değişik 5271 sayılı "basit yargılama usulü" başlıklı CMK'nin 251/3. maddesinin sadece bir usul hükmü olmadığı, aynı zamanda maddi ceza hukukuna dair bir hüküm olduğu, bu nedenle basit yargılama usulünün yürürlük tarihini gösteren Geçici 5/(1)-d. maddesinde yazılı "hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalar yönünden" kısmının Anayasa ve uluslararası sözleşme metinlerinde düzenlenen "suç ve cezaların kanuniliği" ve "lehe kanun" ilkelerine aykırı olduğu, Anayasa'ya ve tarafı olduğumuz temel haklara dair uluslararası sözleşmelere (ve özellikle AİHS'ye) aykırı bu durumun Yüksek Yargıtay tarafından dikkate alınması gerektiği anlaşılmakla, Mahkemece sanık lehine sonuç doğurabilecek nitelikteki "basit yargılama usulünün" uygulanma şartları yönünden sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu, bozmayı gerektirmiştir.





Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü;


Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.


Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca temyiz nedenleri yerinde görülmemiştir.


Ancak;


1-) 5187 sayılı Kanun'un "Düzeltme ve cevap" başlıklı 14. maddesi;


"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.


...Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar..."


Hükümlerini içermektedir.


Somut uyuşmazlıkta, süreli yayının 19.02.2015 tarihli nüshasının 1. ve 6. sayfalarında yer alan haber nedeniyle verilen ve itiraz üzerine kesinleşen düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasına dair kararın, itiraz eden süreli yayın vekiline 14.04.2015 günü tebliğ edildiği, bunun üzerine 17.04.2015 günü aynı süreli yayının sadece 6. sayfasında, sol alt köşede daha küçük puntolu başlık ve yazılarla yayımlandığı, metnin 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde yazılı usule aykırı şekilde yayımlandığı gerekçesiyle kamu davası açıldığı ve mahkemece tebligatın sorumlu müdür yerine itiraz eden avukata yapıldığı gerekçesiyle suçun oluşmadığından bahisle sanığın beraatine karar verildiği anlaşılmakla,


Kesinleşen karar her ne kadar itiraz eden avukata yapılmışsa da, düzeltme ve cevap metninin süresi içinde (ancak Kanunda yazılı şekle aykırı olarak) yayımlandığı, dolayısıyla sorumlu müdürün düzeltme ve cevabın yayımlanması yönündeki kesinleşen karardan haberdar olmadığını savunmasının mümkün olmadığı, gerekçeli kararda belirtilen emsal kararların ise somut uyuşmazlığa uygulanabilir olmadığı değerlendirilmekle, sanığın mahkumiyeti yerine beraatine karar verilmesi,


2-) Dairemizin 28.09.2020 tarihli 2020/1515 E. 2020/11589 K. sayılı kararında gerekçeleri belirtildiği üzere;


Basit yargılama usulüne dair esasları düzenleyen ve hükümden sonra (24.10.2019 tarihinde) yürürlüğe giren 7188 sayılı Kanunla değişik 5271 sayılı "basit yargılama usulü" başlıklı CMK'nin 251/3. maddesinin sadece bir usul hükmü olmadığı, aynı zamanda maddi ceza hukukuna dair bir hüküm olduğu, bu nedenle basit yargılama usulünün yürürlük tarihini gösteren Geçici 5/(1)-d. maddesinde yazılı "hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalar yönünden" kısmının Anayasa ve uluslararası sözleşme metinlerinde düzenlenen "suç ve cezaların kanuniliği" ve "lehe kanun" ilkelerine aykırı olduğu, Anayasa'ya ve tarafı olduğumuz temel haklara dair uluslararası sözleşmelere (ve özellikle AİHS'ye) aykırı bu durumun Yüksek Yargıtay tarafından dikkate alınması gerektiği anlaşılmakla,


Mahkemece sanık lehine sonuç doğurabilecek nitelikteki "basit yargılama usulünün" uygulanma şartları yönünden sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu,


Bozmayı gerektirmiş ve katılan vekilinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 03.03.2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi.





T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2020/ 3145 Karar: 2021 / 790 Karar Tarihi: 01.02.2021


Konu ve kapsam:

Başvuranın 26.09.2019 tarihli yeni bir başvuru dilekçesiyle, ilgili gazete nüshalarının asıllarını ekleyerek aynı talebi yinelediği, aynı Sulh Ceza Hakimliğinin bu dilekçeyi itiraz olarak değerlendirip merciye göndermesi gerekirken, 27.09.2019 tarihinde verdiği ek kararla; bu kez talebin ilk başvuruda 3 günlük nüshaları sunmadığından usule aykırı olduğu, öte yandan haberin şeref ve haysiyeti ihlal edici mahiyette olmadığı gibi "gerçeğe aykırı" olup olmadığının ise çekişmesiz yargı yolunda ileri sürülemeyeceğinden bahisle ikinci talebin de hem usulden hem de esastan reddine karar vermiştir.



…..Başvuran vekilinin, günlük (yaygın) süreli bir yayında müvekkilinin bir kuyumcudaki fotoğrafına da yer verilerek gerçek dışı somut olgular atfeden bir haber yapıldığını, fotoğrafın haberden çok önce çekilmiş olduğunu ve bu fotoğrafın haberle ilgisi bulunmadığı gibi haberin de gerçek dışı olduğunu, bu nedenle ilgili gazetenin sorumlu müdürüne 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesi çerçevesinde bir ihtarname gönderildiğini, ihtarnamenin 03.09.2019 günü tebliğ edildiğini, buna rağmen tebliği izleyen 3 günlük sürede (04-05-06.09.2019) düzeltme ve cevap metninin yayımlanmadığını ileri sürerek düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasına dair bir karar verilmesini talep ettiği görülmüştür. Başvuran, dilekçe ekine ilgili haberin yer aldığı gazete kupürünü ve noter ihtarnamesini eklemiştir. Başvuru dilekçesi, 23.09.2019 günü ilgili Sulh Ceza Hakimliğine sunulmuştur.


Sulh Ceza Hakimliğince verilen 25.09.2019 tarihli kararda; 5187 sayılı Kanun'da yazılı "gerçek dışı" ibaresinin Kanunda yazılı kısa süre içinde ortaya konulamayacağı, keza başvuru ekinde ilgili gazete nüshalarının da sunulmadığı, dolayısıyla yasal şartları oluşmadığından bahisle talebin reddine karar verilmiştir.


Başvuranın bu karardan sonra 26.09.2019 tarihli yeni bir başvuru dilekçesiyle, ilgili gazete nüshalarının asıllarını ekleyerek aynı talebi yinelediği, aynı Sulh Ceza Hakimliğinin bu dilekçeyi itiraz olarak değerlendirip merciye göndermesi gerekirken, 27.09.2019 tarihinde verdiği ek kararla; bu kez talebin ilk başvuruda 3 günlük nüshaları sunmadığından usule aykırı olduğu, öte yandan haberin şeref ve haysiyeti ihlal edici mahiyette olmadığı gibi "gerçeğe aykırı" olup olmadığının ise çekişmesiz yargı yolunda ileri sürülemeyeceğinden bahisle ikinci talebin de hem usulden hem de esastan reddine karar vermiştir.


Sulh Ceza Hakimliğince verilen ikinci red kararına karşı, başvuran tarafından yapılan 30.09.2019 tarihli itirazda, afaki gerekçelerle talebin reddedildiğinden bahisle kararın itirazen kaldırılması talep edilmiş ve merci 4. Sulh Ceza Hakimliğince 01.10.2019 tarihinde verilen kararda ise; Anayasa Mahkemesinin 02.07.2015 tarihli ve 2013/6237 başvuru numaralı ve 14.04.2016 tarihli, 2013/9799 başvuru numaralı bireysel başvuru kararlarına atıf yapılarak, "bu kararlar dikkate alındığında" ifadesiyle, itiraz edilen Sulh Ceza Hakimliğince verilen kararda kısa süre içinde haberin gerçekliğinin araştırılmasının mümkün olmadığı yönündeki gerekçenin hukuka uygun olduğundan bahisle itirazın reddine kesin olarak karar verildiği anlaşılmıştır.


Yukarıda yazılı başvuru süreci ile verilen kararlar birlikte değerlendirildiğinde; uyuşmazlığa konu başvuru sürecinde gazete nüshalarının tümünün asıllarının itiraz merci tarafından görüldüğü ve itiraza konu dosyanın esasına girilerek, haberin gerçeğe aykırılık durumunun çekişmesiz yargıda ileri sürülemeyeceği gerekçesinin yerinde olduğundan bahisle, Anayasa Mahkemesinin emsal nitelikteki kararlarına kararlarına atıfta bulunularak itirazın reddedildiği görülmektedir.


Dairemize gönderilen kanun yararına bozma talebinde ise "gazete nüshaları ile tebliğ evraklarının temini hususunda başvurana bir süre verileceği gibi bu eksikliğin Hakimlikçe de giderilebileceği gözetilmeden itirazın kabulü yerine reddi"nin isabetsiz görüldüğü gerekçesiyle başvurulmuştur.


Yukarıda yazılı başvuru süreci ile verilen kararlar ve kanun yararına bozma istemi birlikte değerlendirildiğinde; uyuşmazlığa konu başvuru sürecinde gazete nüshalarının tümünün asıllarının itiraz merci tarafından görüldüğü ve itiraza konu dosyanın esasına girilerek, haberin gerçeğe aykırılık durumunun çekişmesiz yargıda ileri sürülemeyeceği, neticeten verilen kararın yerinde olduğundan bahisle itirazın reddedildiği, dolayısıyla bozulması istenen kararın, ileri sürülen hukuka aykırılık iddiası yönünden isabetsiz olmadığı, merci tarafından giderilebilecek bir eksiklik bulunmadığı anlaşılmakla,


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yukarıda yazılı sebeplerle yerinde görülmediğinden REDDİNE, 01.02.2021 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.


Gereği görüşülüp düşünüldü:


5187 sayılı Kanun'un "Düzeltme ve cevap" başlıklı 14/1. maddesi;


"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.


.."


Hükmünü içermektedir.


Uyuşmazlık konusu somut olayda, başvuran vekilince hazırlanan düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasına dair ihtarnamenin muhatabının sorumlu müdür "..." olması gerekirken yazı işleri müdürü "..." olarak yazıldığı, başvurunun bu hususa dikkat edilmeksizin usulüne uygun olarak yapıldığından bahisle kabul edildiği, haberin yayımlandığı gazetenin itirazında açıkça bunun dile getirildiği, ancak itirazı incelemekle görevli merci tarafından itirazın gerekçesiz bir şekilde reddedildiği anlaşılmakla,


Sonuç: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebi, yukarıda yazılı nedenlerle yerinde görüldüğünden, Ankara Batı 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 12/12/2018 tarihli ve 2018/5198 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK'nin 309/4-a maddesi gereği kanun yararına BOZULMASINA, bozma gereği itiraz merciince itirazın 5187 sayılı Kanun kapsamında incelenerek gerekçeli bir karar verilmesi gerektiğine, 19.10.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.



T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2020/ 223 Karar: 2020 / 2017 Karar Tarihi: 25.02.2020


KONU VE KAPSAM:


Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; Yükletilen suçun sanık tarafından işlendiğinin kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanun'da öngörülen suç tipine uyduğu, Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı, Anlaşıldığından, sanıklar müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye temyiz davasının esastan reddiyle hükmün onanmasına karar verilmiştir.



Yerel Mahkemece bozma üzerine verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:


Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.


Sanığın üzerine atılı suç tarihi 01.03.2014 olmasına rağmen, gerekçeli karar başlığında 23.12.2013 olarak yazılmasının, mahallinde düzeltilebilir nitelikte bir maddi hata olduğu değerlendirildi.


Sanığın, 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesinde "uyar - kaldır" yöntemi benimsenerek ayrıntılı biçimde düzenlenen "düzeltme ve cevap" hakkının kullanılmasına dair tüm şartları taşıyan kesinleşmiş yargı kararını, aynı Kanunun 18. maddesinde yazılı olduğu üzere gereği gibi yerine getirmemesi eylemi karşısında;


Sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü, mahkumiyet hükmünün Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına aykırı olduğuna dair temyiz gerekçelerine;


Düzeltme ve cevap metninin yayımlanmaması suçuyla korunan hukuki yararın, ifade özgürlüğünün gereklerinden olan toplumun doğru bilgiye erişim hakkı ile bireylerin temel hak ve özgürlüklerinden olan onur, saygınlık ve şeref gibi kişilik haklarının korunmasının sağlanması olduğu, dolayısıyla 5187 sayılı Kanun'un 18. maddesinde cezai yaptırım öngören düzenlemenin meşru bir amaca yönelik olması,


Her türlü kitle iletişim aracını kullanma yönünde geniş imkanlara sahip olan basının, sıradan bireyler veya kanunları uygulamakla yükümlü olan kamu görevlileri hakkında yaptığı haberlerde, kişilik haklarını ihlal edecek ifadeler kullanması durumunda, gerek toplumun bilgiye erişim hakkının, gerekse kişi hak ve özgürlükleri kapsamında masumiyet karinesinin güvence altına alınmasının demokratik bir toplumda gerekli olması,


Somut olayda sanığın, kamu görevlisi olan başvurucu hakkında mahkemece yayımlanmasına karar verilen düzeltme ve cevap metnini, sorumlu müdürü olduğu dergide 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde ve kesinleşen yargı kararında belirtilen usule uygun şekilde yayımlaması gerekirken; 5187 sayılı Basın Kanunu'ndaki hükümlerin düzenlenme amacına, düzeltme ve cevap hakkının kullanılması usulüne aykırı şekilde yayımlamasının, basın özgürlüğü ile bireylerin temel hak ve özgürlükleri arasındaki adil dengeyi bozacak sonuçlar doğurması nedeniyle sanığın cezalandırılmasının zorunlu bir sosyal ihtiyaç olması nedeniyle hükümde herhangi bir kanuna aykırılık görülmemiştir.


Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;


Yükletilen suçun sanık tarafından işlendiğinin kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,


Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanun'da öngörülen suç tipine uyduğu,


Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı,


Anlaşıldığından, sanıklar müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye uygun olarak, temyiz davasının esastan reddiyle hükmün ONANMASINA, 25.02.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.











T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2017/ 6491 Karar: 2019 / 5846 Karar Tarihi: 18.03.2019



KONU VE KAPSAM:

Temyize konu somut olayda, itirazın reddi kararı üzerine kesinleşen düzeltme ve cevap metninin yayımlanması kararının, karar veren mahkemelerce adı geçen gazetenin sorumlu müdürüne tebliğ edilmesi gerekirken, en son itiraz eden vekiline 05.05.2014 günü tebliğ edilmesi ve suç tarihinin bu tebliğin tarihine göre belirlenmesi karşısında, sorumlu müdüre yapılan geçerli bir tebligat olmadığından suçun unsurlarının oluşmaması nedeniyle sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerekirken mahkumiyet hükmü kurulması, hükmün bozma sebebidir.

           

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü;


Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.


Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.


Ancak;


5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Düzeltme ve cevap" başlıklı 14/1. maddesi;


"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır..."


"Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması" başlıklı 18/1. maddesi;


"Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili on milyar liradan yüz eli milyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmi milyar liradan, yaygın süreli yayınlarda elli milyar liradan az olamaz..."


"Tebligat" başlıklı 29. maddesi;


"Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır." hükümlerini amirdir.


Yukarıda yer alan düzenlemelere göre; aleyhine yayım yapıldığı iddiasıyla düzeltme ve cevap talep eden ve mahkemeye başvuracak olan kişinin ve karar veren mahkemelerin, düzeltme ve cevap metnini içeren belgeyi, Kanun'un 14. maddesinde belirtilen her aşamada ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nda öngörülen usulde muhatap olarak sorumlu müdüre yapması gerekeceği değerlendirilmektedir.


Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 20.03.2018 tarihli, 2014/70 E., 2014/70 K. sayılı kararında;


"...5187 sayılı Kanunun "Tebligat" başlıklı 29. maddesindeki "Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır" şeklindeki düzenleme uyarınca düzeltme ve cevap yazısına ilişkin tebligatın, ilgili gazetenin künyesinde belirtilen adreste tebliğ edilmek üzere gönderilmesi gerekmektedir.


Sorumlu müdüre yüklenen yükümlülük ve cezai sorumluluk gereği düzeltme ve cevap yazısının sorumlu müdüre tebliğ edilmesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte, 5187 sayılı Kanunda tebligatın bizzat sorumlu müdüre yapılması gerektiğine, kendisine ulaşılamadığı takdirde başka bir kişiye tebligat yapılamayacağına dair bir hüküm bulunmamakta olup öğretide de tebliğ evrakının sorumlu müdür adına olacak şekilde hazırlanması yeterli görülmektedir. (Kayıhan İçel, s. 221) Dolayısıyla tebligatın sorumlu müdüre yapılması kural olmakla birlikte, muhataba ulaşılamadığı hallerde 7201 sayılı Tebligat Kanununda belirtilen kişilere de tebligat yapılabileceği kabul edilmelidir..." şeklinde sorumlu müdüre yapılacak tebligat işleminin taşıması gereken temel esaslar da belirtilmiştir.


Temyize konu somut olayda, itirazın reddi kararı üzerine kesinleşen düzeltme ve cevap metninin yayımlanması kararının, karar veren mahkemelerce adı geçen gazetenin sorumlu müdürüne tebliğ edilmesi gerekirken, en son itiraz eden vekiline 05.05.2014 günü tebliğ edilmesi ve suç tarihinin bu tebliğin tarihine göre belirlenmesi karşısında, sorumlu müdüre yapılan geçerli bir tebligat olmadığından suçun unsurlarının oluşmaması nedeniyle sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerekirken mahkumiyet hükmü kurulması,


Kabule göre ise;


Sanıklar müdafiinin duruşmalarda; suça konu edilen ve istinaf ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasına dair kararın bozulması için kanun yararına bozma yoluna gidildiğini savunmasına rağmen, bu hususta mahkemece hiçbir araştırma yapılmaksızın, suçun sübutuna etki edecek mahiyetteki bu durum bekletici mesele yapılmaksızın mahkumiyet kararı verilmesi,


Kanuna aykırı ve sanıklar müdafiinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, tebliğnameye aykırı olarak HÜKÜMLERİN 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine 18.03.2019 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)











T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2019/ 921 Karar: 2019 / 5454 Karar Tarihi: 11.03.2019



KONU VE KAPSAM:


Akşam gazetesinin … tarihli nüshasının 1. ve 12. sayfalarında "Korkup battaniyenin altına saklandı" ve "Başına silah dayamadılar" başlıklı haberlerde, başvuran milletvekili ve siyasetçi ...'ın, Siyasetçilerin, basında kendileri hakkında çıkan haberler karşısında; normal insanlardan ve tek işi kamu görevini yerine getirmek olup görevine dair yorum yapma hakkını bile elinde bulunmayan kamu görevlilerinden farklı olarak, daha üst düzeyde bir anlayışa ve tahammül seviyesine sahip olmalarının bekleneceği, nitekim ellerinde diğer kitlelere nazaran daha etkili ve çeşitli cevap verme imkanlarının bulunduğu gözetilmelidir.


KARAR:

Akşam gazetesinin … tarihli nüshasının 1. ve 12. sayfalarında "Korkup battaniyenin altına saklandı" ve "Başına silah dayamadılar" başlıklı haberlerde, başvuran milletvekili ve siyasetçi ...'ın, gerek Musul Başkonsolosu iken gerekse başkaca görevlerde çalıştığı sırada başından geçen maddi olaylara tanıklık eden kişilerin ağzından alınan beyanlara dayanılarak, genel hatlarıyla yaşadıklarından ve siyasetçi kimliğinden bahsedilmiştir. Siyasetçilerin, basında kendileri hakkında çıkan haberler karşısında; normal insanlardan ve tek işi kamu görevini yerine getirmek olup görevine dair yorum yapma hakkını bile elinde bulunmayan kamu görevlilerinden farklı olarak, daha üst düzeyde bir anlayışa ve tahammül seviyesine sahip olmalarının bekleneceği, nitekim ellerinde diğer kitlelere nazaran daha etkili ve çeşitli cevap verme imkanlarının bulunduğu gözetilmelidir. Netice itibariyle ana muhalefet partisinin bir milletvekili olan başvuran hakkında, basında çıkan haber ve tartışmaların seçim sonrası ortaya çıkan siyasi mücadele ikliminde değerlendirilmesi, sarf edilen sözlerin sırf kişiliğe hakaret niteliğinde olmayıp, genel anlamda yaşanan maddi olaylara dair yorum ve değerlendirmelerden oluştuğu, bu yönüyle basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığının kabul edilmesi gerektiği anlaşılmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, … Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1904 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK'nun 309/4. maddesi uyarınca bozulmasına karar verilmiştir.(AHİS. m. 10) (2709 S. K. m. 25, 26, 27, 28) (5187 S. K. m. 3, 14) (5271 S. K. m. 309) (YHGK. 13.02.2007 T. 2007/7-28 E. 2007/34 K.)


Dava: Akşam Gazetesinin 01/02/2018 tarihli sayısının ilk sayfasında "Korkup Battaniyenin Altına Saklandı" başlığı ile yayınlanan ve 12. sayfasında "Başına silah dayamadılar" başlığı ile devam eden yazı sebebiyle ilgilisi ... vekilinin cevap ve düzeltme talebinin kabulü ile tekzip yazısının yayımlanmasına dair Ardahan Sulh Ceza Hâkimliğinin 02/05/2018 tarihli ve 2018/585 değişik iş sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin Kars Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1904 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı'nın 07.01.2019 gün ve 10551 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ve ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21/01/2019 gün ve KYB. 2019/4388 sayılı ihbarnamesi dairemize gönderilmekle okundu.


Karar: Anılan ihbarnamede;


Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, "Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa'nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada "küçültücü" sözlerin kullanılmaması gerekir. ... Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslÛpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler "polemik" niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez." şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, somut olayda Akşam Gazetesinin 01/02/2018 tarihli nüshasının 1. ve 12. sayfalarında, ilk sayfada "Korkup Battaniyenin Altına Saklandı" ve iç sayfada "Başına Silah Dayamadılar" başlığı ile yayımlanan haberin basın özgürlüğü kapsamında kaldığı nazara alındığında, itirazın bu yönden kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,

Gereği görüşülüp düşünüldü:


İfade özgürlüğü; insanın özgürce bilgi ve düşünce sahibi olabilme, zihninde oluşturduğu düşünce ve kanaatlerinden ötürü kınanmama, bunları meşru şekil ve yöntemlerle dışa vurma imkan ve özgürlüğüdür. İfadenin, genellikle dış dünyayı gören, duyan, yorumlamaya ve algılamaya çalışan bir kişi veya toplum gibi gerçek bir muhatabı, bazen de cansız varlıklar veya bizzat kendisi gibi muhatapları vardır. İfadeye anlam veren onun muhatabıdır.


Basın Özgürlüğü; ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olmak üzere, insanların bilgiye ulaşma ve fikir elde edebilme yönündeki en önemli araçlardan olan basının, yazılı, görsel veya işitsel araçlarla sunduğu ve kamu hizmetini gerçekleştirme yolunda sahip olduğu özgürlüktür. Basının, geniş imkanları olan bir organizasyon olması, ona bireylere nazaran daha büyük bir muhatap sayısı (kitlesi) sağlamaktadır. Bu nedenle basının ifade özgürlüğünü kullanırken muhatabı üzerinde yarattığı etkinin boyutları da düşünülerek yaptığı işe bir kamu hizmeti ayrıcalığı tanınmış, bu ayrıcalıkla birlikte bahşedilen güvenilirliği, yapılan işten doğan sorumluluğun da büyük olmasını beraberinde getirmiştir.


Şüphesiz ifade ve basın özgürlüğü de diğer temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. İfade ve Basın Özgürlüğünün sınırlanması, başta AİHS'nin 10/2. maddesi olmak üzere uluslararası ve ulusal mevzuatta düzenleme altına alınmıştır.


Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "ifade özgürlüğü" başlıklı 10. maddesinde;


"1- Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.


2- Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir."


İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;


- Sınırlamanın kanunda öngörülüp öngörülmediği, açıkça tanımlanıp tanımlanmadığı,


- Sınırlamanın AİHS'nin 10/2. maddesinde yazılı veya yasada öngörülen meşru amaçlara uygun olup olmadığı,


- Sınırlamanın çağdaş demokratik toplumun gereklerine uygun olup olmadığı,


- Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması), hususlarını gözetmek zorundadırlar.


Meşru amaç deyiminden; genellikle sözleşmenin 10/2. maddesinde yazılı kamu güvenliği, toplumsal ahlak ve ülkelerin yasalarında mevcut sair durumlar kastedilmektedir.

Çağdaş demokratik toplumun gerekleri tanımı ile anlatılmaya çalışılan ise; topluma sunulan, sınırlanmaması, kınanmaması, özgür bırakılması gereken ifadenin veya haberin; toplumun ilgisini çeken, güncel ve kamunun yararını güden bir tartışmayı içermesi ile halkı kin ve düşmanlığa sevketmemesi, şiddete teşvik etmemesi, nefret veya ayrımcılık içermemesi, suçu ve suçluyu övmemesi, terör veya ayrılıkçı hareketleri övmemesi, meşrulaştırıp yüceltmemesi, başkalarının kişilik haklarını, onur, şeref ve saygınlığını, hakaret, sövme veya benzer yollarla zedelememesi gibi gerekliliklerdir.


Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.


Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, & 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Bu şekilde basın kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından birincil derecede önemi bulunan "halkın gözcülüğü" ya da "kamunun bekçi köpeği (watchdog)" görevini yapabilir.


Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.


Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.


Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb...) bu özgürlüğü kullanırken "görev ve sorumlulukları" da vardır. Sözleşme'nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde "doğru ve güvenilir" bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, & 39; Mc Vicar, & 83-86; Colombani, & 65).


Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin 07/02/2012 tarihli Von Hannover-Almanya (no.2) ( BD, no.40660/08 ve 60641/08 ) kararında;

"... 108. İfade özgürlüğü hakkı ile özel hayata saygı hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak içtihattan çıkan ve mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler aşağıda sayılmıştır.


i.) Genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı:


109. Birinci temel unsur makale veya fotoğrafların basında çıkmasının genel yarar nitelikli bir tartışmaya yapacağı katkıdır (Von Hannover, yukarıda geçen, &Genel yarar konusu olan şeylerin belirlenmesi davanın şartlarına bağlıdır. Ancak Mahkeme sadece yayımın siyasi konular ya da işlenen suçlarla ilgili olduğu durumlarda  değil, ama aynı zamanda yayımın sporu ya da ekran artistlerini ilgilendirdiği durumlarda da böyle bir yararın varlığını kabul ettiğini hatırlatmanın faydalı olduğu kanaatindedir. Buna karşın bir Cumhurbaşkanının evlilikle ilgili olası problemleri ya da ünlü bir şarkıcının mali sorunlarının genel yarar nitelikli bir tartışma kapsamında kaldığı kabul edilmemiştir (Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, & 52, ve Hachette Filipacchi Associés (ICI PARIS), yukarıda geçen, & 43).


ii.) Hedef alınan kişinin ünlülük derecesi ve röportajın konusu:


Hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği bir önceki kriterle bağlantılı önemli başka bir kriter oluşturmaktadır. Burada normal bireyler ile kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayan bir kişi özel hayat hakkına ilişkin özel bir korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için böyle bir şey söz konusu değildir (....../...... (kabuledilebilirlik üzerine karar), no 14991/02, 14 Haziran 2005, ve Petrenco, yukarıda geçen, & 55).


Mesela resmi bir görev yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratik toplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir röportajı, böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar üzerine yapılan bir röportajla bir tutamayız (Von Hannover, yukarıda geçen, & 63, ve Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, & 47)." şeklinde yapılan tespitlerle, ifade özgürlüğü bakımından değerlendirilmeye alınan haberin mahiyeti ve habere konu olan kişinin özellikleri bakımından ayrıntılı değerlendirmeler yapılmış ve bu konuda habere ve kişiye özgü birtakım kriterler de belirlenmiştir.


AİHM'nin 02/02/2016 tarihli Erdener & Türkiye kararında;


"... Bir kişinin kişilik haklarını zedeleyebilecek sözlerin niteliğine ilişkin olarak, Mahkeme, olgular ile değer yargıları arasında geleneksel olarak bir ayrım yapmaktadır. Olguların gerçekliği ispat edilebilse de, değer yargılarının doğruluğunu kanıtlamak mümkün değildir. Bir açıklama, değer yargısı olarak değerlendirildiğinde, müdahalenin orantılılığı yeterli bir olgusal dayanağın varlığına bağlı olabilmektedir, zira bu türden bir dayanak bulunmadığında, değer yargısının abartılı/aşırı olduğu da ortaya çıkabilmektedir. (bk., örnek olarak, Feldek/Slovakya, No. 29032/95, && 75-76, AİHM 2001-VIII, I Avgi Publishing and Press Agency S.A. ve Karis/Yunanistan, No. 15909/06, & 26, 5 Haziran 2008, ...... ve diğerleri/Türkiye, No. 346/04 ve 39779/04, & 36, 27 Mayıs 2014, ve Morar/Romanya, No. 25217/06, & 59, 7 Temmuz 2015).


Mahkeme, ifade özgürlüğünün, "yalnızca hoş karşılanan veya zararsız ya da önemsenmez olarak görülen "bilgiler" veya "düşünceler" için değil, aynı zamanda "hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici" olanlar için de geçerli olduğunu hatırlatmaktadır. (yukarıda anılan Morice kararı, & 161)..Mahkeme, ihtilaf konusu sözler bağlamında okunan, yukarıda anılan cümlenin, büyük tartışmalara yol açmasına rağmen, Başbakan'ın Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde tedavi edilme şeklini eleştiren kişisel bir görüş kapsamına girdiğini tespit etmektedir. Başvuran tarafından yerel mahkemeler önünde sunulan belgeleri dikkate alarak, Mahkeme, bu görüşün yeterli bir olgusal dayanağa dayandığı ve davaya ilişkin koşullarla yakından ilişkili olduğu kanısına varmaktadır...Bununla birlikte, Mahkeme, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler ile gerçek kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler arasında bir farklılık olduğunu hatırlatmaktadır. Mahkeme bu bağlamda, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatlerin ahlaki boyuttan yoksun olduğunu tekrarlamaktadır (yukarıda anılan Kharlamov kararı, & 25)..." şeklinde değer yargısı ile maddi olguların birbirinden ayrılması gerektiğinden, şayet sınırlamaya konu edilen haberde, sırf kişiden kişiye değişen ve ispatlanması mümkün olmayan değer yargılarından hareketle bir takım sözler (iyi, kötü, çirkin, yakışıklı, şık olmadı, yakışmadı, çelişkili, manidar, tutarsız v.b.) sarf edilmişse bunun düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceği, ancak maddi olgularla desteklenemeyen ve ispatlanamayan "abartılı" değer yargıları ile ifade özgürlüğü arasında mutlaka ayrıma gidilmesi gerektiğinden bahsetmiştir.

Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.


Ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin, dolayısıyla ifade ve basın özgürlüğünün de sınırlanmasında esas alınması gereken kurallar başta 13. maddesi olmak üzere Anayasa'da düzenlenmektedir. Buna göre temel hak ve hürriyetler;


- Özlerine dokunulmaksızın


- Yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak


- Ancak kanunla sınırlanabilir.


- Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.


Ancak olağanüstü hal, sıkıyönetim veya savaş halinde dahi kişilerin sert çekirdek hakları olan; yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz, kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz, suç ve cezalar geçmişe yürütülemez, suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.


T.C. Anayasası'nın "Düşünce ve kanaat hürriyeti başlıklı" 25. maddesinde;


"Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.


Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.",


T.C. Anayasası'nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" başlıklı 26. maddesinde;

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.


Bu hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.


Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.


Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.",


T.C. Anayasası'nın "Basın hürriyeti" başlıklı 28. maddesinde;


"Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz.


Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.


Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır..."


şeklinde ifade ve basın özgürlüğü kavramlarının içeriği, kapsamı, sınırları ve kullanılması düzenleme altına alınmıştır.


T.C. Anayasası'nın "Düzeltme ve cevap hakkı" başlıklı 32. maddesi;


"Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.


Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir." ,


5187 sayılı Kanun'un "düzeltme ve cevap" başlıklı 14. maddesi;


"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır..." ve "...Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar..." hükümlerini amirdir.


Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken "basın özgürlüğü" kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenlerine dair Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. - 2007/34 K. sayılı kararında;


"Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır.


Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır.


Temelini Anayasa'nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Kanunun 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada "küçültücü" sözlerin kullanılmaması gerekir."


Haber verme hakkının hukuka uygun bir biçimde kullanılabilmesi için gereken ölçütler dört başlık altında toplanmaktadır.


Bunlar;


1- Haber gerçek olmalı,


2- Haber güncel olmalı,


3- Haberin verilmesinde kamu yararı bulunmalı,


4- Haberin veriliş biçimi ile özü arasında düşünsel bir bağ bulunmalıdır.


Bu unsurlar eleştiri hakkı yönünden de geçerlidir. Yani eleştirinin olabilmesi için, yazının gerçek olgulara dayanması, güncel bulunması ve bu haberin verilmesinde kamu yararı bulunması koşullarına bağlıdır..." şeklinde gözetilmesi gereken temel kriterlerden bahsedilmiştir.


Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tehdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında "...kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı.."nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin "ifade ve basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir.


5187 sayılı Basın Kanunu'na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır. Bu hususta mahkemece verilecek kararda, haber içeriğinden açıkça anlaşılmıyorsa ayrıntılı şekilde haberin suç oluşturup oluşturmadığıyla ilgili bir inceleme veya değerlendirme yapılmasına gerek yoktur.


Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.


Yukarıdaki açıklamalar ışığında kanun yararına bozmaya konu dosyadaki somut olay değerlendirildiğinde;


Akşam gazetesinin 01.02.2018 tarihli nüshasının 1. ve 12. sayfalarında "Korkup battaniyenin altına saklandı" ve "Başına silah dayamadılar" başlıklı haberlerde, başvuran milletvekili ve siyasetçi ...'ın, gerek Musul Başkonsolosu iken gerekse başkaca görevlerde çalıştığı sırada başından geçen maddi olaylara tanıklık eden kişilerin ağzından alınan beyanlara dayanılarak, genel hatlarıyla yaşadıklarından ve siyasetçi kimliğinden bahsedilmiştir.


Siyasetçilerin, basında kendileri hakkında çıkan haberler karşısında; normal insanlardan ve tek işi kamu görevini yerine getirmek olup görevine dair yorum yapma hakkını bile elinde bulunmayan kamu görevlilerinden farklı olarak, daha üst düzeyde bir anlayışa ve tahammül seviyesine sahip olmalarının bekleneceği, nitekim ellerinde diğer kitlelere nazaran daha etkili ve çeşitli cevap verme imkanlarının bulunduğu gözetilmelidir.


Netice itibariyle ana muhalefet partisinin bir milletvekili olan başvuran hakkında, basında çıkan haber ve tartışmaların seçim sonrası ortaya çıkan siyasi mücadele ikliminde değerlendirilmesi, sarf edilen sözlerin sırf kişiliğe hakaret niteliğinde olmayıp, genel anlamda yaşanan maddi olaylara dair yorum ve değerlendirmelerden oluştuğu, bu yönüyle basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığının kabul edilmesi gerektiği anlaşılmakla,


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, Kars Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1904 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK'nun 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yukarıda yazılı bozma nedenine göre; Ardahan Sulh Ceza Hâkimliğinin 02/05/2018 tarihli ve 2018/585 değişik iş sayılı kararıyla yayımlanmasına karar verilen düzeltme ve cevap metninin yayımlanmamasına, 11/03/2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.





YARGITAY19. CEZA DAİRESİ

(E. 2018/6833K. 2018/13076T. 10.12.2018)

KONU VE KAPSAM:

GAZETEDE YAYINLANAN HABERLERE İLİŞKİN OLARAK TEKZİP VE DÜZELTME İSTEMİ ( Ana Muhalefet Partisinin Bir Milletvekili Olan Başvuran Hakkında, Basında Çıkan Haber ve Tartışmaların Seçim Sonrası Ortaya Çıkan Siyasi Mücadele İkliminde Değerlendirildiği ve Sarf Edilen Sözlerin Sırf Kişiliğe Hakaret Niteliğinde Olmadığı - Genel Anlamda Yaşanan Maddi Olaylara Dair Yorum ve Değerlendirmelerden Oluştuğu/Basın Özgürlüğü Çerçevesinde Kaldığının Kabul Edilmesi Gerektiği )

* SİYASETÇİLER HAKKINDA GAZETEDE YAYINLANAN HABERLER ( Siyasetçilerin Normal İnsanlardan ve Tek İşi Kamu Görevini Yerine Getirmek Olup Görevine Dair Yorum Yapma Hakkını Bile Elinde Bulundurmayan Kamu Görevlilerinden Farklı Olarak Daha Üst Düzeyde Bir Anlayışa Ve Tahammül Seviyesine Sahip Olmalarının Bekleneceği - Nitekim Ellerinde Diğer Kitlelere Nazaran Daha Etkili Ve Çeşitli Cevap Verme İmkanlarının Bulunduğunun Gözetilmesi Gerektiği )

* ANA MUHALEFET PARTİSİ MİLLETVEKİLİ HAKKINDA HABER YAPILMASI ( Basında Çıkan Haber ve Tartışmaların Seçim Sonrası Ortaya Çıkan Siyasi Mücadele İkliminde Değerlendirildiği ve Sarf Edilen Sözlerin Sırf Kişiliğe Hakaret Niteliğinde Olmadığı - Genel Anlamda Yaşanan Maddi Olaylara Dair Yorum ve Değerlendirmelerden Oluştuğu/Basın Özgürlüğü Çerçevesinde Kaldığının Kabul Edilmesi Gerektiği/Tekzip ve Düzeltme İstemi 5187/m. 14)


KARAR METNİ:

               S... Gazetesinin 01/02/2018 tarihli sayısının 1. ve 18. sayfalarında yayınlanan, "Tacizden kovulmuş", "Kadın personeli taciz etti, bakanlıktan kovuldu" ve "Çaycıyı elektrikli testereyle kovalamış" başlıklı yazılar sebebiyle ilgilisi vekilinin cevap ve düzeltme isteminin kabulüyle tekzip yazısının yayımlanmasına dair Ardahan Sulh Ceza Hâkimliğinin 02/05/2018 tarihli ve 2018/586 değişik iş sayılı kararına (söz konusu tekzibin A... Gazetesinde yayımlanması şeklindeki maddi hatanın Sabah Gazetesinde yayımlanması şeklinde tashihine dair anılan Hâkimliğin 25/05/2018 tarihli ve 2018/586 değişik iş sayılı tashih kararına) karşı yapılan itirazın reddine ilişkin  Kars Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1903 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı'nın 09.10.2018 gün ve 13078 Sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ve ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 12/10/2018 gün ve KYB. 2018/82696 Sayılı ihbarnamesi dairemize gönderilmekle okundu.

Anılan ihbarnamede;

Dosya kapsamına göre,

Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez.

Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yayımlanır.

Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.

Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir." şeklindeki düzenleme karşısında,

Somut olayda, tekzibe konu haberin 01/02/2018 tarihinde Sabah Gazetesinde yayımlanmasına rağmen, tekzip içeren ihtarnamenin ilgilisi tarafından en geç 01/04/2018 tarihinde gönderilmesi gerekirken, söz konusu gazeteye 02/04/2018 tarihinde gönderildiği, böylece anılan madde metninde yer alan iki aylık hak düşürücü süreye uyulmadığı,

Yine tekzip metninin ilgili gazetede süresinde yayınlanmaması üzerine, tekzip talep eden vekilince 20/04/2018 tarihinde Sulh Ceza Hâkimliğinden tekzip talebinde bulunulmuş olmasına rağmen, anılan madde metninde yer alan, " Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar." hükmüne riayet edilmeyerek anılan Sulh Ceza Hâkimliğince 02/05/2018 tarihinde karar verilerek süreye uyulmadığı,

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 Sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa'nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 Sayılı Basın Kanununun 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. … Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, somut olayda Sabah Gazetesinin 01/02/2018 tarihli sayısının 1. ve 20. sayfalarında yayınlanan, "Kadın personeli taciz etti, bakanlıktan kovuldu", "Çaycıyı elektrikli testereyle kovalamış" ve "Korkudan battaniyenin altına saklanmış" başlıklı yazıların basın özgürlüğü kapsamında kaldığı nazara alındığında,

İtirazın bu yönlerden kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,

Gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : A-) Kanun yararına bozma isteminin 1- ve 2- numaralı gerekçeleri yönünden yapılan incelemede;

5187 Sayılı Kanun'un 14/1. maddesinde, kişinin kendisi hakkında yayımlanan haber nedeniyle düzeltme ve cevap yazısını "iki ay içinde" ilgili basın organının sorumlu müdürüne göndermesi şartı düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile amaçlanan, kamuoyunda yankı bulan haberin üzerinden pek fazla bir süre geçmeden, tabiri caizse etkisi soğumadan, ilgili kişinin düzeltme ve cevap metninin yayımlanması için samimi isteğinin, bir an önce eylemsel olarak karşılık bulabilmesidir.

Ancak somut olayda haberin yayımlandığı günden sonra başlayan iki aylık sürenin son günü, yani 01.04.2018 günü, Pazar gününe denk gelmektedir. Hal böyleyken resmi bir tatil gününe denk gelen sürenin son gününün, usul hukuku hükümlerinde hak düşürücü süreler için de kıyas yapılabileceği de göz önüne alındığında, 02.04.2018 Pazartesi gününe uzayabileceği, ilgilinin hemen tatil bitiminde kullandığı bu hakkı, süresi içinde kullandığı, bu nedenle düzeltme ve cevap hakkını kullanmada samimi ve kararlı olduğu değerlendirilmiştir.

Öte yandan, yine 5187 Sayılı Kanun'un 14/4. maddesinde, Sulh Ceza Hakiminin, başvuruyu üç gün içerisinde duruşma yapmaksızın karara bağlayacağı açıkça yazılmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki, burada yazılı sürenin muhatabı yargı organıdır. Bu sürenin konulma amacı ise gerek adil yargılanma hakkı bakımından gerekse şeref ve haysiyetinin, itibarının bir an önce toplumun gözünde eski haline gelmesini isteyen başvuran kişinin acil ihtiyacı bakımından uyuşmazlığın yargı organınca bir an önce çözülmesini düzenlemektir. Başvuru ve kararın bu şekilde sınırlı sürelerle düzenlenmesi, hakkın bir an önce sahibine teslim edilmesini sağladığı için adil yargılanma hakkı bakımından önemlidir.

Ancak ülkemizde, yargı organlarının iş yükü, çalışma koşulları ve nitelikli iş gücü gibi eksiklikler nedeniyle bu sürelere uyulmaması, başvuranların mağduriyetine yol açmaktadır. Hal böyleyken, kişilerin kendi dışındaki nedenlerle yaşadıkları bu mağduriyete, tamamen yargı organlarının elinde bulunan süresinde veya hızlı karar verme yükümlüğünün ihlalinden kaynaklı hak kayıplarını ekleyecek olursak, kişinin hakkına geç de olsa ulaşması yerine hiç ulaşamamasına yol açılmış olunacağı değerlendirilmiştir.

Somut olayda, Sulh Ceza Hakimliğince 20.04.2018 tarihli başvuru hakkında en geç 23.04.2018 (Pazartesi) günü (resmi tatile denk geldiğinden) veya 24.04.2018 (Salı) günü bir karar verilmesi gerekirken, 02.05.2018 günü karar verilmesinin sorumluluğunun başvurana yükletilemeyeceği anlaşılmakla,

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarnamesinin 1- ve 2- numaralı maddelerinin içeriği, yukarıda yazılı nedenlerle yerinde görülmediğinden kanun yararına bozma talebinin REDDİNE,

B-) Kanun yararına bozma isteminin 3- numaralı gerekçesi yönünden yapılan incelemede ise;

İfade özgürlüğü; insanın özgürce bilgi ve düşünce sahibi olabilme, zihninde oluşturduğu düşünce ve kanaatlerinden ötürü kınanmama, bunları meşru şekil ve yöntemlerle dışa vurma imkan ve özgürlüğüdür. İfadenin, genellikle dış dünyayı gören, duyan, yorumlamaya ve algılamaya çalışan bir kişi veya toplum gibi gerçek bir muhatabı, bazen de cansız varlıklar veya bizzat kendisi gibi muhatapları vardır. İfadeye anlam veren onun muhatabıdır.

Basın Özgürlüğü; ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olmak üzere, insanların bilgiye ulaşma ve fikir elde edebilme yönündeki en önemli araçlardan olan basının, yazılı, görsel veya işitsel araçlarla sunduğu ve kamu hizmetini gerçekleştirme yolunda sahip olduğu özgürlüktür. Basının, geniş imkanları olan bir organizasyon olması, ona bireylere nazaran daha büyük bir muhatap sayısı (kitlesi) sağlamaktadır. Bu nedenle basının ifade özgürlüğünü kullanırken muhatabı üzerinde yarattığı etkinin boyutları da düşünülerek yaptığı işe bir kamu hizmeti ayrıcalığı tanınmış, bu ayrıcalıkla birlikte bahşedilen güvenilirliği, yapılan işten doğan sorumluluğun da büyük olmasını beraberinde getirmiştir.

Şüphesiz ifade ve basın özgürlüğü de diğer temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. İfade ve Basın Özgürlüğünün sınırlanması, başta AİHS'nin 10/2. maddesi olmak üzere uluslararası ve ulusal mevzuatta düzenleme altına alınmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "ifade özgürlüğü" başlıklı 10. maddesinde;

"1- Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.

2-) Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, kanunla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir."

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;

- Sınırlamanın kanunda öngörülüp öngörülmediği, açıkça tanımlanıp tanımlanmadığı,

- Sınırlamanın AİHS'nin 10/2. maddesinde yazılı veya kanunda öngörülen meşru amaçlara uygun olup olmadığı,

- Sınırlamanın çağdaş demokratik toplumun gereklerine uygun olup olmadığı,

- Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması), hususlarını gözetmek zorundadırlar.

Meşru amaç deyiminden; genellikle sözleşmenin 10/2. maddesinde yazılı kamu güvenliği, toplumsal ahlak ve ülkelerin kanunlarında mevcut sair durumlar kastedilmektedir.

Çağdaş demokratik toplumun gerekleri tanımı ile anlatılmaya çalışılan ise; topluma sunulan, sınırlanmaması, kınanmaması, özgür bırakılması gereken ifadenin veya haberin; toplumun ilgisini çeken, güncel ve kamunun yararını güden bir tartışmayı içermesi ile halkı kin ve düşmanığa sevketmemesi, şiddete teşvik etmemesi, nefret veya ayrımcılık içermemesi, suçu ve suçluyu övmemesi, terör veya ayrılıkçı hareketleri övmemesi, meşrulaştırıp yüceltmemesi, başkalarının kişilik haklarını, onur, şeref ve saygınlığını, hakaret, sövme veya benzer yollarla zedelememesi gibi gerekliliklerdir.

Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.

Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Bu şekilde basın kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından birincil derecede önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “kamunun bekçi köpeği (watchdog)” görevini yapabilir.

Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.

Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.

Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb...) bu özgürlüğü kullanırken “görev ve sorumlulukları” da vardır. Sözleşme'nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde “doğru ve güvenilir” bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, § 39; Mc Vicar, § 83-86; Colombani, § 65).

Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin 07/02/2012 tarihli Von Hannover-Almanya (no.2) ( BD, no.40660/08 ve 60641/08 ) kararında;

"... 108. İfade özgürlüğü hakkı ile özel hayata saygı hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak içtihattan çıkan ve mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler aşağıda sayılmıştır.

i.) Genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı:

109. Birinci temel unsur makale veya fotoğrafların basında çıkmasının genel yarar nitelikli bir tartışmaya yapacağı katkıdır (Von Hannover, yukarıda geçen, § 60; Leempoel & S.A. ED. Ciné Revue, yukarıda geçen, § 68; ve Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 46). Genel yarar konusu olan şeylerin belirlenmesi davanın şartlarına bağlıdır. Ancak Mahkeme sadece yayımın siyasi konular ya da işlenen suçlarla ilgili olduğu durumlarda (White, yukarıda geçen, § 29; Egeland ve Hanseid/Norveç, numara 34438/04, § 58, 16 Nisan 2009; Leempoel & S.A. ED. Ciné Revue, yukarıda geçen, § 72) değil, ama aynı zamanda yayımın sporu ya da ekran artistlerini ilgilendirdiği durumlarda da (Nikowitz ve Verlagsgruppe News GmbH/Avusturya, numara 5266/03, § 25, 22 Şubat 2007; Colaço Mestre ve SIC – Sociedade Independente de Comunicação, S.A./Portekiz, nos 11182/03 ve 11319/03, § 28, 26 Nisan 2007; ve Sapan/Türkiye, numara 44102/04, § 34, 8 Haziran 2010) böyle bir yararın varlığını kabul ettiğini hatırlatmanın faydalı olduğu kanaatindedir. Buna karşın bir Cumhurbaşkanının evlilikle ilgili olası problemleri ya da ünlü bir şarkıcının mali sorunlarının genel yarar nitelikli bir tartışma kapsamında kaldığı kabul edilmemiştir (Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 52, ve Hachette Filipacchi Associés (ICI PARIS), yukarıda geçen, § 43).

ii.) Hedef alınan kişinin ünlülük derecesi ve röportajın konusu:

110. Hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği bir önceki kriterle bağlantılı önemli başka bir kriter oluşturmaktadır. Burada normal bireyler ile kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayan bir kişi özel hayat hakkına ilişkin özel bir korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için böyle bir şey söz konusu değildir (Minelli/İsviçre (kabuledilebilirlik üzerine karar), numara 14991/02, 14 Haziran 2005, ve Petrenco, yukarıda geçen, § 55). Mesela resmi bir görev yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratik toplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir röportajı, böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar üzerine yapılan bir röportajla bir tutamayız (Von Hannover, yukarıda geçen, § 63, ve Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 47).” şeklinde yapılan tespitlerle, ifade özgürlüğü bakımından değerlendirilmeye alınan haberin mahiyeti ve habere konu olan kişinin özellikleri bakımından ayrıntılı değerlendirmeler yapılmış ve bu konuda habere ve kişiye özgü birtakım kriterler de belirlenmiştir.

Son olarak, AİHM'nin 02/02/2016 tarihli Erdener & Türkiye kararında;

"... Bir kişinin kişilik haklarını zedeleyebilecek sözlerin niteliğine ilişkin olarak, Mahkeme, olgular ile değer yargıları arasında geleneksel olarak bir ayrım yapmaktadır. Olguların gerçekliği ispat edilebilse de, değer yargılarının doğruluğunu kanıtlamak mümkün değildir. Bir açıklama, değer yargısı olarak değerlendirildiğinde, müdahalenin orantılılığı yeterli bir olgusal dayanağın varlığına bağlı olabilmektedir, zira bu türden bir dayanak bulunmadığında, değer yargısının abartılı/aşırı olduğu da ortaya çıkabilmektedir. (B.K., örnek olarak, Feldek/Slovakya, No. 29032/95, §§ 75-76, AİHM 2001-VIII, I Avgi Publishing and Press Agency S.A. ve Karis/Yunanistan, No. 15909/06, § 26, 5 Haziran 2008, ... ve diğerleri/Türkiye, No. 346/04 ve 39779/04, § 36, 27 Mayıs 2014, ve Morar/Romanya, No. 25217/06, § 59, 7 Temmuz 2015)..Mahkeme, ifade özgürlüğünün, "yalnızca hoş karşılanan veya zararsız ya da önemsenmez olarak görülen "bilgiler" veya "düşünceler" için değil, aynı zamanda "hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici" olanlar için de geçerli olduğunu hatırlatmaktadır. (yukarıda anılan Morice kararı, § 161)..Mahkeme, ihtilaf konusu sözler bağlamında okunan, yukarıda anılan cümlenin, büyük tartışmalara yol açmasına rağmen, Başbakan'ın Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde tedavi edilme şeklini eleştiren kişisel bir görüş kapsamına girdiğini tespit etmektedir. Başvuran tarafından yerel mahkemeler önünde sunulan belgeleri dikkate alarak, Mahkeme, bu görüşün yeterli bir olgusal dayanağa dayandığı ve davaya ilişkin koşullarla yakından ilişkili olduğu kanısına varmaktadır...Bununla birlikte, Mahkeme, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler ile gerçek kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler arasında bir farklılık olduğunu hatırlatmaktadır. Mahkeme bu bağlamda, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatlerin ahlaki boyuttan yoksun olduğunu tekrarlamaktadır (yukarıda anılan Kharlamov kararı, § 25)..." şeklinde değer yargısı ile maddi olguların birbirinden ayrılması gerektiğinden, şayet sınırlamaya konu edilen haberde, sırf kişiden kişiye değişen ve ispatlanması mümkün olmayan değer yargılarından hareketle bir takım sözler (iyi, kötü, çirkin, yakışıklı, şık olmadı, yakışmadı, çelişkili, manidar, tutarsız v.b.) sarf edilmişse bunun düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceği, ancak maddi olgularla desteklenemeyen ve ispatlanamayan "abartılı" değer yargıları ile ifade özgürlüğü arasında mutlaka ayrıma gidilmesi gerektiğinden bahsetmiştir.

Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.

Ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin, dolayısıyla ifade ve basın özgürlüğünün de sınırlanmasında esas alınması gereken kurallar başta 13. maddesi olmak üzere Anayasa'da düzenlenmektedir. Buna göre temel hak ve hürriyetler;

- Özlerine dokunulmaksızın

- Yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak

- Ancak kanunla sınırlanabilir.

- Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

Ancak olağanüstü hal, sıkıyönetim veya savaş halinde dahi kişilerin sert çekirdek hakları olan; yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz, kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz, suç ve cezalar geçmişe yürütülemez, suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.

T.C. Anayasası'nın "Düşünce ve kanaat hürriyeti başlıklı" 25. maddesinde;

"Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.

Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.",

T.C. Anayasası'nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" başlıklı 26. maddesinde;

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.",

T.C. Anayasası'nın "Basın hürriyeti" başlıklı 28. maddesinde;

"Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27. maddeleri hükümleri uygulanır..."

şeklinde ifade ve basın özgürlüğü kavramlarının içeriği, kapsamı, sınırları ve kullanılması düzenleme altına alınmıştır.

T.C. Anayasası'nın "Düzeltme ve cevap hakkı" başlıklı 32. maddesi;

"Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.

Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir." ,

5187 Sayılı Kanun'un "düzeltme ve cevap" başlıklı 14. maddesi;

"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır..." ve

"...Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar..." hükümlerini amirdir.

Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken "basın özgürlüğü" kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenlerine dair Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. - 2007/34 K. sayılı kararında;

"Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır.

Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır.

Temelini Anayasa'nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 Sayılı Basın Kanununun 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir."

Haber verme hakkının hukuka uygun bir biçimde kullanılabilmesi için gereken ölçütler dört başlık altında toplanmaktadır.

Bunlar;

1-) Haber gerçek olmalı,

2-) Haber güncel olmalı,

3-) Haberin verilmesinde kamu yararı bulunmalı,

4-) Haberin veriliş biçimi ile özü arasında düşünsel bir bağ bulunmalıdır.

Bu unsurlar eleştiri hakkı yönünden de geçerlidir. Yani eleştirinin olabilmesi için, yazının gerçek olgulara dayanması, güncel bulunması ve bu haberin verilmesinde kamu yararı bulunması koşullarına bağlıdır..." şeklinde gözetilmesi gereken temel kriterlerden bahsedilmiştir.

Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tehdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 Sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında "...kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı.."nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin "ifade ve basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir.

5187 Sayılı Basın Kanunu'na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır. Bu hususta mahkemece verilecek kararda, haber içeriğinden açıkça anlaşılmıyorsa ayrıntılı şekilde haberin suç oluşturup oluşturmadığıyla ilgili bir inceleme veya değerlendirme yapılmasına gerek yoktur.

Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında kanun yararına bozmaya konu dosyadaki somut olay değerlendirildiğinde;

Sabah gazetesinin 01.02.2018 tarihli nüshasının 1. ve 18. sayfalarında "Tacizden Kovulmuş", "...'ın Vukuatları Bitmiyor, Taciz Etti, Bakanlıktan kovuldu","Çaycıyı Elektrikli Testere İle Kovalamış", "Korkudan Battaniyenin Altına Saklandı" başlıklı haberlerde, başvuran milletvekili ve siyasetçi ...'ın, gerek Musul Başkonsolosu iken gerekse başkaca görevlerde çalıştığı sırada başından geçen maddi olaylara tanıklık eden kişiler ve kendisi gibi siyasetçilerin ağzından alınan beyanlara dayanılarak, genel hatlarıyla siyasetçi kimliğinden ve yaşadıklarından bahsedilmiştir.

Siyasetçilerin, basında kendileri hakkında çıkan haberler karşısında; normal insanlardan ve tek işi kamu görevini yerine getirmek olup görevine dair yorum yapma hakkını bile elinde bulundurmayan kamu görevlilerinden farklı olarak, daha üst düzeyde bir anlayışa ve tahammül seviyesine sahip olmalarının bekleneceği, nitekim ellerinde diğer kitlelere nazaran daha etkili ve çeşitli cevap verme imkanlarının bulunduğu gözetilmelidir.

Netice itibariyle ana muhalefet partisinin bir milletvekili olan başvuran hakkında, basında çıkan haber ve tartışmaların seçim sonrası ortaya çıkan siyasi mücadele ikliminde değerlendirilmesi, sarf edilen sözlerin sırf kişiliğe hakaret niteliğinde olmayıp, genel anlamda yaşanan maddi olaylara dair yorum ve değerlendirmelerden oluştuğu, bu yönüyle basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığının kabul edilmesi gerektiği anlaşılmakla,

SONUÇ : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, Kars Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1903 değişik iş sayılı kararının, 5271 Sayılı CMK'nun 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yukarıda yazılı bozma nedenine göre; Ardahan Sulh Ceza Hâkimliğinin 02/05/2018 tarihli ve 2018/586 değişik iş sayılı kararıyla yayımlanmasına verilen düzeltme ve cevap metninin yayımlanmamasına, 10.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2019/ 921 Karar: 2019 / 5454 Karar Tarihi: 11.03.2019

KONU VE KAPSAM:



Akşam gazetesinin … tarihli nüshasının 1. ve 12. sayfalarında "Korkup battaniyenin altına saklandı" ve "Başına silah dayamadılar" başlıklı haberlerde, başvuran milletvekili ve siyasetçi ...'ın, gerek Musul Başkonsolosu iken gerekse başkaca görevlerde çalıştığı sırada başından geçen maddi olaylara tanıklık eden kişilerin ağzından alınan beyanlara dayanılarak, genel hatlarıyla yaşadıklarından ve siyasetçi kimliğinden bahsedilmiştir. Siyasetçilerin, basında kendileri hakkında çıkan haberler karşısında; normal insanlardan ve tek işi kamu görevini yerine getirmek olup görevine dair yorum yapma hakkını bile elinde bulunmayan kamu görevlilerinden farklı olarak, daha üst düzeyde bir anlayışa ve tahammül seviyesine sahip olmalarının bekleneceği, nitekim ellerinde diğer kitlelere nazaran daha etkili ve çeşitli cevap verme imkanlarının bulunduğu gözetilmelidir. Netice itibariyle ana muhalefet partisinin bir milletvekili olan başvuran hakkında, basında çıkan haber ve tartışmaların seçim sonrası ortaya çıkan siyasi mücadele ikliminde değerlendirilmesi, sarf edilen sözlerin sırf kişiliğe hakaret niteliğinde olmayıp, genel anlamda yaşanan maddi olaylara dair yorum ve değerlendirmelerden oluştuğu, bu yönüyle basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığının kabul edilmesi gerektiği anlaşılmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, … Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1904 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK'nun 309/4. maddesi uyarınca bozulmasına karar verilmiştir.







T.C YARGITAY 
19.Ceza Dairesi Esas: 2019/ 922 
Karar: 2019 / 5451 
Karar Tarihi: 11.03.2019


KONU VE KAPSAM:

Uyuşmazlığa konu somut olayda; haberin yapıldığı gazete nüshasında yer alan künyede sorumlu müdür olarak ...... isminin açıkça yazılı olmasına rağmen, hakkında haber yapılan ve başvuran siyasetçinin vekili tarafından gönderilen ihtarnamede, aynı gazetenin genel yayın yönetmeninin ve yazı işleri müdürünün muhatap olarak yazıldığı ve dolayısıyla tebligatın bu kişilerin daimi çalışanlarına yapıldığı, 14. maddede yazılı süre içinde metnin yayımlanmaması üzerine mahkeme aşamasında muhatap olarak aynı kişilerin alındığı, mahkemenin kararında yine sorumlu müdürün bulunmadığı ve kesinleşen mahkeme kararının sorumlu müdür dışındaki kişilere yapıldığı anlaşılmakla, BOZULMASINA.



KARAR: 

               Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. … Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, somut olayda Güneş Gazetesinin 17/12/2017 tarihli sayısının 1. ve 10. sayfalarında yayınlanan, "Kontrollü esaret", "Al sana tiyatro" ve "Fetö'cü hainlerle kol kola" başlığı ile yayımlanan haberin basın özgürlüğü kapsamında kaldığı nazara alındığında,


İtirazın bu yönlerden kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla, 


Gereği görüşülüp düşünüldü:


A-) Kanun yararına bozma isteminin 1- ve 2- numaralı gerekçeleri yönünden yapılan incelemede;


5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Düzeltme ve cevap" başlıklı 14. maddesi; 


"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır...


...Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.


Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir.


Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar..."


"Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması" başlıklı 18/1. maddesi;


"Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili onmilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda ellimilyar liradan az olamaz..."


"Tebligat" başlıklı 29. maddesi;


"Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır." hükümlerini amirdir.


Yukarıda yer alan düzenlemelere göre; aleyhine yayım yapıldığı iddiasıyla düzeltme ve cevap talep eden ve mahkemeye başvuracak olan kişinin, buna konu düzeltme ve cevap yazısını, Kanun'un 14. maddesinde belirtilen her aşamada ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nda öngörülen usulde muhatap olarak sorumlu müdüre yapması gerekeceği değerlendirilmektedir. 


Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 20.03.2018 tarihli, 2014/70 E., 2014/70 K. Sayılı kararında;


"...5187 sayılı Kanunun "Tebligat” başlıklı 29. maddesindeki “Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır” şeklindeki düzenleme uyarınca düzeltme ve cevap yazısına ilişkin tebligatın, ilgili gazetenin künyesinde belirtilen adreste tebliğ edilmek üzere gönderilmesi gerekmektedir.


Sorumlu müdüre yüklenen yükümlülük ve cezai sorumluluk gereği düzeltme ve cevap yazısının sorumlu müdüre tebliğ edilmesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte, 5187 sayılı Kanunda tebligatın bizzat sorumlu müdüre yapılması gerektiğine, kendisine ulaşılamadığı takdirde başka bir kişiye tebligat yapılamayacağına dair bir hüküm bulunmamakta olup öğretide de tebliğ evrakının sorumlu müdür adına olacak şekilde hazırlanması yeterli görülmektedir. (Kayıhan İçel, s. 221) Dolayısıyla tebligatın sorumlu müdüre yapılması kural olmakla birlikte, muhataba ulaşılamadığı hallerde 7201 sayılı Tebligat Kanununda belirtilen kişilere de tebligat yapılabileceği kabul edilmelidir..." şeklinde sorumlu müdüre yapılacak tebligat işleminin taşıması gereken temel esaslar da belirtilmiştir.


Uyuşmazlığa konu somut olayda; haberin yapıldığı gazete nüshasında yer alan künyede sorumlu müdür olarak ...... isminin açıkça yazılı olmasına rağmen, hakkında haber yapılan ve başvuran siyasetçinin vekili tarafından gönderilen ihtarnamede, aynı gazetenin genel yayın yönetmeninin ve yazı işleri müdürünün muhatap olarak yazıldığı ve dolayısıyla tebligatın bu kişilerin daimi çalışanlarına yapıldığı, 14. maddede yazılı süre içinde metnin yayımlanmaması üzerine mahkeme aşamasında muhatap olarak aynı kişilerin alındığı, mahkemenin kararında yine sorumlu müdürün bulunmadığı ve kesinleşen mahkeme kararının sorumlu müdür dışındaki kişilere yapıldığı anlaşılmakla,



Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebi 1 ve 2 numaralı gerekçeler yönünden yerinde görüldüğü ve adı geçen kesinleşmiş kararın BOZULMASINA ve usulsüz şekilde yayımlanmasına karar verilen düzeltme ve cevap metninin YAYIMLANMAMASINA karar verildiğinden, 3- numaralı gerekçe yönünden bir KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 11/03/2019 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)






T.C YARGITAY 
19.Ceza Dairesi 
Esas: 2018/ 6833 
Karar: 2018 / 13076 
Karar Tarihi: 10.12.2018


KONU VE KAPSAM:


Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır.


KARAR:

Dosya kapsamına göre,


1- 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesinde yer alan, "Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.


Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez.


Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yayımlanır.


Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.


Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir." şeklindeki düzenleme karşısında, 


Somut olayda, tekzibe konu haberin 01/02/2018 tarihinde Sabah Gazetesinde yayımlanmasına rağmen, tekzip içeren ihtarnamenin ilgilisi tarafından en geç 01/04/2018 tarihinde gönderilmesi gerekirken, söz konusu gazeteye 02/04/2018 tarihinde gönderildiği, böylece anılan madde metninde yer alan iki aylık hak düşürücü süreye uyulmadığı,


2- Yine tekzip metninin ilgili gazetede süresinde yayınlanmaması üzerine, tekzip talep eden vekilince 20/04/2018 tarihinde Sulh Ceza Hâkimliğinden tekzip talebinde bulunulmuş olmasına rağmen, anılan madde metninde yer alan, " Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar." hükmüne riayet edilmeyerek anılan Sulh Ceza Hâkimliğince 02/05/2018 tarihinde karar verilerek süreye uyulmadığı,


3- Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Kanununun 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. … Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, somut olayda Sabah Gazetesinin 01/02/2018 tarihli sayısının 1. ve 20. sayfalarında yayınlanan, "Kadın personeli taciz etti, bakanlıktan kovuldu", "Çaycıyı elektrikli testereyle kovalamış" ve "Korkudan battaniyenin altına saklanmış" başlıklı yazıların basın özgürlüğü kapsamında kaldığı nazara alındığında,


İtirazın bu yönlerden kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla, 


Gereği görüşülüp düşünüldü:


A-) Kanun yararına bozma isteminin 1- ve 2- numaralı gerekçeleri yönünden yapılan incelemede;


5187 sayılı Kanun'un 14/1. maddesinde, kişinin kendisi hakkında yayımlanan haber nedeniyle düzeltme ve cevap yazısını "iki ay içinde" ilgili basın organının sorumlu müdürüne göndermesi şartı düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile amaçlanan, kamuoyunda yankı bulan haberin üzerinden pek fazla bir süre geçmeden, tabiri caizse etkisi soğumadan, ilgili kişinin düzeltme ve cevap metninin yayımlanması için samimi isteğinin, bir an önce eylemsel olarak karşılık bulabilmesidir. 


Ancak somut olayda haberin yayımlandığı günden sonra başlayan iki aylık sürenin son günü, yani 01.04.2018 günü, Pazar gününe denk gelmektedir. Hal böyleyken resmi bir tatil gününe denk gelen sürenin son gününün, usul hukuku hükümlerinde hak düşürücü süreler için de kıyas yapılabileceği de göz önüne alındığında, 02.04.2018 Pazartesi gününe uzayabileceği, ilgilinin hemen tatil bitiminde kullandığı bu hakkı, süresi içinde kullandığı, bu nedenle düzeltme ve cevap hakkını kullanmada samimi ve kararlı olduğu değerlendirilmiştir.


Öte yandan, yine 5187 sayılı Kanun'un 14/4. maddesinde, Sulh Ceza Hakiminin, başvuruyu üç gün içerisinde duruşma yapmaksızın karara bağlayacağı açıkça yazılmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki, burada yazılı sürenin muhatabı yargı organıdır. Bu sürenin konulma amacı ise gerek adil yargılanma hakkı bakımından gerekse şeref ve haysiyetinin, itibarının bir an önce toplumun gözünde eski haline gelmesini isteyen başvuran kişinin acil ihtiyacı bakımından uyuşmazlığın yargı organınca bir an önce çözülmesini düzenlemektir. Başvuru ve kararın bu şekilde sınırlı sürelerle düzenlenmesi, hakkın bir an önce sahibine teslim edilmesini sağladığı için adil yargılanma hakkı bakımından önemlidir. 


Ancak ülkemizde, yargı organlarının iş yükü, çalışma koşulları ve nitelikli iş gücü gibi eksiklikler nedeniyle bu sürelere uyulmaması, başvuranların mağduriyetine yol açmaktadır. Hal böyleyken, kişilerin kendi dışındaki nedenlerle yaşadıkları bu mağduriyete, tamamen yargı organlarının elinde bulunan süresinde veya hızlı karar verme yükümlüğünün ihlalinden kaynaklı hak kayıplarını ekleyecek olursak, kişinin hakkına geç de olsa ulaşması yerine hiç ulaşamamasına yol açılmış olunacağı değerlendirilmiştir.


Somut olayda, Sulh Ceza Hakimliğince 20.04.2018 tarihli başvuru hakkında en geç 23.04.2018 (Pazartesi) günü (resmi tatile denk geldiğinden) veya 24.04.2018 (Salı) günü bir karar verilmesi gerekirken, 02.05.2018 günü karar verilmesinin sorumluluğunun başvurana yükletilemeyeceği anlaşılmakla,


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarnamesinin 1- ve 2- numaralı maddelerinin içeriği, yukarıda yazılı nedenlerle yerinde görülmediğinden kanun yararına bozma talebinin REDDİNE,


B-) Kanun yararına bozma isteminin 3- numaralı gerekçesi yönünden yapılan incelemede ise;


İfade özgürlüğü; insanın özgürce bilgi ve düşünce sahibi olabilme, zihninde oluşturduğu düşünce ve kanaatlerinden ötürü kınanmama, bunları meşru şekil ve yöntemlerle dışa vurma imkan ve özgürlüğüdür. İfadenin, genellikle dış dünyayı gören, duyan, yorumlamaya ve algılamaya çalışan bir kişi veya toplum gibi gerçek bir muhatabı, bazen de cansız varlıklar veya bizzat kendisi gibi muhatapları vardır. İfadeye anlam veren onun muhatabıdır.


Basın Özgürlüğü; ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olmak üzere, insanların bilgiye ulaşma ve fikir elde edebilme yönündeki en önemli araçlardan olan basının, yazılı, görsel veya işitsel araçlarla sunduğu ve kamu hizmetini gerçekleştirme yolunda sahip olduğu özgürlüktür. Basının, geniş imkanları olan bir organizasyon olması, ona bireylere nazaran daha büyük bir muhatap sayısı (kitlesi) sağlamaktadır. Bu nedenle basının ifade özgürlüğünü kullanırken muhatabı üzerinde yarattığı etkinin boyutları da düşünülerek yaptığı işe bir kamu hizmeti ayrıcalığı tanınmış, bu ayrıcalıkla birlikte bahşedilen güvenilirliği, yapılan işten doğan sorumluluğun da büyük olmasını beraberinde getirmiştir.


Şüphesiz ifade ve basın özgürlüğü de diğer temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. İfade ve Basın Özgürlüğünün sınırlanması, başta AİHS'nin 10/2. maddesi olmak üzere uluslararası ve ulusal mevzuatta düzenleme altına alınmıştır. 


Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "ifade özgürlüğü" başlıklı 10. maddesinde; 


"1- Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.


2- Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, kanunla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir."


İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;


- Sınırlamanın kanunda öngörülüp öngörülmediği, açıkça tanımlanıp tanımlanmadığı,


- Sınırlamanın AİHS'nin 10/2. maddesinde yazılı veya kanunda öngörülen meşru amaçlara uygun olup olmadığı,


- Sınırlamanın çağdaş demokratik toplumun gereklerine uygun olup olmadığı, 


- Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması), hususlarını gözetmek zorundadırlar.


Meşru amaç deyiminden; genellikle sözleşmenin 10/2. maddesinde yazılı kamu güvenliği, toplumsal ahlak ve ülkelerin kanunlarında mevcut sair durumlar kastedilmektedir. 


Çağdaş demokratik toplumun gerekleri tanımı ile anlatılmaya çalışılan ise; topluma sunulan, sınırlanmaması, kınanmaması, özgür bırakılması gereken ifadenin veya haberin; toplumun ilgisini çeken, güncel ve kamunun yararını güden bir tartışmayı içermesi ile halkı kin ve düşmanlığa sevketmemesi, şiddete teşvik etmemesi, nefret veya ayrımcılık içermemesi, suçu ve suçluyu övmemesi, terör veya ayrılıkçı hareketleri övmemesi, meşrulaştırıp yüceltmemesi, başkalarının kişilik haklarını, onur, şeref ve saygınlığını, hakaret, sövme veya benzer yollarla zedelememesi gibi gerekliliklerdir.


Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.


Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Bu şekilde basın kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından birincil derecede önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “kamunun bekçi köpeği (watchdog)” görevini yapabilir.


Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.


Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.


Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb...) bu özgürlüğü kullanırken “görev ve sorumlulukları” da vardır. Sözleşme'nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde “doğru ve güvenilir” bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, § 39; Mc Vicar, § 83-86; Colombani, § 65).


Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin 07/02/2012 tarihli Von Hannover-Almanya (no.2) ( BD, no.40660/08 ve 60641/08 ) kararında;


"... 108. İfade özgürlüğü hakkı ile özel hayata saygı hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak içtihattan çıkan ve mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler aşağıda sayılmıştır.


i.) Genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı:


109. Birinci temel unsur makale veya fotoğrafların basında çıkmasının genel yarar nitelikli bir tartışmaya yapacağı katkıdır (Von Hannover, yukarıda geçen, § 60; Leempoel & S.A. ED. Ciné Revue, yukarıda geçen, § 68; ve Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 46). Genel yarar konusu olan şeylerin belirlenmesi davanın şartlarına bağlıdır. Ancak Mahkeme sadece yayımın siyasi konular ya da işlenen suçlarla ilgili olduğu durumlarda (White, yukarıda geçen, § 29; Egeland ve Hanseid/Norveç, no 34438/04, § 58, 16 Nisan 2009; Leempoel & S.A. ED. Ciné Revue, yukarıda geçen, § 72) değil, ama aynı zamanda yayımın sporu ya da ekran artistlerini ilgilendirdiği durumlarda da (Nikowitz ve Verlagsgruppe News GmbH/Avusturya, no 5266/03, § 25, 22 Şubat 2007; Colaço Mestre ve SIC - Sociedade Independente de Comunicação, S.A./Portekiz, nos 11182/03 ve 11319/03, § 28, 26 Nisan 2007; ve Sapan/Türkiye, no 44102/04, § 34, 8 Haziran 2010) böyle bir yararın varlığını kabul ettiğini hatırlatmanın faydalı olduğu kanaatindedir. Buna karşın bir Cumhurbaşkanının evlilikle ilgili olası problemleri ya da ünlü bir şarkıcının mali sorunlarının genel yarar nitelikli bir tartışma kapsamında kaldığı kabul edilmemiştir (Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 52, ve Hachette Filipacchi Associés (ICI PARIS), yukarıda geçen, § 43).


ii.) Hedef alınan kişinin ünlülük derecesi ve röportajın konusu:


110. Hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği bir önceki kriterle bağlantılı önemli başka bir kriter oluşturmaktadır. Burada normal bireyler ile kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayan bir kişi özel hayat hakkına ilişkin özel bir korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için böyle bir şey söz konusu değildir (Minelli/İsviçre (kabuledilebilirlik üzerine karar), no 14991/02, 14 Haziran 2005, ve Petrenco, yukarıda geçen, § 55). Mesela resmi bir görev yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratik toplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir röportajı, böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar üzerine yapılan bir röportajla bir tutamayız (Von Hannover, yukarıda geçen, § 63, ve Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 47).” şeklinde yapılan tespitlerle, ifade özgürlüğü bakımından değerlendirilmeye alınan haberin mahiyeti ve habere konu olan kişinin özellikleri bakımından ayrıntılı değerlendirmeler yapılmış ve bu konuda habere ve kişiye özgü birtakım kriterler de belirlenmiştir.


Son olarak, AİHM'nin 02/02/2016 tarihli Erdener & Türkiye kararında;


"... Bir kişinin kişilik haklarını zedeleyebilecek sözlerin niteliğine ilişkin olarak, Mahkeme, olgular ile değer yargıları arasında geleneksel olarak bir ayrım yapmaktadır. Olguların gerçekliği ispat edilebilse de, değer yargılarının doğruluğunu kanıtlamak mümkün değildir. Bir açıklama, değer yargısı olarak değerlendirildiğinde, müdahalenin orantılılığı yeterli bir olgusal dayanağın varlığına bağlı olabilmektedir, zira bu türden bir dayanak bulunmadığında, değer yargısının abartılı/aşırı olduğu da ortaya çıkabilmektedir. (bk., örnek olarak, Feldek/Slovakya, No. 29032/95, §§ 75-76, AİHM 2001-VIII, I Avgi Publishing and Press Agency S.A. ve Karis/Yunanistan, No. 15909/06, § 26, 5 Haziran 2008, ... ve diğerleri/Türkiye, No. 346/04 ve 39779/04, § 36, 27 Mayıs 2014, ve Morar/Romanya, No. 25217/06, § 59, 7 Temmuz 2015)..Mahkeme, ifade özgürlüğünün, "yalnızca hoş karşılanan veya zararsız ya da önemsenmez olarak görülen "bilgiler" veya "düşünceler" için değil, aynı zamanda "hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici" olanlar için de geçerli olduğunu hatırlatmaktadır. (yukarıda anılan Morice kararı, § 161)..Mahkeme, ihtilaf konusu sözler bağlamında okunan, yukarıda anılan cümlenin, büyük tartışmalara yol açmasına rağmen, Başbakan'ın Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde tedavi edilme şeklini eleştiren kişisel bir görüş kapsamına girdiğini tespit etmektedir. Başvuran tarafından yerel mahkemeler önünde sunulan belgeleri dikkate alarak, Mahkeme, bu görüşün yeterli bir olgusal dayanağa dayandığı ve davaya ilişkin koşullarla yakından ilişkili olduğu kanısına varmaktadır...Bununla birlikte, Mahkeme, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler ile gerçek kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler arasında bir farklılık olduğunu hatırlatmaktadır. Mahkeme bu bağlamda, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatlerin ahlaki boyuttan yoksun olduğunu tekrarlamaktadır (yukarıda anılan Kharlamov kararı, § 25)..." şeklinde değer yargısı ile maddi olguların birbirinden ayrılması gerektiğinden, şayet sınırlamaya konu edilen haberde, sırf kişiden kişiye değişen ve ispatlanması mümkün olmayan değer yargılarından hareketle bir takım sözler (iyi, kötü, çirkin, yakışıklı, şık olmadı, yakışmadı, çelişkili, manidar, tutarsız v.b.) sarf edilmişse bunun düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceği, ancak maddi olgularla desteklenemeyen ve ispatlanamayan "abartılı" değer yargıları ile ifade özgürlüğü arasında mutlaka ayrıma gidilmesi gerektiğinden bahsetmiştir.

Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.


Ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin, dolayısıyla ifade ve basın özgürlüğünün de sınırlanmasında esas alınması gereken kurallar başta 13. maddesi olmak üzere Anayasa'da düzenlenmektedir. Buna göre temel hak ve hürriyetler;


- Özlerine dokunulmaksızın


- Yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak


- Ancak kanunla sınırlanabilir.


- Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.


Ancak olağanüstü hal, sıkıyönetim veya savaş halinde dahi kişilerin sert çekirdek hakları olan; yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz, kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz, suç ve cezalar geçmişe yürütülemez, suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.


T.C. Anayasası'nın "Düşünce ve kanaat hürriyeti başlıklı" 25. maddesinde; 


"Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.


Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.",


T.C. Anayasası'nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" başlıklı 26. maddesinde;


"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.


Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.


Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.",


T.C. Anayasası'nın "Basın hürriyeti" başlıklı 28. maddesinde;


"Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.


Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.


Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır..." 


şeklinde ifade ve basın özgürlüğü kavramlarının içeriği, kapsamı, sınırları ve kullanılması düzenleme altına alınmıştır.


T.C. Anayasası'nın "Düzeltme ve cevap hakkı" başlıklı 32. maddesi; 


"Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.


Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir.",


5187 sayılı Kanun'un "düzeltme ve cevap" başlıklı 14. maddesi;


"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır..." ve


"...Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar..." hükümlerini amirdir.


Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken "basın özgürlüğü" kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenlerine dair Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. - 2007/34 K. sayılı kararında;


"Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır.


Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır.


Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Kanununun 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir."


Haber verme hakkının hukuka uygun bir biçimde kullanılabilmesi için gereken ölçütler dört başlık altında toplanmaktadır.


Bunlar;


1- Haber gerçek olmalı,


2- Haber güncel olmalı,


3- Haberin verilmesinde kamu yararı bulunmalı,


4- Haberin veriliş biçimi ile özü arasında düşünsel bir bağ bulunmalıdır.


Bu unsurlar eleştiri hakkı yönünden de geçerlidir. Yani eleştirinin olabilmesi için, yazının gerçek olgulara dayanması, güncel bulunması ve bu haberin verilmesinde kamu yararı bulunması koşullarına bağlıdır..." şeklinde gözetilmesi gereken temel kriterlerden bahsedilmiştir.


Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tehdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında "...kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı.."nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin "ifade ve basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir. 


5187 sayılı Basın Kanunu'na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır. Bu hususta mahkemece verilecek kararda, haber içeriğinden açıkça anlaşılmıyorsa ayrıntılı şekilde haberin suç oluşturup oluşturmadığıyla ilgili bir inceleme veya değerlendirme yapılmasına gerek yoktur.


Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.


Yukarıdaki açıklamalar ışığında kanun yararına bozmaya konu dosyadaki somut olay değerlendirildiğinde; 


Sabah gazetesinin 01.02.2018 tarihli nüshasının 1. ve 18. sayfalarında "Tacizden Kovulmuş", "...'ın Vukuatları Bitmiyor, Taciz Etti, Bakanlıktan kovuldu","Çaycıyı Elektrikli Testere İle Kovalamış", "Korkudan Battaniyenin Altına Saklandı" başlıklı haberlerde, başvuran milletvekili ve siyasetçi ...'ın, gerek Musul Başkonsolosu iken gerekse başkaca görevlerde çalıştığı sırada başından geçen maddi olaylara tanıklık eden kişiler ve kendisi gibi siyasetçilerin ağzından alınan beyanlara dayanılarak, genel hatlarıyla siyasetçi kimliğinden ve yaşadıklarından bahsedilmiştir. 


Siyasetçilerin, basında kendileri hakkında çıkan haberler karşısında; normal insanlardan ve tek işi kamu görevini yerine getirmek olup görevine dair yorum yapma hakkını bile elinde bulundurmayan kamu görevlilerinden farklı olarak, daha üst düzeyde bir anlayışa ve tahammül seviyesine sahip olmalarının bekleneceği, nitekim ellerinde diğer kitlelere nazaran daha etkili ve çeşitli cevap verme imkanlarının bulunduğu gözetilmelidir.


Netice itibariyle ana muhalefet partisinin bir milletvekili olan başvuran hakkında, basında çıkan haber ve tartışmaların seçim sonrası ortaya çıkan siyasi mücadele ikliminde değerlendirilmesi, sarf edilen sözlerin sırf kişiliğe hakaret niteliğinde olmayıp, genel anlamda yaşanan maddi olaylara dair yorum ve değerlendirmelerden oluştuğu, bu yönüyle basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığının kabul edilmesi gerektiği anlaşılmakla,


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, Kars Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1903 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK'nun 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yukarıda yazılı bozma nedenine göre; Ardahan Sulh Ceza Hâkimliğinin 02/05/2018 tarihli ve 2018/586 değişik iş sayılı kararıyla yayımlanmasına verilen düzeltme ve cevap metninin yayımlanmamasına, 10.12.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)



T.C YARGITAY 
19.Ceza Dairesi 
Esas: 2017/ 1813 
Karar: 2018 / 1133 
Karar Tarihi: 08.02.2018


KONU VE KAPSAM:


“Hukuka uygunluk nedeni sayılabilmesi için;


- Habere, açıklama ve eleştiriye konu olan bilginin gerçek olması,


- Haberin güncel ve toplumun ilgisi bakımından taze olması,


- Haberin yapılması ve bu bilginin açıklanması bakımından kamunun yararının bulunması,


- Haberin konusu, haberle amaçlanan hedef ile kullanılan ifadeler arasında bağ bulunması,


- Her hal ve şartta haberin konusu, haberde yer alan kişilerin eylemleriyle ilgisi olmayan derecede "küçültücü, rencide edici, aşağılayıcı" ifadelere yer verilmemesi gerekmektedir.”



Sabah Gazetesinin 25/11/2014 tarihli ... ekinin 1. sayfasında yayınlanan, “Paralel Kumpasa suç duyurusu” ve 3. sayfasında yayınlanan “Yargı ve Polise Suç Duyurusu” başlıklı yazılar sebebiyle ilgilisi ... vekilinin cevap ve düzeltme isteminin kabulü ile tekzip yazısının yayımlanmasına dair Mersin 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 07/01/2015 tarihli ve 2015/43 değişik iş sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin Mersin 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 02/02/2015 tarihli ve 2015/434 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı'nın 25/01/2017 gün ve 15112 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 03/02/2017 gün ve KYB. 2017/7442 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.


Anılan ihbarnamede;


Dosya kapsamına göre, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. … Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, somut olayda Sabah Gazetesinin 25/11/2014 tarihli ... ekinin 1. sayfasında yayınlanan, “Paralel Kumpasa suç duyurusu” ve 3. sayfasında yayınlanan “Yargı ve Polise Suç Duyurusu” başlıklı yazıların basın özgürlüğü kapsamında kaldığı nazara alındığında, itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,


Gereği görüşülüp düşünüldü:


5187 sayılı Kanun kapsamında düzeltme ve cevap metninin yayınlanmasına karar verilebilmesi için, bu kanunda yazılı şartların yanı sıra haberin "basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının tespiti de gerekmektedir. Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken "basın özgürlüğü" kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. - 2007/34 K. sayılı kararında da belirtilmiştir. İfade ve basın özgürlüğü kapsamında basına, görevini yapması sırasında ihtiyaç duyacağı bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma gibi haklar tanınmıştır. Haber içeriğinde ilk bakışta suçun unsurlarının oluştuğuna dair bir izlenim olsa dahi, yukarıda belirtilen basın özgürlüğüne dair hak ve yetkilerin, haber yoluyla işlenen suçlar bakımından birer hukuka uygunluk nedeni sayılabilmesi için;


- Habere, açıklama ve eleştiriye konu olan bilginin gerçek olması,


- Haberin güncel ve toplumun ilgisi bakımından taze olması,


- Haberin yapılması ve bu bilginin açıklanması bakımından kamunun yararının bulunması,


- Haberin konusu, haberle amaçlanan hedef ile kullanılan ifadeler arasında bağ bulunması,


- Her hal ve şartta haberin konusu, haberde yer alan kişilerin eylemleriyle ilgisi olmayan derecede "küçültücü, rencide edici, aşağılayıcı" ifadelere yer verilmemesi gerekmektedir.


Yukarıda izah edilen hukuka uygunluk nedenlerinin hep birlikte bir haberin yapılması ve yayınlanması sırasında bulunması, basın yoluyla işlenen suçlarda, haberi yapanların cezalandırılmamasında, dolayısıyla toplumun habere ulaşmasında daha yüksek bir kamu yararı olduğunu göstermektedir. Haberin yayınlanması eyleminin, suç olup olmadığı veya suç unsuru oluştursa dahi haberde hukuka uygunluk nedenlerinin bulunduğundan bahisle haberi yapanların cezalandırılıp cezalandırılmaması, kuşkusuz bir yargılama sürecinden geçildikten sonra anlaşılacaktır. Ancak 5187 sayılı kanunda yazılı düzeltme ve cevap metni yayınlanması hakkı, zarar görenin acil olarak haberi düzeltmesi ihtiyacından kaynaklanmaktadır.


Suç unsuru içeren bir haber yapılması halinde, bu eylemin cezalandırılmamasına yol açan "basın özgürlüğü" ve "hukuka uygunluk nedenleri" kavramlarının, Basın Kanunu'nda yer alan "düzeltme ve tekzip metni yayınlanması kararı"nda veya internet yoluyla yapılan yayınların düzenlenmesi sırasında verilen "erişimin engellenmesi kararı"nda mutlak suretle gözetilmesi gerekmektedir. Çünkü söz konusu olan sadece basının değil, tüm toplumun temel hak ve özgürlükleridir. Dolayısıyla, düzeltme ve tekzip metni ile zarar gördüğü iddia edilen kişinin kişilik haklarının korunması amaçlanırken, tüm toplumun gerçeklere dair bilgiye, zamanında ulaşması hakkının ve genel kamu yararının engellenmemesi gerekmektedir.


Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tehdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında "...kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı.."nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin "ifade ve basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir.


5187 sayılı Basın Kanunu'na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır.


Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.


"İfade ve basın özgürlüğü" kavramının, uluslararası sözleşme metinlerindeki ve AİHM kararlarındaki görünümüne dair aşağıdaki açıklamaları yapmakta fayda görülmektedir;


4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.”


Adı geçen Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında; "Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir.", 17. maddesinde ise; "Bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri, bir devlete, topluluğa veya kişiye sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz" şeklinde düzenlemeler yapılarak devletlere kendi toplumlarını düzenlemeleri, bu açıdan da ifade özgürlüğünün sınırlarını Sözleşmenin 10. maddesinde yer alan kriterleri gözeterek çizebilmeleri konusunda takdir yetkisi tanınmıştır.


İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini Sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;


- Sınırlama için önemli bir toplumsal ihtiyaç veya zorunluluğun bulunması (kamu yararı gibi),


- Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması),


- Sınırlamanın meşru (hukuka uygun) bir amacı gerçekleştirmek için yapılması,


- Sınırlamanın yasayla getirilmesi, hususlarını gözetmek zorundadırlar.


Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.


Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır.


Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.


Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.


Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb...) bu özgürlüğü kullanırken “görev ve sorumlulukları” da vardır. Sözleşme'nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde “doğru ve güvenilir” bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, § 39; Mc Vicar, § 83-86; Colombani, § 65).


Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.


Yukarıdaki açıklamalar ışığında kanun yararına bozmaya konu dosyadaki somut olay değerlendirildiğinde;


Mersin ilinde avukatlık yapan kişi ve iş adamı olan babasının FETÖ/PDY terör örgütüne himmet parası vermedikleri için sürekli olarak polislerin, savcıların ve hakimlerin kendileri hakkında usulsüz dinleme, arama v.s. kararlarla haksız muamelelere maruz kaldıkları iddiasıyla savcılığa suç duyurusunda bulunduğu habere konu edilmekle, sırf başvuran kişiye yönelik gerçek dışı ithamlar içermeyen, başvuranın kişilik haklarına karşı saldırı mahiyetinde bulunmayan bir haberde, mağdur olan kişilerin suç duyurusunda bulunduklarının anlatıldığı, bunun dışında adı geçen hakim veya savcıların bu işi yaptıklarına veya örgüt üyesi olduklarına dair bir suçlama bulunmadığı gibi şeref ve haysiyetlerine karşı bir saldırı da bulunmadığı anlaşılmakla,


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ihbarnamesinde belirtilen bozma nedeni yerinde görüldüğünden, Mersin 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 02/02/2015 tarihli ve 2015/434 değişik iş sayılı kararı 5271 sayılı CMK'nın 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma gereği "düzeltme ve cevap metninin" yayımlanmamasına, 08/02/2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)



T.C YARGITAY 
19.Ceza Dairesi 
Esas: 2017/ 1181 
Karar: 2018 / 1132 
Karar Tarihi: 08.02.2018


KARAR VE KAPSAM:

Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.



KARAR METNİ: 


Dosya kapsamına göre;


İzmir 6. Sulh Ceza Hakimliğince, “haber içeriğinin talep edenin şeref ve haysiyetini ihlal edici nitelikte olduğu" gerekçesi ile tekzip talebinin kabulüne karar verilmiş ise de, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. … Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, tekzibe konu haberin niteliği itibariyle basın özgürlüğü kapsamında kaldığı gözetilmeden, itirazın bu yönlerden kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,


Gereği görüşülüp düşünüldü:


5187 sayılı Kanun kapsamında düzeltme ve cevap metninin yayınlanmasına karar verilebilmesi için, bu kanunda yazılı şartların yanı sıra haberin "basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının tespiti de gerekmektedir. Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken "basın özgürlüğü" kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. - 2007/34 K. sayılı kararında da belirtilmiştir. İfade ve basın özgürlüğü kapsamında basına, görevini yapması sırasında ihtiyaç duyacağı bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma gibi haklar tanınmıştır. Haber içeriğinde ilk bakışta suçun unsurlarının oluştuğuna dair bir izlenim olsa dahi, yukarıda belirtilen basın özgürlüğüne dair hak ve yetkilerin, haber yoluyla işlenen suçlar bakımından birer hukuka uygunluk nedeni sayılabilmesi için;


- Habere, açıklama ve eleştiriye konu olan bilginin gerçek olması,


- Haberin güncel ve toplumun ilgisi bakımından taze olması,


- Haberin yapılması ve bu bilginin açıklanması bakımından kamunun yararının bulunması,


- Haberin konusu, haberle amaçlanan hedef ile kullanılan ifadeler arasında bağ bulunması,


-Her hal ve şartta haberin konusu, haberde yer alan kişilerin eylemleriyle ilgisi olmayan derecede "küçültücü, rencide edici, aşağılayıcı" ifadelere yer verilmemesi gerekmektedir.


Yukarıda izah edilen hukuka uygunluk nedenlerinin hep birlikte bir haberin yapılması ve yayınlanması sırasında bulunması, basın yoluyla işlenen suçlarda, haberi yapanların cezalandırılmamasında, dolayısıyla toplumun habere ulaşmasında daha yüksek bir kamu yararı olduğunu göstermektedir. Haberin yayınlanması eyleminin, suç olup olmadığı veya suç unsuru oluştursa dahi haberde hukuka uygunluk nedenlerinin bulunduğundan bahisle haberi yapanların cezalandırılıp cezalandırılmaması, kuşkusuz bir yargılama sürecinden geçildikten sonra anlaşılacaktır. Ancak 5187 sayılı kanunda yazılı düzeltme ve cevap metni yayınlanması hakkı, zarar görenin acil olarak haberi düzeltmesi ihtiyacından kaynaklanmaktadır.


Suç unsuru içeren bir haber yapılması halinde, bu eylemin cezalandırılmamasına yol açan "basın özgürlüğü" ve "hukuka uygunluk nedenleri" kavramlarının, Basın Kanunu'nda yer alan "düzeltme ve tekzip metni yayınlanması kararı"nda veya internet yoluyla yapılan yayınların düzenlenmesi sırasında verilen "erişimin engellenmesi kararı"nda mutlak suretle gözetilmesi gerekmektedir. Çünkü söz konusu olan sadece basının değil, tüm toplumun temel hak ve özgürlükleridir. Dolayısıyla, düzeltme ve tekzip metni ile zarar gördüğü iddia edilen kişinin kişilik haklarının korunması amaçlanırken, tüm toplumun gerçeklere dair bilgiye, zamanında ulaşması hakkının ve genel kamu yararının engellenmemesi gerekmektedir.


Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tehdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında "...kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı.."nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin "ifade ve basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir.


5187 sayılı Basın Kanunu'na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır.


Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.


"İfade ve basın özgürlüğü" kavramının, uluslararası sözleşme metinlerindeki ve AİHM kararlarındaki görünümüne dair aşağıdaki açıklamaları yapmakta fayda görülmektedir;


4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.”


Adı geçen Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında; "Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir.", 17. maddesinde ise; "Bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri, bir devlete, topluluğa veya kişiye sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz" şeklinde düzenlemeler yapılarak devletlere kendi toplumlarını düzenlemeleri, bu açıdan da ifade özgürlüğünün sınırlarını Sözleşmenin 10. maddesinde yer alan kriterleri gözeterek çizebilmeleri konusunda takdir yetkisi tanınmıştır.


İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini Sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;


- Sınırlama için önemli bir toplumsal ihtiyaç veya zorunluluğun bulunması (kamu yararı gibi),


- Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması),


- Sınırlamanın meşru (hukuka uygun) bir amacı gerçekleştirmek için yapılması,


- Sınırlamanın yasayla getirilmesi, hususlarını gözetmek zorundadırlar.


Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.


Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır.


Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.


Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.


Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb...) bu özgürlüğü kullanırken “görev ve sorumlulukları” da vardır. Sözleşme'nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde “doğru ve güvenilir” bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, § 39; Mc Vicar, § 83-86; Colombani, § 65).


Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.


Yukarıdaki açıklamalar ile düzeltme ve cevap istemine konu edilen 17.08.2016 tarihli, bilgi ve fotoğraf içerikli köşe yazısı, dosyadaki tüm belgelerle birlikte değerlendirildiğinde; başvuranın o tarihlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter adaylarından birisi olduğu, kendi facebook profilinde, 15 Temmuz darbe girişiminden çok önce paylaştığı, beyanına göre 21 Mayıs 2015 günü Türk Hava Kuvvetlerinin kuruluş yıldönümü nedeniyle yapılan kutlamalar sırasında hava meydanına getirilen uçaklardan birinin içinde iken ve yanında sonradan darbe girişiminde yargılanacak olan havacı komutanların da bulunduğu esnada onlarla birlikte çektirdiği fotoğrafın "Darbe Üssünde Bir Genel Sekreter Adayı" başlıklı köşe yazısına eklenerek konu edildiği, köşe yazarının "..ben bu kişinin Fetö'cü olduğunu iddia etmiyorum bunu onunla birlikte aday olan rakipleri iddia ediyor.." şeklinde habere konu edilen kişiyi açıkça suçlayıcı bir dilden kaçınsa da, fotoğrafın bir yıldönümü kutlaması sırasında veya başka bir tarihte çekildiği, ancak 15 Temmuz darbe girişimi sırasında ve bu sırada kullanılan bir üste çekilmediği anlaşılmakta iken, okuyucuda sanki darbe girişiminde kullanılan hava üssünde çekilmiş bir fotoğraf izlenimi uyandırıldığı, bu fotoğraftan hareketle başvuran kişinin darbeci komutanlarla ilişkisi olan, darbe girişimi sırasında üste bulunan ve hukuka aykırı eylemler içinde bir kişiymiş gibi 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesi kapsamında gerçeğe aykırı yayım yapıldığı, dolayısıyla düzeltme ve cevap metni yayımlanmasına dair kararın ve gerekçesinin usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla,


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ihbarnamesinde belirtilen bozma nedeni yerinde görülmediğinden, kanun yararına bozma talebinin REDDİNE, 08.02.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)



T.C YARGITAY 
19.Ceza Dairesi 
Esas: 2017/ 3238 
Karar: 2018 / 775 
Karar Tarihi: 25.01.2018


KONU KAPSAM:


(5187 S. K. m. 14)


...’nin 20/07/2015 tarihli nüshasında "Hakime Daire, Yeğene Ödeme" başlıklı yazısı nedeniyle ilgilisi ... vekili Avukat ...’ün, vaki düzeltme ve cevap isteminin kabulüne dair İstanbul Anadolu 10. Sulh Ceza Hakimliğinin 25/08/2015 tarihli ve 2015/2174 değişik iş sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin İstanbul Anadolu 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 14/09/2015 tarihli ve 2015/2972 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı'nın 09/04/2017 gün ve 13777 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 25/04/2017 gün ve KYB. 2017/24319 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.


Anılan ihbarnamede;


5187 sayılı Kanun’un 14. maddesinin 2. fıkrasında; “Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez.” hükmünün yer aldığı, dosya kapsamına göre, ilgilinin vekili tarafından gönderilen cevap ve düzeltme hakkını içeren tekzip metninde, ilgili yazının gerçeği yansıtmayan yanlış bilgiler içerdiği belirtilerek cevap ve düzeltme hakkı kullanıldığı, ancak ilgili yazıdan fazla uzun olduğu gözetilmeden, yapılan itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmiş olmasında isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,


Gereği görüşülüp düşünüldü:


5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Düzeltme ve cevap" başlıklı 14/2 maddesi; "...Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez..." hükmüyle, mahkemenin vereceği karar öncesinde zarar görenin talebini haklı görmesi halinde, yayınlanmasını istediği tekzip metnini incelemesi gerektiğini, bir haksızlığı ortadan kaldırırken başka bir haksızlığa yol açılmamasını, verilen kararla basın özgürlüğüne getirilen sınırlamanın ölçülü ve orantılı olması gerektiğini düzenlemektedir.


Düzeltme ve tekzip metni yayınlanması istenen ve başvuran hakkında yapılan haberin, adı geçen gazetenin olay tarihli nüshasının 18. sayfasının alt kısmında yer alan orta bölümünde, "Hakime daire, Yeğene Ödeme" başlığı ve bir fotoğraf altında; 8'er satırdan oluşan iki sütun olmak üzere toplamda 16 satırdan oluşan bir yazıdan ibaret olduğu, yayınlanması istenen tekzip metninin ise noter ihtarında 44 tam satır dan oluşan 6 paragraflık bir yazı olduğu, İstanbul Anadolu 10. Sulh Ceza Hakimliğinin 25/08/2015 tarihli ve 2015/2174 değişik iş sayılı kararında bu durumun gözden kaçırıldığı, itiraz merci İstanbul Anadolu 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 14/09/2015 tarihli ve 2015/2972 değişik iş sayılı kararının gerekçesinden bu hususta bir denetleme yapılmadığı anlaşılmakla,


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, merci İstanbul Anadolu 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 14/09/2015 tarihli ve 2015/2972 değişik iş sayılı kararının CMK'nın 309/4-a. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin, kararı veren mahkeme tarafından, gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yerine getirilmesine, 25.01.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)







T.C YARGITAY 
19.Ceza Dairesi 
Esas: 2019/ 33962 
Karar: 2020 / 13096 
Karar Tarihi: 19.10.2020


KONU VE KAPSAM:


Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.



KARAR METNİ:




Anılan ihbarnamede;


Üsküdar 3. Sulh Ceza Mahkemesince tekzip talebinin kabulüne ve tekzip metninin adı geçen gazetede yayımlanmasına karar verilmiş ise de, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir… Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar karşısında, haberlerin kamuoyunu ve ülke gündemini meşgul eden konulara ilişkin olup, muhabirin haber kaynaklarından elde ettiği bilgileri gazete okuyucusunun dikkatini çekecek bir şekilde haberleştirilmesinden ibaret olduğu nazara alındığında, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,


Gereği görüşülüp düşünüldü:


5187 sayılı Kanun kapsamında düzeltme ve cevap metninin yayınlanmasına karar verilebilmesi için, bu kanunda yazılı şartların yanı sıra haberin "basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının tespiti de gerekmektedir. Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken "basın özgürlüğü" kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. - 2007/34 K. sayılı kararında da belirtilmiştir. İfade ve basın özgürlüğü kapsamında basına, görevini yapması sırasında ihtiyaç duyacağı bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma gibi haklar tanınmıştır. Haber içeriğinde ilk bakışta suçun unsurlarının oluştuğuna dair bir izlenim olsa dahi, yukarıda belirtilen basın özgürlüğüne dair hak ve yetkilerin, haber yoluyla işlenen suçlar bakımından birer hukuka uygunluk nedeni sayılabilmesi için; 


- Habere, açıklama ve eleştiriye konu olan bilginin gerçek olması,


- Haberin güncel ve toplumun ilgisi bakımından taze olması,


- Haberin yapılması ve bu bilginin açıklanması bakımından kamunun yararının bulunması,


- Haberin konusu, haberle amaçlanan hedef ile kullanılan ifadeler arasında bağ bulunması,


- Her hal ve şartta haberin konusu, haberde yer alan kişilerin eylemleriyle ilgisi olmayan derecede "küçültücü, rencide edici, aşağılayıcı" ifadelere yer verilmemesi gerekmektedir.


Yukarıda izah edilen hukuka uygunluk nedenlerinin hep birlikte bir haberin yapılması ve yayınlanması sırasında bulunması, basın yoluyla işlenen suçlarda, haberi yapanların cezalandırılmamasında, dolayısıyla toplumun habere ulaşmasında daha yüksek bir kamu yararı olduğunu göstermektedir. Haberin yayınlanması eyleminin, suç olup olmadığı veya suç unsuru oluştursa dahi haberde hukuka uygunluk nedenlerinin bulunduğundan bahisle haberi yapanların cezalandırılıp cezalandırılmaması, kuşkusuz bir yargılama sürecinden geçildikten sonra anlaşılacaktır. Ancak 5187 sayılı kanunda yazılı düzeltme ve cevap metni yayınlanması hakkı, zarar görenin acil olarak haberi düzeltmesi ihtiyacından kaynaklanmaktadır.


Suç unsuru içeren bir haber yapılması halinde, bu eylemin cezalandırılmamasına yol açan "basın özgürlüğü" ve "hukuka uygunluk nedenleri" kavramlarının, Basın Kanunu'nda yer alan "düzeltme ve tekzip metni yayınlanması kararı"nda veya internet yoluyla yapılan yayınların düzenlenmesi sırasında verilen "erişimin engellenmesi kararı"nda mutlak suretle gözetilmesi gerekmektedir. Çünkü söz konusu olan sadece basının değil, tüm toplumun temel hak ve özgürlükleridir. Dolayısıyla, düzeltme ve tekzip metni ile zarar gördüğü iddia edilen kişinin kişilik haklarının korunması amaçlanırken, tüm toplumun gerçeklere dair bilgiye, zamanında ulaşması hakkının ve genel kamu yararının engellenmemesi gerekmektedir.


Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tehdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında "...kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı.."nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin "ifade ve basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir. 


5187 sayılı Basın Kanunu'na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır. Bu hususta mahkemece verilecek kararda, haber içeriğinden açıkça anlaşılmıyorsa ayrıntılı şekilde haberin suç oluşturup oluşturulmadığıyla ilgili bir inceleme veya değerlendirme yapılmasına gerek yoktur.


Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.


"İfade ve basın özgürlüğü" kavramının, uluslararası sözleşme metinlerindeki ve AİHM kararlarındaki görünümüne dair aşağıdaki açıklamaları yapmakta fayda görülmektedir; 


4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.”


Adı geçen Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında; "Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir.", 17. maddesinde ise; "Bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri, bir devlete, topluluğa veya kişiye sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz" şeklinde düzenlemeler yapılarak devletlere kendi toplumlarını düzenlemeleri, bu açıdan da ifade özgürlüğünün sınırlarını Sözleşmenin 10. maddesinde yer alan kriterleri gözeterek çizebilmeleri konusunda takdir yetkisi tanınmıştır.


İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini Sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;


- Sınırlama için önemli bir toplumsal ihtiyaç veya zorunluluğun bulunması (kamu yararı gibi),


- Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması),


- Sınırlamanın meşru (hukuka uygun) bir amacı gerçekleştirmek için yapılması,


- Sınırlamanın yasayla getirilmesi, hususlarını gözetmek zorundadırlar.


Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.


Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Bu şekilde basın kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından birincil derecede önemi bulunan "halkın gözcülüğü" ya da "bekçisi" görevini yapabilir.


Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.


Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.


Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb...) bu özgürlüğü kullanırken “görev ve sorumlulukları” da vardır. Sözleşme'nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde “doğru ve güvenilir” bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, § 39; Mc Vicar, § 83-86; Colombani, § 65).


Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.


Yukarıdaki açıklamalar ışığında kanun yararına bozmaya konu dosyadaki somut olay değerlendirildiğinde;


... Gazetesinin 03.04.2011 ve 04.04.2011 tarihli nüshalarında yayımlanan "Yandaş Giriş Sınavı" , "Soruları Oku ve Yak" , "Veliler Eyleme" başlıklı haberlerin içeriğinde FTÖ/PDY terör örgütünün yönettiği iddia edilen ve bu örgütle yaygın olarak söylenen iltisaklı olduğu ... Dersanelerinin ... Şubesindeki bir felsefe öğretmeninin öğrencilerine "sadece 3-5 öğrenciye verildiyse ne olur canım" şeklindeki telkinlerinden ve öğretmenlerin soruları verdikleri öğrencilere "okuduktan sonra yakın" dediklerini diğer öğrencilerden duyduklarından bahsedilmektedir. Adı geçen eğitim kurumu vekilinin başvurusu üzerine Üsküdar 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 12/04/2011 tarihli ve 2011/266 değişik iş sayılı kararı ile "ilgili kurumun şeref ve haysiyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle düzeltme ve tekzip metninin yayınlanmasına" karar verildiği, ilgili gazetenin itirazları üzerine Üsküdar 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 17/05/2011 tarihli ve 2011/147 değişik iş sayılı kararı ile gerekçesiz bir şekilde "usul ve yasaya aykırı görülmeyen itirazların reddine" karar verildiği, ancak 2011 yılında adı geçen gazete tarafından toplumda yayılan duyumların ve dershaneye giden öğrencilerin ağzından dile getirilen şikayetlerin "basın özgürlüğü" çerçevesinde haber olarak sunulduğu anlaşılmakla,


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, merci Üsküdar 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 17/05/2011 tarihli ve 2011/147 değişik iş sayılı kararının CMK'nın 309/4-d. maddesi uyarınca BOZULMASINA, düzeltme ve cevap metninin yayınlanmamasına, 25/01/2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.



Anılan ihbarnamede;


5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesinde yer alan, "Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.


Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez.


Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yayımlanır.


Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.


Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir." şeklindeki düzenleme karşısında,


Somut olayda, tekzip metnini içeren ihtarnamenin ilgilisi tarafından, anılan gazetenin tekzip metnini yayımlamakla yükümlü, .... Haberleşme Yayıncılık Anonim Şirketi sorumlu yazı işleri müdürü ...'a gönderilmesi gerekirken, yazı işleri müdürü ...'ye gönderilmesi karşısında, söz konusu ihtarnamenin 5187 sayılı Kanun'a uygun olarak gönderilmediği gözetilmeden, itirazın kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,


Gereği görüşülüp düşünüldü:


5187 sayılı Kanun'un "Düzeltme ve cevap" başlıklı 14/1. maddesi;


"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.


.."


Hükmünü içermektedir.


Uyuşmazlık konusu somut olayda, başvuran vekilince hazırlanan düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasına dair ihtarnamenin muhatabının sorumlu müdür "..." olması gerekirken yazı işleri müdürü "..." olarak yazıldığı, başvurunun bu hususa dikkat edilmeksizin usulüne uygun olarak yapıldığından bahisle kabul edildiği, haberin yayımlandığı gazetenin itirazında açıkça bunun dile getirildiği, ancak itirazı incelemekle görevli merci tarafından itirazın gerekçesiz bir şekilde reddedildiği anlaşılmakla,


Sonuç: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebi, yukarıda yazılı nedenlerle yerinde görüldüğünden, Ankara Batı 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 12/12/2018 tarihli ve 2018/5198 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK'nin 309/4-a maddesi gereği kanun yararına BOZULMASINA, bozma gereği itiraz merciince itirazın 5187 sayılı Kanun kapsamında incelenerek gerekçeli bir karar verilmesi gerektiğine, 19.10.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)




T.C YARGITAY 
19.Ceza Dairesi 
Esas: 2020/ 223 
Karar: 2020 / 2017 
Karar Tarihi: 25.02.2020


KONU VE KAPSAM:

Somut olayda sanığın, kamu görevlisi olan başvurucu hakkında mahkemece yayımlanmasına karar verilen düzeltme ve cevap metnini, sorumlu müdürü olduğu dergide 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde ve kesinleşen yargı kararında belirtilen usule uygun şekilde yayımlaması gerekirken; 5187 sayılı Basın Kanunu'ndaki hükümlerin düzenlenme amacına, düzeltme ve cevap hakkının kullanılması usulüne aykırı şekilde yayımlamasının, basın özgürlüğü ile bireylerin temel hak ve özgürlükleri arasındaki adil dengeyi bozacak sonuçlar doğurması nedeniyle sanığın cezalandırılmasının zorunlu bir sosyal ihtiyaç olması nedeniyle hükümde herhangi bir kanuna aykırılık görülmemiştir.


KARAR:


Yerel Mahkemece bozma üzerine verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:


Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.


Sanığın üzerine atılı suç tarihi 01.03.2014 olmasına rağmen, gerekçeli karar başlığında 23.12.2013 olarak yazılmasının, mahallinde düzeltilebilir nitelikte bir maddi hata olduğu değerlendirildi.


Sanığın, 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesinde "uyar - kaldır" yöntemi benimsenerek ayrıntılı biçimde düzenlenen "düzeltme ve cevap" hakkının kullanılmasına dair tüm şartları taşıyan kesinleşmiş yargı kararını, aynı Kanunun 18. maddesinde yazılı olduğu üzere gereği gibi yerine getirmemesi eylemi karşısında;


Sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü, mahkumiyet hükmünün Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına aykırı olduğuna dair temyiz gerekçelerine;


Düzeltme ve cevap metninin yayımlanmaması suçuyla korunan hukuki yararın, ifade özgürlüğünün gereklerinden olan toplumun doğru bilgiye erişim hakkı ile bireylerin temel hak ve özgürlüklerinden olan onur, saygınlık ve şeref gibi kişilik haklarının korunmasının sağlanması olduğu, dolayısıyla 5187 sayılı Kanun'un 18. maddesinde cezai yaptırım öngören düzenlemenin meşru bir amaca yönelik olması,


Her türlü kitle iletişim aracını kullanma yönünde geniş imkanlara sahip olan basının, sıradan bireyler veya kanunları uygulamakla yükümlü olan kamu görevlileri hakkında yaptığı haberlerde, kişilik haklarını ihlal edecek ifadeler kullanması durumunda, gerek toplumun bilgiye erişim hakkının, gerekse kişi hak ve özgürlükleri kapsamında masumiyet karinesinin güvence altına alınmasının demokratik bir toplumda gerekli olması,


Somut olayda sanığın, kamu görevlisi olan başvurucu hakkında mahkemece yayımlanmasına karar verilen düzeltme ve cevap metnini, sorumlu müdürü olduğu dergide 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde ve kesinleşen yargı kararında belirtilen usule uygun şekilde yayımlaması gerekirken; 5187 sayılı Basın Kanunu'ndaki hükümlerin düzenlenme amacına, düzeltme ve cevap hakkının kullanılması usulüne aykırı şekilde yayımlamasının, basın özgürlüğü ile bireylerin temel hak ve özgürlükleri arasındaki adil dengeyi bozacak sonuçlar doğurması nedeniyle sanığın cezalandırılmasının zorunlu bir sosyal ihtiyaç olması nedeniyle hükümde herhangi bir kanuna aykırılık görülmemiştir.


Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;


Yükletilen suçun sanık tarafından işlendiğinin kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,


Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanun'da öngörülen suç tipine uyduğu,


Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı,


Anlaşıldığından, sanıklar müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye uygun olarak, temyiz davasının esastan reddiyle hükmün ONANMASINA, 25.02.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (¤¤)


ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI



T.C ANAYASA 
2.Bölüm 
Esas: 2017/ 37439 
Karar: 2021 /  
Karar Tarihi: 13.04.2021 

Başvuru Numarası: 2017/37439 


BAŞVURUNUN KONUSU VE KAPSAMI:


Başvuru, ulusal yayın yapan bir gazetede yer alan haber dolayısıyla ilgili gazeteye gönderilen cevap ve düzeltme yazısının yayımlanmaması üzerine sulh ceza hâkimliğine yapılan başvurunun usul yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.


KARAR METNİ:


II. BAŞVURU SÜRECİ


2. Başvuru 17/11/2017 tarihinde yapılmıştır.


3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.


4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.


5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.


6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.



III. OLAY VE OLGULAR


7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:


8. Başvurucular, Yeni Şafak gazetesinin 19/7/2017 tarihli nüshasında "Okul Parasını Böyle Çalmış" başlığıyla yayımlanan haberin şeref ve haysiyetlerini ihlal ettiği iddiasıyla 8/9/2017 tarihinde noter vasıtasıyla anılan gazeteye cevap ve düzeltme metni göndermiştir.


9. Cevap ve düzeltme metninin ilgili gazete tarafından yayımlanmaması üzerine başvurucular 20/9/2017 tarihinde sulh ceza hâkimliğine başvurarak cevap ve düzeltme yazısının yayımlanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Başvuruya konu haberin yayımlandığı 19/7/2017 tarihli gazete kupürünün avukat olan vekil tarafından 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 56. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca aslı gibidir olarak onaylanmış sureti de başvuru ekinde sunulmuştur.


10. Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/9/2017 tarihli kararı ile başvurucuların talebinin usul yönünden reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucular tarafından dosyaya ibraz edilen noterlik ihtarnamesinin muhatabına 11/9/2017 tarihinde tebliğ edildiği ancak 19/7/2017 tarihli gazete aslının talep dilekçesine eklenmediğinin görüldüğü, Hâkimlikçe talep konusunda üç gün içinde karar verme zorunluluğu da bulunduğu gözönüne alındığında vaki talebin usulden reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.


11. Başvurucular tarafından, bahsi geçen eksikliğin işin esasına girilmesini engelleyecek nitelikte bulunmadığı belirtilerek ve bu yöndeki Yargıtay kararları emsal gösterilerek anılan karara karşı acele itiraz yoluna başvurulmuş; söz konusu gazetenin ilgili kupürlerinin Millî Kütüphane tarafından onaylanmış suretleri de itiraz dilekçesine eklenmiştir. Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/10/2017 tarihli kararı ile itiraz konusu kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine kesin olarak karar verilmiştir.


12. Nihai karar 20/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 17/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.


IV. İLGİLİ HUKUK


A. Ulusal Hukuk


1. İlgili Mevzuat


13. 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Düzeltme ve cevap" kenar başlıklı 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:


"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.


...


 Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.


Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir."


2. Yargıtay İçtihatları


14. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 6/12/2006 tarihli ve E.2005/15204, K.2006/18587 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:


"Dosya kapsamına göre, düzeltme istemine konu yazının hangi nüshada yayımlandığı husususun tekzip dilekçesinde belirtildiği ve yazının fotokopisinin eklendiğinin anlaşılması karşısında, yazının yer aldığı gazetenin nüshasının, tekzip talebine ilişkin dilekçeye eklenmemiş olmasının, tekzip isteminin reddini gerektirmeyeceği gözetilmeksizin yazılı şekilde verilen karara vaki itirazın kabulü yerine reddine karar isabet görülmemiş ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden ...[kararın] CMK.nın 309/4-a maddesi uyarınca BOZULMASINA..."


15. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 8/3/2011 tarihli ve E.2007/17012, K.2011/2329 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:


"Dosya kapsamına göre; mahkemesince, düzeltme ve cevap hakkı ile ilgili olarak gerekli olan denetimin ve incelemenin yapılmasını temin anlamında mahkemeye sunulması gerekli olan üç günlük gazete nüshalarının sunulmadığından bahisle talebin reddine, keza itirazın da reddine karar verilmiş ise de, üç günlük gazete nüshalarının temini hususunda tekzip talebinde bulunan tarafa süre verilebileceği gibi, mahkemece de bu eksikliğin giderilebileceği ve sonucunda esas hakkında bir karar verilebileceği gözetilmeden, İtirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmemiş ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;


Cevap yazısının hiç yayımlanmadığı savıyla tekzip istenmesi üzerine 'üç günlük gazete nüshasının eklenmediği' gerekçesiyle verilen red kararı; tekzip isteyenin böyle bir yasal zorunluluğu bulunmaması nedeniyle yasaya aykırı olduğu gibi itiraz dilekçesine sözü edilen gazete nüshalarının eklenmiş olduğu da gözetilerek, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesi yasaya aykırı olup, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, ...[kararın] CMK.nın 309/4-d maddesi uyarınca BOZULMASINA..."


16. Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 10/12/2018 tarihli ve E.2018/4635, K.2018/13082 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:


"...Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 08/03/2011 tarihli, 2007/17012 E.-2011/2329 K. sayılı kararında ve Dairemizin 24.05.2018 tarihli, 2018/2526 E. - 2018/6275 K. belirtildiği üzere; '...Cevap yazısının hiç yayımlanmadığı savıyla tekzip istenmesi üzerine "üç günlük gazete nüshasının eklenmediği" gerekçesiyle verilen red kararı; tekzip isteyenin böyle bir yasal zorunluluğu bulunmaması nedeniyle yasaya aykırı olduğu gibi...' demek suretiyle böyle bir zorunluluğun olmadığını belirtmektedir.


Kanun yararına bozma konusu somut başvuruda;


Beykoz Sulh Ceza Hâkimliğinin ... tarihli ve ... değişik iş sayılı kararıyla, başvuran tarafından gerek düzeltme ve cevaba konu yazının gerekse noter ihtarnamesi sonrasındaki üç günlük gazete nüshalarının sunulmadığı gerekçesiyle düzeltme ve cevap talebinin reddedildiği, başvuranın bu karara itiraz dilekçesine ilgili gazete nüshalarını ekleyerek talebini yinelediği ve düzeltme ve cevap talebinin kabulünü istediği, ancak İstanbul Anadolu 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin ... tarihli ve ... değişik iş sayılı kararıyla, gerekçesiz bir şekilde kısaca usul ve kanuna uygun olduğundan bahisle reddedildiği anlaşılmakla,


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden ...[kararın] 5271 sayılı CMK'nun 309/4-a. maddesi uyarınca BOZULMASINA..."


17. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 27/2/2014 tarihli ve E.2013/11743, K.2014/3839 sayılı; 30/5/2012 tarihli ve E.2012/11984, K.2012/17476 sayılı; 9/2/2012 tarihli ve E.2010/9819, K.2012/1797 sayılı; 20/12/2011 tarihli ve E.2009/16804, K.2011/26648 sayılı; 21/12/2011 tarihli ve E.2009/16799, K.2011/26635 sayılı; 19/12/2011 tarihli ve E.2009/20191, K.2011/26430 sayılı; 25/10/2011 tarihli ve E.2008/14515, K.2011/17758 sayılı; 18/10/2011 tarihli ve E.2008/13236, K.2011/17514 sayılı; 2/4/2007 tarihli ve E.2006/12510, K.2007/2213 sayılı kanun yararına bozma kararları da yukarıda alıntısı yapılan kararlar (bkz. §§ 14-16) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup aynı gerekçeye sahiptir.


B. Uluslararası Hukuk


1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi


18. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:


"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ...görülmesini istemek hakkına sahiptir..."


2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı


19. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında bu fıkranın mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmektedir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen, genişletici bir yorum olmayıp Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesindeki lafzın Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).


20. AİHM; mahkeme hakkının bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).


V. İNCELEME VE GEREKÇE


21. Mahkemenin 13/4/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:


A. Başvurucuların İddiaları


22. Başvurucular, 5187 sayılı Kanun'da cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması üzerine sulh ceza hâkimliği nezdinde yapılacak başvuruya eklenmesi zorunlu belgelerin sayılmadığını, başvuruya konu haberin yayımlandığı 19/7/2017 tarihli gazete kupürünün fotokopisinin avukat olan vekil tarafından 1136 sayılı Kanun'un 56. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca aslı gibidir olarak onaylanmak suretiyle başvuru ekinde sunulduğunu ve anılan gazetenin ilgili kupürlerinin Millî Kütüphane tarafından onaylanmış suretlerinin de itiraz aşamasında eklendiğini ileri sürmüştür. Ayrıca benzer konulara yönelik Yargıtay kararlarının bulunduğunu, mahkeme kararının gerekçe itibarıyla kanuni dayanağı haiz olmadığını, temel iddialarının mahkemece değerlendirilmediğini belirterek mahkemeye erişim ve gerekçeli karar hakları ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.


B. Değerlendirme


23. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:


"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."


24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların ileri sürdüğü şikâyetlerinin mahiyetleri gözetilerek belirtilen ihlal iddialarının adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.


1. Kabul Edilebilirlik Yönünden


25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.


2. Esas Yönünden


a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı


26. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).


27. Anayasa Mahkemesi içtihadına göre de bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biridir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).


28. Mahkemeye erişimi etkisiz kılacak ya da yargı yoluna başvurmayı önemli ölçüde zorlaştırıcı veya caydırıcı nitelikte (AYM, E.2013/40, K.2013/139, 28/11/2013) ya da kişinin mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hâle getiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 31).


29. Somut olayda 19/7/2017 tarihli gazete aslının dilekçeye eklenmemesi gerekçe gösterilerek tekzip talebinin usulden reddedilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.


b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı


30. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:


"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."


31. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.


32. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.


i. Kanunilik


33. Somut başvuruda davanın usulden reddi yönündeki mahkeme kararının 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.


ii. Meşru Amaç


34. Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 10).


35. Bazı mevzuat hükümlerinde ilgililerin zararlarının süratle giderilmesinin sağlanması amacıyla belli süreler düzenlenmiştir. Yargı makamlarınca da söz konusu süreler içinde yargılama sürecinin hızlı, düzenli ve etkin bir biçimde yürütülmesi gerekmektedir.


36. Yargılama usullerinin düzenlenmesinde usul ekonomisinin gözetilmesi, bu suretle iyi adalet yönetiminin sağlanarak kamu yararının gerçekleştirilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir. Dolayısıyla usul ekonomisi ve iyi adalet yönetimi ilkesi gözetilerek yargılamaya yönelik belli usul kurallarının bulunması mümkündür.


37. Somut olayda usul kurallarını yorumlayan derece mahkemesinin belli süre içinde karar verme zorunluluğunda olduğu uyuşmazlığa yönelik bazı eksiklikler bulunduğu gerekçesiyle yapılan istemi usulden reddetmesinin yukarıda değinilen kamu yararının gerçekleştirilmesine yönelik meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.


iii. Ölçülülük


 (1) Genel İlkeler


38. Anayasa Mahkemesi; bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, § 52).


39. Ölçülülük ilkesi, elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).


40. Mahkemeye erişim hakkının sınırlanması için seçilen aracın öngörülen amaca ulaşılabilmesi bakımından elverişli olması gerekir. Ayrıca seçilen araç bu hakkı en az zedeleyici nitelikte bulunmalıdır. Bununla birlikte hakkı daha az zedeleyen aracın tercih edilmesi gerektiğinin söylenebilmesi için söz konusu araç aynı amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalıdır. Daha hafif sınırlama teşkil eden aracın tercih edilmesi hâlinde öngörülen amaç gerçekleşmeyecek ise daha ağır müdahale oluşturan aracın seçimi hususundaki tercih, Anayasa’ya aykırı olmaz. Bunun dışında hangi müdahale aracının tercih edileceği hususunda kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır (Mustafa Berberoğlu, B. No: 2015/3324, 26/2/2020, § 48).


41. Öte yandan mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahaleler orantılı olmalıdır. Orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (Mustafa Berberoğlu, § 49).


42. Derece mahkemelerinin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda usule yönelik belli kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması nedeniyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.


(2) İlkelerin Olaya Uygulanması


43. Somut olayda başvurucular tarafından, haklarında çıkan haber nedeniyle ilgili gazetede tekzip yayımlanmasına karar verilmesi istemiyle sulh ceza hâkimliğine yapılan başvuru 19/7/2017 tarihli gazete aslının talep dilekçesine ekli olmadığı -vekil olan avukat tarafından aslı gibidir onaylı sayfa örneği dilekçeye eklidir- gerekçesiyle usulden reddedilmiştir.


44. Başvurucular anılan karar üzerine söz konusu gazetenin ilgili kupürlerinin Millî Kütüphane tarafından onaylanmış suretlerini dilekçelerine ekleyerek itiraz başvurusunda bulunmuş, düzeltme ve cevap talebinin kabulünü istemiştir. İtiraz merciince söz konusu husus değerlendirilmeksizin ilk derece mahkemesi kararına atıfla itiraz başvurusu reddedilmiştir.


45. Yukarıda anılan Yargıtay içtihadında tekzip talebine konu yazının hangi nüshada yayımlandığı hususunun tekzip dilekçesinde belirtilmesi ve yazının fotokopisinin eklenmesi durumunda yazının yer aldığı gazete nüshasının tekzip talebine ilişkin dilekçeye eklenmemiş olmasının tekzip isteminin reddini gerektirmeyeceğinin belirtildiği görülmektedir (bkz. § 14). Ayrıca başvuru konusuyla aynı ve benzer konulara ilişkin yargılamalarda; usule ilişkin birtakım eksikliklerin ilgiliye tamamlatılması için süre verilebileceği, bu eksikliklerin itiraz aşamasında ilgilisince tamamlanabileceği ya da eksikliğin mahkemece giderilebileceği gerekçeleriyle sonradan tamamlanabilir nitelikte olan usule ilişkin eksikliklerin varlığının tekzip talebinin reddine gerekçe olamayacağı yönünde karar verildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 15).


46. Başvuru konusu olayda başvurucuların taleplerinin reddine gerekçe olarak gösterilen usule ilişkin eksikliğin itiraz aşamasında başvurucular tarafından tamamlanarak mahkemeye sunulduğu ve işin esasının incelenmesi gerektiğinin ileri sürüldüğü ancak itiraz mercii tarafından ilk derece mahkemesi kararına atıfla itirazın reddedildiği ve dolayısıyla talebin esasıyla ilgili bir karar verilmediği anlaşılmaktadır.


47. 5187 sayılı Kanun’un 14. maddesinde düzenlenen cevap ve düzeltme yolu, ceza hukukuna özgü çekişmesiz bir yargılama faaliyeti olup talepte bulunanların zararının süratle giderilmesinin sağlanması amacıyla anılan maddede düzenlenmiş süreler içinde yürütülecek hızlı bir yargılama sürecini gerektirmektedir. Bu açıdan talebe ilişkin tüm bilgi ve belgelerin talepte bulunma aşamasında dosyaya sunulması önem arz etmekle birlikte bu bilgi ve belgelerden bazılarının eksikliğinin tespiti hâlinde talebin esasının incelenmeksizin usulden reddedileceğini öngören yasal bir düzenleme bulunmamaktadır (Cihangir Çelik, B. No: 2014/9635, 15/2/2017, § 33). Böyle durumlarda mahkemece nasıl bir yöntem izleneceği hususunda Yargıtay kararlarıyla sonradan tamamlanabilmesi mümkün olan eksikliklerin mahkeme ya da talepte bulunan tarafından giderilebileceğine ve sonucunda esas hakkında karar verilebileceğine hükmedilmiştir (bkz. § 45).


48. Belirtilen mevzuat hükümleri ve Yargıtay kararları gözetildiğinde eksikliğin tamamlatılması şeklinde daha hafif bir müdahale aracının mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Ancak somut olayda derece mahkemelerince eksik belgeyi tamamlatma yoluna başvurulmadığı gibi daha hafif olan bu müdahale aracına başvurulmamasının nedenine ve bu aracın öngörülen meşru amaca ulaşmayı sağlayamayacağına ilişkin bir açıklamaya da yer verilmemiştir. Nihayetinde söz konusu yorumun başvurucuların mahkemeye erişimini imkânsız kıldığı açıktır.


49. Bu hâle göre tekzip talebine ilişkin olarak ortaya çıkan ve sonradan tamamlanması mümkün olan usule ilişkin eksiklikleri itiraz aşamasında gideren başvurucuların aleyhine olacak şekilde katı bir yorumla taleplerinin esastan incelenmeksizin usulden reddedilmesi suretiyle ulaşılmak istenen amaç için daha hafif bir müdahale aracı yerine en başta başvurucuların mahkemeye erişimini imkânsız kılan ağır bir aracın tercih edilmesinin gereklilik ilkesine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.


50. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.


3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden


51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:


“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…


(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”


52. Başvurucular, ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi ve her başvurucu için ayrı ayrı 10.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.


53. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).


54. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).


55. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).


56. İncelenen başvuruda başvurucuların açtığı davada uyuşmazlığın esasının belge eksikliği bulunduğu gerekçesiyle incelenmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.


57. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.


58. Anayasa Mahkemesinin yukarıda aktarılan değerlendirmesi ve vardığı sonuç yalnızca mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin olup davanın esasına ilişkin bir unsur içermemektedir.


59. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.


60. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.


VI. HÜKÜM


Açıklanan gerekçelerle;


A. Başvurucuların gizlilik taleplerinin kabulüne ve kimlik bilgilerinin kamuya açık belgelerde GİZLİ TUTULMASINA,


B. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,


C. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,


D. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş: 2017/7645) GÖNDERİLMESİNE,


E. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,






ANAYASA MAHKEMESİ KARARI 


Başvuru Numarası: 2017/30591 


Karar Tarihi: 13/1/2021


KONU VE KAPSAM:


Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.


KARAR METNİ :

I. BAŞVURUNUN KONUSU


1. Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan bir haber nedeniyle bir gün süreyle resmî ilan ve reklamların kesilmesine karar verilmesinin başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.


II. BAŞVURU SÜRECİ


2. Başvuru 20/7/2017 tarihinde yapılmıştır.


3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.


4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.


5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.


6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.


III. OLAY VE OLGULAR


7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:


8. Başvurucu, olayların geçtiği tarihte Açık Mert Korkusuz gazetesinin (gazete) yayın sahibidir. Davalı ise Basın İlan Kurumudur (BİK). BİK 9/1/1961 tarihli ve 195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun ile kurulmuş, kamu tüzel kişiliğini haiz bir idaredir. Olayların geçtiği tarihte Başbakanlığa bağlı olan -daha sonra Cumhurbaşkanlığına bağlanacak olan- Kurumun internet sitesinde, resmî ilanların dağıtımında adaletsiz davranıldığı gerekçesiyle hükûmet ile gazeteleri karşı karşıya getiren uygulamalara son vermek amacıyla Kurumun kurulduğu belirtilmiştir. Kurumun görevlerinden birinin basın ahlak esasları kapsamında şikâyete bağlı ve/veya resen inceleme yaparak ihlalin sabit olduğu hâllerde “resmi ilan ve reklamların kesilmesi” yoluyla gazetelere yaptırım uygulanması olduğu ifade edilmiştir.


A. Başvuruya Konu Davaya İlişkin Süreç


9. Gazetenin 3/8/2015 tarihli nüshasında "Milletin Parasını Böyle Çarçur Ediyorlar!" başlıklı bir yazı yayımlanmıştır. İlgili yazı şöyledir:


"Erdoğan'ın en güvendiği adamı [E.A.nın], İç İşleri Bakanlığı'nı bıraktığı gün oturduğu konutu boşaltması gerekiyordu. O boşaltmadığı gibi evde tadilat başlattı. İçine su gibi para akıttılar.


İç İşleri eski Bakanı [E.A.nın] Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ndaki lükse özendiği anlaşıldı. 7 Haziranda Erzurum'dan milletvekili seçilen [E.A.nın] görevinden istifa ettiği 7 Mart'tan itibaren boşaltmadığı bakan konutuna 2.5 milyon liralık tefrişat yaptırdığı ortaya çıktı. Yıllarca Ankara Valilik konağı olarak hizmet veren konutta yapılan tadilat ve tefrişatı H. İsimli firma üstlendi.


Perdelere 150 Bin Lira


 [E.A.nın] zevkine göre konuta; 150 bin lira değerinde elektrikli perdele, lüks halılar ile özel üretim koltuk ve mobilyalar alındığı öğrenildi. Kulislere yansıyan bilgilere göre, [E.A.] İçişleri Bakanı olduktan sonra Gaziosmanpaşa'daki bakan konutunda kapsamlı bir tadilat yapılmasını istedi. Oysa konut [M.G] zamanında 1 milyon harcanarak yenilenmişti. Ancak [E.A.] Atakule'nin karşısındaki valilik konutunu beğendi. Konutları değiştirme kararı aldı. Konutlar takas edildi. Valilik konutu bakanlığa, bakanlık konutu ise valiliğe devredildi. Sil baştan yenilenen konut için tam 2.5 milyon lira para harcandı. Sadece elektrikli perdelere 150 bin lira ödendi. Evin tadilatını üstlenen yeni müsteşar [M.Ü] ihaleyi de Cumhurbaşkanlığındayken çalıştığı D. isimli firmaya verdi. İddiaya göre, 'bakan bey göreve başlamadan işi yetiştirelim' düşüncesiyle ihale yapılmadan işe başlandı. İhale süreci ancak işin bitiminden iki hafta önce tamamlandı. Fiyatları fahiş bulan ve hak edişlere imza atmak istemeyen iki mühendis ise rapor aldı ".


10. Şikâyetçi yukarıdaki haber üzerine başvurucunun hakaret ve iftira suçlarından cezalandırılması talebiyle suç duyurusunda bulunmuştur. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı 20/10/2015 tarihinde başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiş ve verilen bu karar kesinleşmiştir.


11. Şikâyetçi, ilgili haber nedeniyle başvurucunun tekzip metni yayımlaması talebinde bulunmuştur. Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/9/2015 tarihli kararıyla başvurucunun tekzip metni yayımlamasına karar verilmiş ve verilen bu karar kesinleşmiştir. Başvurucu kendisine gönderilen tekzip metnini yayımlamamıştır.


12. BİK'in Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının ilgili kısmı şöyledir:


"Madde 1 - Bir kamu hizmeti olan gazetecilik, kişisel veya ahlâka aykırı amaç ve çıkarlara âlet edilemez ve kamu yararına aykırı bir şekilde kullanılamaz. Haberlerde ve olayların yorumunda gerçeklerden saptırma, çarpıtma veya kısaltma yoluyla amaçlı olarak ayrılınamaz. Doğruluğu kuşku uyandırabilen ve araştırılması gazetecilik imkânları içinde bulunan haberler, araştırılıp doğruluğuna emin olunmadan yayınlanamaz. Bu hizmetin görülmesinde aşağıdaki Basın Ahlâk Esasları’na uyulur:


 ...


g) Gazete ve dergiler, verdikleri gerçeğe aykırı bilgilerden dolayı, yollanacak, yayın organına ve üçüncü kişilere hakaret ve suç unsuru içermeyen cevap ve düzeltme metinlerini; bunların gönderilmesine sebep olan yazının etkisini bütünüyle giderecek şekilde, günlük süreli yayınlarda cevap ve düzeltme metinlerinin alındığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda ise cevap ve düzeltme metinlerinin alındığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlar.


ı) Kişi, kurum ve toplum katmanlarına yönelik yayınlarda, eleştiri sınırlarını aşan aşağılayıcı sözcükler kullanılamaz; hakaret edilemez, sövülemez iftira ve haksız isnat yapılamaz.


 ...


Madde 2 - Gazete ve dergilerin Basın Ahlâk Esasları’na aykırı davrandığına ilişkin ihbar ve şikâyetler, kendilerini ilgilendiren hallerde gerçek ve tüzel kişilerce, genel olarak da 195 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinde temsili öngörülen kurum veya kuruluşlarca Basın İlân Kurumu Yönetim Kurulu’na yapılır.


 ...


Aynı konuda yargı organlarına başvurulmuş olması, Yönetim Kurulu’nun incelemesini ve karar vermesini etkilemez.


Madde 4 - Gazete ve dergilerin, Basın Ahlâk Esasları’na uymadıkları Yönetim Kurulu’nca, kendiliğinden veya başvuru üzerine tespit edildiğinde, 195 sayılı Kanun’un 49’uncu maddesinin (a) bendi uygulanır..."


13. E.A.; cevap ve düzeltme metni yayımlanması yönündeki karara istinaden gazeteye ihtarname çekildiğini, ihtarname tebliğ edilmesine rağmen cevap ve düzeltme metninin yayımlanmadığını, ayrıca ilgili haberde geçen ifadelerin iftira ve hakaret niteliğini taşıdığını, bu nedenle gazetenin basın ahlak esaslarını ihlal ettiğini ileri sürerek BİK'e şikâyetçi olmuştur.


14. BİK, 31/3/2017 tarihli Yönetim Kurulu kararıyla başvurucu gazete hakkında resmî ilan ve reklamlarının iki gün süre ile kesilmesine ancak gazetenin resmî ilan ve reklam yayımlama hakkı bulunmadığından verilen cezanın şimdilik uygulanmamasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:


"... Şikayetçinin bakanlığı sona ermiş olmasına rağmen lojmanını boşaltmadığını gerçeğe aykırı olarak ileri sürdüğü, dolayısıyla kamuoyu nezdinde şikayetçi hakkında iftira ve haksız isnatta bulunduğundan, Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının 1. maddesinin ı bendini ihlal ettiği sonucuna varıldığından 195 sayılı kanun 49/a maddesi uyarınca resmi ilan ve reklamlarının 1 gün süre ile kesilmesine;


... Cevap ve düzeltme metni gazete tarafından tebligatın alındığı tarihten itibaren 3 günlük yasal süresi içinde... usulüne uygun şekilde yayımlanmadığından Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının 1. maddesinin g bendini ihlal ettiği sonucuna varıldığından 195 sayılı kanun 49/a maddesi uyarınca resmi ilan ve reklamlarının 1 gün süre ile kesilmesine;


... Şikayet konusu haberin ilgili gazetede yayımlandığı ve şikayet dilekçesinin Kuruma sunulduğu tarihlerde gazetenin resmi ilan ve reklam yayınlama hakkı bulunmadığından, Genel Kurul kararının g ve ı bentlerini ihlal etmesine rağmen, Kurulumuz tarafından verilen iki gün süreyle resmi ilan ve reklam kesme cezasının şimdilik uygulanmamasına, ancak reklam ve ilan yayınlama hakkının reddi kararına karşı açılan davanın sonucuna göre Kurulumuzun bu konu hakkındaki kararı doğrultusunda Kurum Genel Müdürlüğü tarafından gerekli işlemlerin tesisine karar verilmiştir."


15. Başvurucu, BİK kararına itiraz etmiştir. Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi (hakem sıfatıyla) 23/5/2017 tarihli kararıyla itirazın kısmen kabul, kısmen reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:


"... haber içeriğinde vatandaşın parasının çarçur edildiğinin beyan edildiği, suç oluşturacak herhangi bir isnadın yapılmadığı, Valilik Konağı'na yapılan harcamaların eleştirildiği, Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin 20/10/2015 tarihinde karar verildiği, basın özgürlüğünün aynı zamanda eleştiri hakkını da içerdiği, bu eleştiri hakkını kullanırken çarçur kelimesi kullanılarak, farklı bir üslubla da dile getirilebileceği, Yargıtay içtihatlarında belirtildiği üzere böyle bir söylemin ve eleştirinin iftira suçunu oluşturmayacağı, bu haberin eleştiri ve yorumlardan ibaret olduğu, hakaret suçunu oluşturacak bir söze de yer verilmediği, Devletin önemli makamlarında ve kamu görevi yapan kişilerin bu tür haber ve eleştirilere açık olması gerektiği, 5187 sayılı Yasanın 3.maddesinde Basın Özgürlüğünün eleştirme ve yorumlama haklarını da içerdiği, şikayete konu haberde eleştiri sınırlarının aşılmadığı ve demokratik sistemlerde her partinin eyleminin basın özgürlüğü çerçevesinde tartışılabileceği, somut bir suçun isnat edilmediği, yapılan haber içeriğinde 'iddialara göre' ifadesine yer verildiği, onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek bir hakaret sözünün kullanılmadığı, her parti ve koalisyon dönemlerinde siyasi kişiliklerin yapılan tasarruflarının beğenildiği kadar zaman zaman da her dönem eleştirildiği, bu basın hürriyetinin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemeleri'nin emsal kararlarıyla gerektiğinde gazetecinin değerlendirme hatta sert bir eleştiriyle kamu hizmetleri konusunda haber yapma ve eleştirme hak ve yetkisinin tanındığı, yapılan haber içeriğinin basın özgürlüğü kapsamında kaldığı anlaşılmakla itirazın bu yönden kabulüne karar vermek gerekmiştir.


... habere konu kişinin tekziple ilgili şikayete konu gazete hakkında işlem yapılmasını istediği anlaşılmış, tekzip kararının gazetede yayınlanmadığı anlaşılmakla gazete hakkında bu yönden uygulanan yaptırımın yasal olduğu anlaşılmış ve bu yönden itirazın reddine karar verilmiş, bu haliyle itiraza konu Basın İlan Kurumu Genel Müdürlüğü'nün 24/03/2017 tarih ve 52207902-050.02-04-E. 195-2017-60065 sayılı kararında davalı kurum tarafından 129 sayılı Genel Kurul Kararının 1. maddesinin g bendinin ihlal edilmesi nedeniyle 1 gün süreyle resmi ilan ve reklam kesme cezasının onaylanmasına, ı bendini ihlal ettiği uyarınca verilen 1 günlük resmi ilan ve reklamların kesilmesi cezasının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir."


16. Nihai karar başvurucuya 20/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.


17. Başvurucu 20/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.


B. Başvuruya Konu Olmayan Davaya İlişkin Süreç


18. Başvurucu, gazetenin resmî ilan ve reklam alma hakkı için BİK'e başvurmuştur. BİK'in 67 sayılı Genel Kurul kararının 17., 18., 20. ve 57. maddelerinde düzenlenen koşulları taşımadığı gerekçesiyle başvurucunun talebi reddedilmiştir. Başvurucu, BİK kararının iptali talepli dava açmıştır. İstanbul 10. İdare Mahkemesi 7/3/2017 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Bölge İdare Mahkemesi 26/9/2017 tarihli kararıyla istinaf isteminin reddine karar vermiştir.


IV. İLGİLİ HUKUK


19. 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun “Düzeltme ve cevap” kenar başlıklı 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:


 “Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.



Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.


Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir. Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar…”


20. 5187 sayılı Kanun’un “Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması” kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:


“Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili onmilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda ellimilyar liradan az olamaz.


Sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilen ağır para cezasının ödenmesinden yayın sahibi, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte müteselsilen sorumludur.


Düzeltme ve cevap yazısının yayımlanmaması veya 14 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen şartlara uyulmaksızın yayımlanması hallerinde hâkim ayrıca, masraflar yayın sahibi tarafından karşılanmak üzere, bu yazının tirajı yüzbinin üzerinde olan iki gazetede ilân şeklinde yayımlanmasına da karar verir.”


21. 195 sayılı Kanun’un “Müeyyide” kenar başlıklı 49. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:


 “Bu kanuna veya bu kanuna dayanılarak yapılacak yönetmeliğe veyahut Kurum Genel Kurulunun bu kanunda yazılı hususlarda ittihaz edeceği kararları ile yükletilen ödevlere yahut da basın ahlak esaslarına, riayet etmiyen gazete ve dergilerle prodüktörler ve kamu idare ve teşekkülleri ve 42 nci maddede anılan sair ortakların sorumluları hakkında, diğer mevzuat hükümlerine halel gelmemek üzere, aşağıda yazılı olduğu şekilde muamele yapılır:


a) Kurum tarafından o gazete veya dergiye verilecek ilan ve reklamlar, kesinleşen Yönetim Kurulu Kararına dayanılarak, Kurum Genel Müdürlüğünce, iki ayı geçmiyecek bir süre ile kesilir. Ayrıca, bu kanunla temin edilen menfaatlerden de aynı şekilde faydalandırılmaz.


b) Prodüktörlük müessesesinin iki ayı geçmemek üzere kapatılması için, Kurul Genel Müdürlüğünce iş, Yönetim Kuruluna intikal ettirilir. Kesinleşen Kurul Kararını, o yerdeki valilik infaz eder.


(a) ve (b) bentlerinde yazılı hallerde, Yönetim Kurulu Kararına, tebliğinden itibaren on gün içinde o yerdeki en yüksek dereceli Asliye Hukuk Hakimliğine itiraz edilebilir. Hakim, en geç on beş gün içinde evrak üzerinden kararını verir, bu karar, kesindir.”


V. İNCELEME VE GEREKÇE


22. Mahkemenin 13/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:


A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü


23. Başvurucu; resmî ilan ve reklamların iki gün süreyle kesilmesine ilişkin olarak BİK tarafından verilen kararın derece mahkemesince usul yönünden reddedilmesi gerekirken kısmen kabul, kısmen ret yönünde karar verildiğini ve bir gün süreyle resmî ilan ve reklamların kesilmesi cezasının kesinleştiğini, verilen karar tarihi itibarıyla gazetenin resmî ilan ve reklam yayımlama hakkı bulunmadığını, ileride doğması muhtemel bir hakla ilgili olarak hakkında verilen kararın ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.


24. Bakanlık görüşünde; yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları içinde adil bir denge kurup kurmadığı, vardıkları sonucun ölçülü olup olmadığı ve kararlarının ilgili ve yeterli gerekçeyi içerip içermediği hususlarının gözönünde bulundurulması gerektiğini belirtmiştir.


B. Değerlendirme


25. Anayasa’nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:


 “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...


Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…


Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”


26. Anayasa’nın "Basın hürriyeti" kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:


“Basın hürdür, sansür edilemez…


Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.


Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”


27. Anayasa’nın "Süreli ve süresiz yayın hakkı" kenar başlıklı 29. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:


"... Süreli yayınların çıkarılması, yayım şartları, malî kaynakları ve gazetecilik mesleği ile ilgili esaslar kanunla düzenlenir. Kanun, haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, malî ve teknik şartlar koyamaz.


..."


1. Kabul Edilebilirlik Yönünden


28. Başvurucu hakkında icra edilebilir kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmaktadır. Başvurucunun reklam ve ilan yayımlama hakkı elde etmesi hâlinde, başvuruya konu kararın icra edilmesine yönelik yasal bir engel görülememiştir. Dolayısıyla başvurucunun ileride doğması muhtemel bir hakkı yönünden verilen karar hakkında yapılan başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.


2. Esas Yönünden


a. Müdahalenin Varlığı


29. Başvurucunun yayımcısı olduğu gazete ile ilgili olarak bir gün süreyle reklamlarının ve resmî ilanların kesilmesine karar verilmiştir. Söz konusu karar ile başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.


b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı


30. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:


 “Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”


31. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.


i. Kanunilik


32. 195 sayılı Kanun'un 49. maddesine dayanıldığı anlaşılmıştır.


ii. Meşru Amaç


33. Başvurucunun cezalandırılmasına ilişkin kararın başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.


iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk


(1) Genel İlkeler


(a) Demokratik Toplumda Basın Özgürlüğünün Önemi


34. Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 38).


(b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması


35. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007).


36. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 77; Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, § 58; Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında adil bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 132; Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, § 59).


37. Derece mahkemeleri söz konusu dengelemeyi yaparken ve ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığını değerlendirirken belirli bir takdir yetkisine sahiptir. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 57).


38. Anılan denetim sırasında Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalenin gerekçesine odaklanır. Kamu makamlarının temel hak ve özgürlüklere -zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu- ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koymadan yaptıkları müdahalelerin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120).


 (2) Cevap ve Düzeltme Hakkı ile İlgili Bazı Tespitler


39. Öncelikle cevap ve düzeltme hakkının bir yayında kendisinden bahsedilen herkese aynı yayın organını kullanarak kendi bakış açısını yansıtma imkânı veren anayasal bir hak olduğu gözönünde bulundurulmalıdır. Nitekim Anayasa’nın “Düzeltme ve cevap hakkı” kenar başlıklı 32. maddesinin birinci fıkrasında “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.” denilmiştir. Cevap ve düzeltme yolu, ceza hukukuna özgü bir nizasız (çekişmesiz) yargılama faaliyetidir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içinde ve duruşma yapmaksızın evrak üzerinde yapacağı inceleme sonunda karara bağlamak zorundadır. Sulh ceza hâkiminin talebin kabulüne dair kararının kesinleşmesi ve ilgili yayın organınca cevap ile düzeltme metninin yayımlanmaması hâlinde yayın organının sorumlu müdürü ve onun bağlı olduğu yetkili, adli para cezası ile cezalandırılabilir. Cevap ve düzeltme yolu çekişmesiz bir yargı yolu olduğu için bu konuda verilen kararlar, basın yoluyla kişilik hakkının ihlali nedeniyle açılan diğer ceza veya hukuk davalarında da kesin bir hüküm teşkil etmemektedir (Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik [GK], B. No: 2013/6237, 2/7/2015, §§ 49-51).


(3) Cevap ve Düzeltme Hakkına İlişkin Olarak Basın İlan Kurumu Yolu


40. BİK'in 129 sayılı Genel Kurul kararıyla basın ahlak esasları belirlenmiştir. Buna göre süreli yayınları çıkaran kuruluşların gerçeğe aykırı verilen bilgiler dolayısıyla cevap ve düzeltme metinlerini usulüne uygun bir şekilde yayımlamadıkları takdirde BİK Yönetim Kurulu kararıyla resmî ilan ve reklamlarının kesilmesine karar verilebilir. 195 sayılı Kanun'a göre BİK tarafından verilen bu kararlara karşı asliye hukuk mahkemesine itiraz edilebilir. Mahkeme, en geç on beş gün içinde evrak üzerinden kararını verir ve bu karar kesindir. Bu kararların itirazına, yüksek dereceli asliye hukuk mahkemesi hakem sıfatıyla bakmaktadır (Anayasa Komisyonu Raporu, Danışma Meclisi/Anayasa Komisyonu, E.1/463, K.434, 30/7/1982, madde 32).


41. 195 sayılı Kanun'da düzenlenen asliye hukuk mahkemesine itiraz yolu kanunla düzenlenmiş bir mecburi tahkim yoludur. Mecburi tahkimde, taraflar arasındaki uyuşmazlıkla ilgili önceden bir tahkim sözleşmesi öngörülmemesine rağmen uyuşmazlığın kanun gereği hakem tarafından çözümlenmesi öngörülmektedir. 195 sayılı Kanun uyarınca BİK'in verdiği kararlara karşı düzenlenen tahkim yolu yine bir nizasız (çekişmesiz) yargılama faaliyetidir.


(4) Reklam ve İlanların Kesilmesi Şeklindeki Müdahalenin Basın Özgürlüğü ile İlişkisi


42. Resmî ilan ve reklamların kapsamı 5/10/2016 tarihli ve 29848 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Resmî İlân ve Reklâmlar ile Bunları Yayınlayacak Süreli Yayınlar Yönetmeliği'nde (Yönetmelik) düzenlenmiştir. Yönetmelik'in 5. maddesine göre resmî ilan; kanun, tüzük veya yönetmelik gereği yayımlanması zorunlu olan ilanlar ve merkezî yönetim kapsamındaki idareler, mahallî idareler, sosyal güvenlik kurumları, kamu iktisadi teşebbüsleri, kamu hukuku tüzel kişiliğini haiz teşekküller ile sermayesinin yarısından fazlası bu teşekküllere ait veya bunların yüzde elliden fazla sermaye payı olan iştiraklerinin reklam niteliği taşımayan ilanları olarak belirlenmiştir. Yönetmelik'in 6. maddesinde düzenlenen reklam ise satışı artırmak gibi ticari gayelerle ya da bir şeye veya bir fikre rağbet sağlamak gibi maddi ya da manevi bir menfaat temini veya tanıtım maksadıyla gazete ve dergilerde yazı, resim veya çizgilerle yapılan ilanlardır.


43. Anayasa'nın 29. maddesinde süreli yayınların çıkarılması, yayım şartları, mali kaynakları ve gazetecilik mesleği ile ilgili esasların kanunla düzenleneceği, kanunun haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, mali ve teknik şartlar koyamayacağı ve süreli yayınların devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin veya bunlara bağlı kurumların araç ve imkânlarından eşitlik esasına göre yararlanacağı belirtilmiştir.


44. BİK'e resmî ilanlar ve reklamlarla ilgili olarak verilen yetkilerin gazetelerin niteliğinin artırılması ve sırf resmî ilan alabilmek için gazete çıkarılmasının önlenmesi amacını taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla Anayasa'nın 29. maddesindeki düzenlemede; gazetelerin yayım yapmasını zorlaştıran ekonomik koşulların konulması da yasaklanmıştır. Bu bakımdan BİK'e verilen yetkilerle gazetelerin niteliklerini artırma amacıyla yayınlarda sürekliliği ve güvenilirliği hedefleyen ölçütler getirilmesi durumunun yayın kuruluşlarının düşünce ve kanaatlerini serbestçe yayımlaması özgürlüklerini engelleyici koşulları içermediği açıktır (AYM, E.2010/78, K.2011/177, 29/12/2011).


45. Bu sebeple mevcut başvuruya benzer başvurularda, Anayasa'nın 29. maddesindeki düzenleme de gözönünde bulundurularak BİK'e resmî ilan ve reklamların kesilmesine ilişkin olarak verilen müdahale yetkisinin kullanımında dikkatli bir değerlendirme yapılmalıdır. Somut başvuruda olduğu gibi şikâyetçinin Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddiası karşısında başvuruya konu ulusal günlük gazetenin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik, § 54).


(5) Basın İlan Kurumunun Resmî İlan ve Reklamların Kesilmesi Biçimindeki Müdahalesinin Demokratik Toplum Gereklerine Uygunluğunun Denetiminde Gözetilmesi Gereken Hususlar


46. Anayasa Mahkemesinin rolü, başvuruya konu müdahalenin olguların kabul edilebilir bir değerlendirmesine dayanılarak yapıldığının ve keyfî olmadığının denetlenmesini kapsar. Dolayısıyla böyle bir denetim, derece mahkemelerinin ve kamu gücünü kullanan diğer organların müdahalenin zorunlu toplumsal ihtiyacı karşıladığını, dolayısıyla demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya koyması ile bağlantılıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Halil Bayık [GK], B. No: 2014/20002, 30/11/2017, § 43).


47. Mevcut başvuruya benzer şikâyetlerde derece mahkemelerinin ve kamu gücünü kullanan diğer organların gerekçelerinin ilgili ve yeterli sayılabilmesi için kararlarda bulunması gereken ve benzer başvuruların koşullarına göre değişebilecek unsurlar şu şekilde sıralanabilir:


i. Bir haberden dolayı resmî ilan ve reklamların kesilmesi şeklindeki müdahalede, dayanak yapılan haberin -yayımlandığı bağlamdan kopartılmaksızın- olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir. Somut olayda başvurucunun ifade ve basın özgürlükleri ile E.A.nın şeref ve itibarının korunması hakkı arasında bir çatışma meydana gelmiştir. Çatışan söz konusu haklar arasında dengeleme kriterleri Anayasa Mahkemesinin önceki içtihatlarında detaylı bir şekilde ortaya konmuştur (benzer değerlendirmeler için bkz. Abuzer Demir ve Aslı Peksezer, B. No: 2016/73556, 23/10/2019, §§ 45, 47; Kenan Kıran ve Ramazan Fatih Uğurlu, B. No: 2016/2884, 24/10/2019, § 48; Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit, § 61). Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için;


- Haber veya makalede yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği,


- Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile kişinin öncekidavranışları, basının sıkı denetiminde olup olmadığı, katlanması gereken, kabul edilebilir eleştiri sınırlarının -sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında- daha geniş olup olmadığı,


- Haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları,


-Haber veya makalenin yayımlanma şartları,


-Yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, yayının genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, kamuoyu ile diğer kişilerin düşünce açıklamaları karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı,


-Kamuyu bilgilendirme değeri, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı,


-Haber veya makalede yer alan ifadelerin olgusal temele dayalı olup olmadığı, ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmediği,


- Başkalarının şöhret ve haklarının zarar görme ihtimalinin bulunduğu durumlarda başta meslek ahlakına saygı gösterme, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etme ödevi olmak üzere basın mensuplarının kendiliğinden uymaları gereken zorunlu sınırlara, ödev ve sorumluluklara uygun davranıp davranmadıkları,


- Haber veya makalede dile getirilen düşüncelere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığı,


- Haber veya makalenin hedef aldığı kişilerin hayatı üzerindeki etkileri kriterlerinin somut olaya uyduğu ölçüde uygulanması (benzer değerlendirmeler için bkz. Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2004, § 41; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73), BİK'in de bu dengeleme kriterlerine uygun bir değerlendirme yapması gerekmektedir.


ii. BİK, şikâyet konusu olayı değerlendirirken "cevap ve düzeltme metninin yayımlanması" yönünde verilen bir kararı dayanak yapmışsa bu, BİK'in ayrı bir değerlendirme yapmayacağı anlamına gelmemektedir. Cevap ve düzeltme hakkının kullanımına ilişkin olarak sulh ceza hâkimliği yolu ile BİK süreci yukarıdaki paragraflarda (bkz. §§ 39-41) anlatıldığı üzere birbirinden farklı süreçler olup BİK bu karardaki gerekçeleri de gözönünde bulundurarak (i) maddesinde belirtilen şekilde bir değerlendirme yapmalıdır.


iii. Cevap ve düzeltme metni yayımlanmasına ilişkin kararların kesin hüküm teşkil etmediği her zaman gözönünde bulundurulmalıdır. Kaldı ki BİK sürecinde gerek 195 sayılıKanun ve gerek Kanun'un gönderme yaptığı Genel Kurul kararı süreli yayınlarda etik ilkelere aykırı davranıldığını tespit etmek için daha önce bir mahkeme kararı olmasını öngörmediği gibi sulh ceza mahkemesince cevap ve düzeltme metninin yayımlanmasına ilişkin verilmiş bir kararın varlığı BİK'in otomatik olarak resmî ilan ve reklamların kesilmesi cezası vereceği anlamına gelmemektedir. Bu nedenle BİK, değerlendirmesini yaparken bu hususu gözönünde bulundurmalıdır.


iv. Haberin kişilerin şeref ve itibarları üzerindeki ağırlığı ile BİK tarafından verilen ceza arasında orantılılık ilişkisi kurulmalıdır.


48. Böylece resmî ilan ve reklamların kesilmesi şeklindeki müdahalenin Anayasa Mahkemesi içtihatlarında ortaya konan kriterlere uygunluğunun denetimi daha etkili yapılabilecektir.


 (6) Somut Olaya İlişkin Nihai Değerlendirmeler


49. Basın özgürlüğünün tesisinin koşullarından biri de kuşkusuz ekonomik imkânların bulunmasıdır. Zira basın özgürlüğü haberin içeriğinin yanında haberin veriliş biçimini de kapsar. Bilhassa süreli yayınlar açısından haberin verilmesi için ekonomik imkânlar büyük ölçüde resmî ilan ve reklamların yayımlanmasıyla sağlanmaktadır. Bu nedenle eldeki başvuruya benzer başvurularda BİK'in resmî ilan ve reklamların kesilmesi şeklindeki müdahale yetkisinin basının etik yönden niteliklerini artırmaya yönelik bir düzenleme olduğu, bir yaptırım aracı olarak öngörülmediği gözönüne alınmalıdır. Dolayısıyla BİK'in önüne gelen şikâyetlerle ilgili olarak yukarıda sayılan dengeleme kriterlerini (bkz. § 47) çok sıkı bir şekilde uygulaması ve anılan müdahale biçimini başvurulabilecek son çare olarak görmesi basın özgürlüğü açısından hayati önem taşımaktadır.


50. Başvuruya konu haber ile ilgili olarak Sulh Ceza Mahkemesince evrak üzerinden içeriğine başvurucunun müdahale edemeyeceği bir metni yayımlamasına karar verildiği ve bu karar öncesinde başvurucuya savunma ve delillerini sunma imkânı tanınmadığı, resen de herhangi bir araştırma yapılmadığı görülmektedir. Sonrasında BİK'in maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyen bu kararı dayanak alarak ilave hiçbir değerlendirme yapmaksızın otomatik olarak cezalandırma gerekçesi yaptığı, BİK kararına itirazı inceleyen derece mahkemesinin de bu kararla ilgili bir değerlendirmede bulunmaksızın itirazın reddine karar verdiği görülmektedir.


51. Başvurucu, verilen karar nedeniyle resmî ilan ve reklam yayımlama hakkı elde etmesi hâlinde bir günlük resmî ilan ve reklam yayımlama cezası ile cezalandırılacağını ifade etmiştir. Bu şekilde maddi bir yaptırıma maruz kalma endişesinin kişiler üzerinde kesintiye uğratıcı bir etkisi vardır ve sonunda kişinin bu etki altında ileride düşünce açıklamalarından veya basın faaliyetlerini yapmaktan imtina etme riski bulunmaktadır. Dolayısıyla başvurucu aleyhine bu şekilde bir yaptırıma hükmedilmesinin başvurucunun üzerinde caydırıcı etki yaratabileceği değerlendirilmiştir.


52. Sonuç olarak başvurucunun yayımlanan haber nedeniyle resmî ilan ve reklamların kesilmesi şeklinde bir kararla cezalandırılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulamamıştır.


53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.


3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden


54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:


 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…


 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”


55. Başvurucu ihlalin tespiti ile 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.


56. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).


57. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).


58. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).


59. İncelenen başvuruda, başvurucu hakkında bir gün süreyle resmî ilan ve reklamların kesilmesine karar verilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.


60. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.


61. Öte yandan ihlal tespiti ile yeterli giderim sağlandığı değerlendirildiğinden manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.


62. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.


VI. HÜKÜM


Açıklanan gerekçelerle;


A. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,


B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,


C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2017/223, K.2017/197) GÖNDERİLMESİNE,


D. Tazminat talebinin REDDİNE,





ANAYASA MAHKEMESİKARARI

Başvuru Numarası:

2016/5653

Karar Tarihi: 9/1/2020


KONU VE KAPSAM:

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir. ”


KARAR METNİ:



I. BAŞVURUNUN KONUSU


1. Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan bir köşe yazısı nedeniyle bir gün süreyle reklamlarının ve resmi ilanların kesilmesine karar verilmesinin başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.


II. BAŞVURU SÜRECİ


2. Başvuru 17/3/2016 tarihinde yapılmıştır.


3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.


4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.


5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.


6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.


III. OLAY VE OLGULAR


7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:


8. Başvurucu, ulusal çapta yayın yapan Yeni Akit gazetesinin (gazete) yayımcısıdır. Davalı ise Basın İlan Kurumudur (BİK). BİK 9/1/1961 tarihli ve 195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun ile kurulmuş, kamu tüzel kişiliğini haiz bir idaredir. Olayların geçtiği tarihte Başbakanlığa bağlı olan -daha sonra Cumhurbaşkanlığına bağlanacak olan- BİK'in internet sitesinde; Kurumun resmi ilanların dağıtımında adaletsiz davranıldığı gerekçesiyle Hükümet ile gazeteleri karşı karşıya getiren uygulamalara son vermek amacıyla kurulan bir kurum olduğu belirtilmiştir. BİK'in görevlerinden birinin basın ahlak esasları kapsamında şikâyete bağlı ve/veya resen inceleme yaparak ihlalin sabit olduğu hâllerde resmi ilan ve reklamların kesilmesi yoluyla gazetelere yaptırım uygulaması olduğu ifade edilmiştir.


A. Arka Plan Bilgisi


9. Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak anılan süreçte 2013 yılının Aralık ayında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iş adamı, bürokrat ve memurların da bulunduğu birçok kişiye yönelik olarak kara para aklama, altın kaçakçılığı ve kamu görevlilerine rüşvet iddialarıyla operasyonlar başlatılmış ve bu kapsamda çok sayıda kişi gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Sonrasında kamuoyunda, bu operasyonu yürütenlerin devlet içinde örgütlenmiş paralel bir yapılanma olduğu ve devlete karşı darbe hazırlığında olduğu değerlendirilmiştir. Sözü edilen operasyonları yürüten savcılardan biri de Z.Ö.dür. Dolayısıyla yazılı ve görsel basında Z.Ö.nün paralel yapılanma ile ilişkili olduğu iddialarını içeren çok sayıda haber yapılmıştır.


B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar


10. Gazetenin 16/1/2014 tarihli nüshasında "İşin Öz’ü: Akşamdan Yenilen Hurmalar, Geceleyin Mideyi Tırmalar!" başlıklı bir yazı yayımlanmış ve Z.Ö hakkında çeşitli iddialara yer verilmiştir.


11. Yayımlanan yazıdan sonra gazetenin 6/2/2014 tarihli nüshasında "Z.Ö.den Açıklama" başlıklı bir yazı yayımlanarak hakkında yazılanları Z.Ö.nün yalanladığı belirtilmiştir.


1. Sulh Ceza Hâkimliği Süreci


12. Anılan köşe yazısı hakkında Z.Ö., gerçeğe aykırı, suçlayıcı İsnat ve yorumlara yer verilmek suretiyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiası ile cevap ve düzeltme metnine aynen yer verilmesine karar verilmesini talep etmiştir. (Kapatılan) Bakırköy 19. Sulh Ceza Mahkemesi 13/2/2014 tarihli kararıyla gazete nüshası eklenmediğinden talebin reddine karar vermiştir.


13. İtiraz üzerine karar, Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 20/2/2014 tarihli kararıyla kaldırılarak talebin kabulüne, cevap ve düzeltme metninin kararın kesinleşmesinden sonra gazetenin aynı sayfasında, aynı sütun ve büyüklükte puntolarla yayımlanmasına karar verilmiştir.


14. Z.Ö. 19/3/2014 tarihinde; gazetenin sorumlu müdürü olan A.İ.K. hakkında cevap ve düzeltme metnini yayımlamadığı, bu nedenle 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 18. maddesine aykırı davrandığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştur. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 28/4/2014 tarihli iddianamesiyle A.İ.K.nın 5187 sayılı Kanun gereğince cezalandırılmasını talep etmiştir.


15. Yargılamayı yapan Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi 21/4/2015 tarihli kararıyla cevap ve düzeltme metninin yayımlanmasına ilişkin karar tebliğini A.İ.K.nın aldığına dair somut delil bulunmadığından beraatine karar vermiştir.


2. Basın İlan Kurumu Süreci


16. BİK'in Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının ilgili kısımları şöyledir:


"Madde 1 - Bir kamu hizmeti olan gazetecilik, kişisel veya ahlâka aykırı amaç ve çıkarlara âlet edilemez ve kamu yararına aykırı bir şekilde kullanılamaz. Haberlerde ve olayların yorumunda gerçeklerden saptırma, çarpıtma veya kısaltma yoluyla amaçlı olarak ayrılınamaz. Doğruluğu kuşku uyandırabilen ve araştırılması gazetecilik imkânları içinde bulman haberler, araştırılıp doğruluğuna emin olunmadan yayınlanamaz. Bu hizmetin görülmesinde aşağıdaki Basın Ahlâk Esasları’na uyulur:



g) Gazete ve dergiler, verdikleri gerçeğe aykırı bilgilerden dolayı, yollanacak, yayın organına ve üçüncü kişilere hakaret ve suç unsuru içermeyen cevap ve düzeltme metinlerini; bunların gönderilmesine sebep olan yazının etkisini bütünüyle giderecek şekilde, günlük süreli yayınlarda cevap ve düzeltme metinlerinin alındığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda ise cevap ve düzeltme metinlerinin alındığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlar.


Madde 2 - Gazete ve dergilerin Basın Ahlâk Esasları’na aykırı davrandığına ilişkin ihbar ve şikâyetler, kendilerini ilgilendiren hallerde gerçek ve tüzel kişilerce, genel olarak da 195 sayılı Kanun ’un 5 ’inci maddesinde temsili öngörülen kurum veya kuruluşlarca Basın İlân Kurumu Yönetim Kurulu’na yapılır.



Aynı konuda yargı organlarına başvurulmuş olması, Yönetim Kurulu’nun incelemesini ve karar vermesini etkilemez.


Madde 4 - Gazete ve dergilerin, Basın Ahlâk Esasları’na uymadıkları Yönetim Kurulu’nca, kendiliğinden veya başvuru üzerine tespit edildiğinde, 195 sayılı Kanun’un 49 ’uncu maddesinin (a) bendi uygulanır..."


17. Z.Ö. 14/3/2014 tarihinde; cevap ve düzeltme metni yayımlanması yönündeki karara istinaden gazeteye ihtarname çekildiğini, ihtarname tebliğ edilmesine rağmen metnin yayımlanmadığını, bu nedenle gazetenin basın ahlak esaslarını ihlal ettiğini ileri sürerek BİK'e şikâyetçi olmuştur.


18. BİK 7/7/2014 tarihli Yönetim Kurulu kararıyla başvurucu gazete hakkında reklam ve resmi ilanların bir gün süre ile kesilmesine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:


"...Gazetenin 6/2/2014 tarihli nüshasının 14. sayfasında bir açıklamaya yer verildiği görülmüştür... Bu açıklama, ilgili gazetenin şikayet konusu haberinin yayımlandığı sayfada (9. Sayfa) ve sütunda yayımlanmadığından, daha da önemlisi şikayetçi tarafından gönderilen cevap ve düzeltme metninin kısaltılmış bir şekli niteliğinde olduğundan hukuken cevap ve düzeltme metninin yayımlanması niteliğinde olmadığı belirlenmiştir. Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının 1. maddesinin g bendini ihlal ettiği sonucuna varıldığından 195 sayılı kanun 49/a maddesi uyarınca resmi ilan ve reklamlarının 1 gün süre ile kesilmesine karar verilmiştir..."


19. Başvurucu, BİK kararına itiraz etmiştir. İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (hakem sıfatıyla) 16/2/2016 tarihli kararıyla itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:


"...şikayetçi olan Z.Ö. hakkında asılsız ve gerçek dışı haberlere yer verildiği, ayrıca, söz konusu haberle ilgili cevap ve düzeltme metninin uygulanması yönünde kesinleşmiş karara ilişkin cevap ve düzeltme ihtarnamesinin 08/03/2014 tarihinde gazeteye tebliğine rağmen yayımlanmaması nedeniyle BIK tarafından verilen karara itiraz edildiği ve dava konusu yayın incelendiğinde, BİK tarafından verilen kararın yerinde ve mevzuata uygun bulunduğu anlaşılmıştır..."


20. Nihai karar başvurucuya 16/2/2016 tarihinde tefhim edilmiştir.


21. Başvurucu 17/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.


IV. İLGİLİ HUKUK


A. Ulusal Mevzuat


22. 5187 sayılı Kanun’un “Düzeltme ve cevap” kenar başlıklı 14. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:


“Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.



Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.


Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir. Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar... ”


23. 5187 sayılı Kanun’un “Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması” kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:


“Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili onmilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda ellimilyar liradan az olamaz.


Sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilen ağır para cezasının ödenmesinden yayın sahibi, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte müteselsilen sorumludur.


Düzeltme ve cevap yazısının yayımlanmaması veya 14 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen şartlara uyulmaksızın yayımlanması hallerinde hâkim ayrıca, masraflar yayın sahibi tarafından karşılanmak üzere, bu yazının tirajı yüzbinin üzerinde olan iki gazetede ilân şeklinde yayımlanmasına da karar verir. ”


24. 195 sayılı Kanun’un “Müeyyide” kenar başlıklı 49. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:


“Bu kanuna veya bu kanuna dayanılarak yapılacak yönetmeliğe veyahut Kurum Genel Kurulunun bu kanunda yazılı hususlarda ittihaz edeceği kararları ile yükletilen ödevlere yahut da basın ahlak esaslarına, riayet etmiyen gazete ve dergilerle prodüktörler ve kamu idare ve teşekkülleri ve 42 nci maddede anılan sair ortakların sorumluları hakkında, diğer mevzuat hükümlerine halel gelmemek üzere, aşağıda yazılı olduğu şekilde muamele yapılır:


a) Kurum tarafından o gazete veya dergiye verilecek ilan ve reklamlar, kesinleşen Yönetim Kurulu Kararına dayanılarak, Kurum Genel Müdürlüğünce, iki ayı geçmiyecek bir süre ile kesilir. Ayrıca, bu kanunla temin edilen menfaatlerden de aynı şekilde faydalandırılmaz.


b) Prodüktörlük müessesesinin iki ayı geçmemek üzere kapatılması için, Kurul Genel Müdürlüğünce iş, Yönetim Kuruluna intikal ettirilir. Kesinleşen Kurul Kararını, o yerdeki valilik infaz eder.


(a) ve (b) bentlerinde yazılı hallerde, Yönetim Kurulu Kararına, tebliğinden itibaren on gün içinde o yerdeki en yüksek dereceli Asliye Hukuk Hakimliğini itiraz edilebilir. Hakim, en geç on beş gün içinde evrak üzerinden kararını verir, bu karar, kesindir. ”


B. Yargıtay İçtihadı


25. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 3/7/2018 tarihli ve E.2018/3022, K.2018/5254 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:


"...Dava, davalı Basın İlan Kurumu tarafından verilen 5 gün süre ile resmi ilan ve reklamların kesilmesine ilişkin yönetim kurulu kararının iptali istemine ilişkindir ...Dava konusu haber bir bütün olarak değerlendirildiğinde; olay tarihinde Cumhurbaşkanı olan şikayetçinin düzenlemiş olduğu iftar yemeğine ilişkin sert eleştiriler getirilerek, kamuoyu ile paylaşıldığı anlaşılmaktadır. Şikayetçinin siyasi kişiliğinin olduğu, açıklamaların toplumu ilgilendiren konulara ilişkin bulunması nedeni ile kamusal ilginin de bulunduğu, 'ifade özgürlüğü' nün güvence altına alındığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesi ve bunun uygulamasına yönelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları gözetilerek, şikayetçinin sert ve rahatsız edici eleştirilere hoşgörü göstermesi gerektiği, bu anlamda Basın İlan Kurumu tarafından davacıya verilen yaptırım kararının, hukuka uygun olmadığı anlaşılmaktadır..."


V. İNCELEME VE GEREKÇE


26. Mahkemenin 9/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:


A. Başvurucunun İddiaları


27. Başvurucu; cevap ve düzeltme metninin tebliğ edilmediği hususunda sorumlu müdür olan A.İ.K. hakkında kesinleşmiş beraat kararı bulunmasına rağmen Asliye Hukuk Mahkemesince bu hususun dikkate alınmadığını, bunun yanı sıra cevap ve düzeltme metni kararı olmaksızın gazetenin 6/2/2014 tarihli nüshasında cevap metnine yer verildiğini, bunlara karşın hakkında bir gün süreyle reklam ve ilanların kesilmesi yönünde karar verildiğini, yürütme organına bağlı olan kurumun taraflı davranarak aldığı kararın ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.


B. Değerlendirme


28. Anayasa’nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:


“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...


Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir...


Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir. ”


29. Anayasa’nın "Basın hürriyeti" kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:


“Basın hürdür, sansür edilemez...


Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.


Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır... ”


1. Kabul Edilebilirlik Yönünden


30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.


2. Esas Yönünden


a. Müdahalenin Varlığı


31. Başvurucunun yayımcısı olduğu gazete ile ilgili olarak bir gün süreyle reklamlarının ve resmi ilanların kesilmesine karar verilmiştir. Söz konusu karar ile başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.


b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı


32. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13.maddesinin ilgili kısmı şöyledir:


“Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”


33. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.


i. Kanunilik


34. 195 sayılı Kanun'un 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.


ii. Meşru Amaç


35. Başvurucunun cezalandırılmasına ilişkin kararın başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.


iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk


(1) Genel İlkeler


(a) Demokratik Toplumda Basın Özgürlüğünün Önemi


36. Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63; Hacı Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 38).


(b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması


37. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir {Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007).


38. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 77; Sırrı Süreyya Önder [GK], B.No: 2018/38143,3/10/2019, § 58; Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında adil bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 132; Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017,§ 59).


39. Derece mahkemeleri söz konusu dengelemeyi yaparken ve ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığını değerlendirirken belirli bir takdir yetkisine sahiptir. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 57).


40. Anılan denetim sırasında Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalenin gerekçesine odaklanır. Kamu makamlarının temel hak ve özgürlüklere -zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu- ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koymadan yaptıkları müdahalelerin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120).


(2) Cevap ve Düzeltme Hakkı ile İlgili Bazı Tespitler


41. Öncelikle cevap ve düzeltme hakkının bir yayında kendisinden bahsedilen herkese aynı yayın organını kullanarak kendi bakış açısını yansıtma imkânı veren anayasal bir hak olduğu gözönünde bulundurulmalıdır. Nitekim Anayasa’nın “Düzeltme ve cevap hakkı” kenar başlıklı 32. maddesinin birinci fıkrasında “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.” denilmiştir. Cevap ve düzeltme yolu, ceza hukukuna özgü bir nizasız (çekişmesiz) yargılama faaliyetidir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içinde ve duruşma yapmaksızın evrak üzerinde yapacağı inceleme sonunda karara bağlamak zorundadır. Sulh ceza hâkiminin talebin kabulüne dair kararının kesinleşmesi ve ilgili yayın organınca cevap ile düzeltme metninin yayımlanmaması hâlinde yayın organının sorumlu müdürü ve onun bağlı olduğu yetkili adli para cezası ile cezalandırılabilir. Cevap ve düzeltme yolu çekişmesiz bir yargı yolu olduğu için bu konuda verilen kararlar, basın yoluyla kişilik hakkının ihlali nedeniyle açılan diğer ceza veya hukuk davalarında da kesin bir hüküm teşkil etmemektedir (Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik [GK], B. No: 2013/6237, 2/7/2015, §§ 49-51).


(3) Cevap ve Düzeltme Hakkına İlişkin BİK Yolu


42. BİK'in 129 sayılı Genel Kurul kararıyla basın ahlak esasları belirlenmiştir. Buna göre süreli yayınları çıkaran kuruluşların gerçeğe aykırı verilen bilgiler dolayısıyla cevap ve düzeltme metinlerini usulüne uygun bir şekilde yayımlamadıkları takdirde BİK Yönetim Kurulu kararıyla resmi ilan ve reklamlarının kesilmesine karar verilebilir. 195 sayılı Kanun'a göre BİK tarafından verilen bu kararlara karşı asliye hukuk mahkemesine itiraz edilebilir. Mahkeme, en geç on beş gün içinde evrak üzerinden kararını verir ve bu karar kesindir. Bu kararların itirazına, yüksek dereceli asliye hukuk mahkemesi hakem sıfatıyla bakmaktadır (Anayasa Komisyonu Raporu, Danışma Meclisi/Anayasa Komisyonu, E. 1/463, K.434, 30/7/1982, madde 32).


43. 195 sayılı Kanun'da düzenlenen asliye hukuk mahkemesine itiraz yolu kanunla düzenlenmiş bir mecburi tahkim yoludur. Mecburi tahkimde, taraflar arasındaki uyuşmazlıkla ilgili önceden bir tahkim sözleşmesi öngörülmemesine rağmen uyuşmazlığın kanun gereği hakem tarafından çözümlenmesi öngörülmektedir. 195 sayılı Kanun uyarınca BİK'in verdiği kararlara karşı düzenlenen tahkim yolu yine bir nizasız (çekişmesiz) yargılama faaliyetidir.


(4) Reklam ve İlanların Kesilmesi Şeklindeki Müdahalenin Basın Özgürlüğü ile İlişkisi


44. Resmi ilan ve reklamların kapsamı 5/10/2016 tarihli ve 29848 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Resmi İlân ve Reklâmlar ile Bunları Yayınlayacak Süreli Yayınlar Yönetmeliği’nde (Yönetmelik) düzenlenmiştir. Yönetmelik'in 5. maddesine göre resmi ilan; kanun, tüzük veya yönetmelik gereği yayımlanması zorunlu olan ilanlar ve merkezi yönetim kapsamındaki idareler, mahalli idareler, sosyal güvenlik kurumlan, kamu iktisadi teşebbüsleri, kamu hukuku tüzel kişiliğini haiz teşekküller ile sermayesinin yarısından fazlası bu teşekküllere ait veya bunların yüzde elliden fazla sermaye payı olan iştiraklerinin reklam niteliği taşımayan ilanları olarak belirlenmiştir. Yönetmelik'in 6. maddesinde düzenlenen reklam ise satışı artırmak gibi ticari gayelerle ya da bir şeye veya bir fikre rağbet sağlamak gibi maddi ya da manevi bir menfaat temini veya tanıtım maksadıyla gazete ve dergilerde yazı, resim veya çizgilerle yapılan ilanlardır.


45. Anayasa'nın 29. maddesinde süreli yayınların çıkarılması, yayım şartları, mali kaynakları ve gazetecilik mesleği ile ilgili esasların kanunla düzenleneceği, kanunun haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, mali ve teknik şartlar koyamayacağı ve süreli yayınların devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin veya bunlara bağlı kurumların araç ve imkânlarından eşitlik esasına göre yararlanacağı belirtilmiştir.


46. BİK'e verilen resmi ilanlar ve reklamlarla ilgili olarak yetkilerin gazetelerin niteliğinin artırılması ve sırf resmi ilan alabilmek için gazete çıkarılmasının önlenmesi amacını taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla Anayasa'nın 29. maddesindeki düzenlemede; gazetelerin yayım yapmasını zorlaştıran ekonomik koşulların konulması da yasaklanmıştır. Bu bakımdan BİK'e verilen yetkilerle gazetelerin niteliklerini artırma amacıyla yayınlarda sürekliliği ve güvenilirliği hedefleyen ölçütler getirilmesi durumunun yayın kuruluşlarının düşünce ve kanaatlerini serbestçe yayımlaması özgürlüklerini engelleyici koşulları içermediği açıktır (AYM, E.2010/78, K.2011/177, 29/12/2011).


47. Bu sebeple mevcut başvuruya benzer başvurularda, Anayasa'nın 29. maddesindeki düzenleme de gözönünde bulundurularak BİK'e verilen resmi ilan ve reklamların kesilmesine ilişkin müdahale yetkisinin kullanımında dikkatli bir değerlendirme yapılmalıdır. Somut başvuruda olduğu gibi şikâyetçinin Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddiası karşısında başvuruya konu ulusal günlük gazetenin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik, § 54).


(5) BİK'in Resmi İlan ve Reklamların Kesilmesi Biçimindeki Müdahalelerinin Demokratik Toplum Gereklerine Uygunluğunun Denetiminde Gözetilmesi Gereken Hususlar


48. Anayasa Mahkemesinin rolü, başvuruya konu müdahalenin olguların kabul edilebilir bir değerlendirmesine dayanılarak yapıldığının ve keyfi olmadığının denetlenmesini kapsar. Dolayısıyla böyle bir denetim, derece mahkemelerinin ve kamu gücünü kullanan diğer organların müdahalenin zorunlu toplumsal ihtiyacı karşıladığını, dolayısıyla demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya koyması ile bağlantılıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Halil Bayık [GK], B. No: 2014/20002, 30/11/2017, §43).


49. Mevcut başvuruya benzer şikâyetlerde derece mahkemelerinin ve kamu gücünü kullanan diğer organların gerekçelerinin ilgili ve yeterli sayılabilmesi için kararlarda bulunması gereken ve benzer başvuruların koşullarına göre değişebilecek unsurlar şu şekilde sıralanabilir:


i. Bir haberden dolayı resmi ilan ve reklamların kesilmesi şeklindeki müdahalede, dayanak yapılan haberin -yayımlandığı bağlamdan kopartılmaksızın- olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir. Somut olayda başvurucunun ifade ve basın özgürlükleri ile Z.Ö.nün şeref ve itibarının korunması hakkı arasında bir çatışma meydana gelmiştir. Çatışan söz konusu haklar arasında dengeleme kriterleri Anayasa Mahkemesinin önceki içtihatlarında detaylı bir şekilde ortaya konmuştur (benzer değerlendirmeler için bkz Abuzer Demir ve Aslı Peksezer, B. No: 2016/73556, 23/10/2019, §§ 45,47; Kenan Kıran ve Ramazan Fatih Uğurlu, B. No: 2016/2884, 24/10/2019, § 48; Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit, § 61). Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için;


- Haber veya makalede yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği,


- Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile kişinin önceki davranışları, basının sıkı denetiminde olup olmadığı, katlanması gereken, kabul edilebilir eleştiri sınırlarının sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında daha geniş olup olmadığı,


- Haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları,


- Haber veya makalenin yayımlanma şartları,


- Yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, kamuoyu ile diğer kişilerin düşünce açıklamaları karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı,


- Kamuyu bilgilendirme değeri, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı,


- Haber veya makalede yer alan ifadelerin olgusal temele dayalı olup olmadığı, ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmediği,


- Başkalarının şöhret ve haklarının zarar görme ihtimalinin bulunduğu durumlarda başta meslek ahlakına saygı gösterme, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etme ödevi olmak üzere basın mensuplarının kendiliğinden uymaları gereken zorunlu sınırlara, ödev ve sorumluluklara uygun davranıp davranmadıkları,


- Haber veya makalede dile getirilen düşüncelere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığı,


- Haber veya makalenin hedef aldığı kişilerin hayatı üzerindeki etkileri kriterlerinin somut olaya uyduğu ölçüde uygulanması (benzer değerlendirmeler için bkz. Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2004, § 41; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73), BİK'in de bu dengeleme kriterlerine uygun bir değerlendirme yapması gerekmektedir.


ii. BİK şikâyet konusu olayı değerlendirirken "cevap ve düzeltme metninin yayımlanması" yönünde verilen bir kararı dayanak yapmışsa bu BİK'in ayrı bir değerlendirme yapmayacağı anlamına gelmemektedir. Cevap ve düzeltme hakkının kullanımına ilişkin sulh ceza hâkimliği yolu ile BİK süreci yukarıdaki paragraflarda (bkz. §§ 41-43) anlatıldığı üzere birbirinden farklı süreçler olup BİK bu karardaki gerekçeleri de gözönünde bulundurarak (i) maddesinde belirtilen şekilde bir değerlendirme yapmalıdır.


iii. Cevap ve düzeltme yayımlanmasına ilişkin kararların kesin hüküm teşkil etmediği her zaman gözönünde bulundurulmalıdır. Kaldı ki BİK sürecinde gerek kanun ve gerek kanunun gönderme yaptığı Genel Kurul kararı süreli yayınlarda etik ilkelere aykırı davranıldığım tespit etmek için daha önce bir mahkeme kararı olmasını öngörmediği gibi sulh ceza mahkemesince cevap ve düzeltme metninin yayımlanmasına ilişkin verilmiş bir kararın varlığı BİK'in otomatik olarak resmi ilan ve reklamların kesilmesi cezası vereceği anlamına gelmemektedir. Bu nedenle BİK değerlendirmesini yaparken bu hususu gözönünde bulundurmalıdır.


iv. Haberin kişilerin şeref ve itibarları üzerindeki ağırlığı ile BİK tarafından verilen ceza arasında orantılılık ilişkisi kurulmalıdır.


50. Böylece resmi ilan ve reklamların kesilmesi şeklindeki müdahalenin kanunlar ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarında ortaya konan kriterlere uygunluğunun denetimi daha etkili yapılabilecektir.

(6) Somut Olaya İlişkin Nihai Değerlendirmeler


51. Basın özgürlüğünün tesis edilmesinin koşullarından biri de kuşkusuz ekonomik imkânların bulunmasıdır. Zira basın özgürlüğü haberin içeriğinin yanında haberin veriliş biçimini de kapsar. Bilhassa süreli yayınlar açısından haberin verilmesi için ekonomik imkânlar büyük ölçüde resmi ilan ve reklamların yayımlanmasıyla sağlanmaktadır. Bu nedenle eldeki başvuruya benzer başvurularda BİK'in resmi ilan ve reklamların kesilmesi şeklindeki müdahale yetkisinin basının etik yönden niteliklerini artırmaya yönelik bir düzenleme olduğu, bir yaptırım aracı olarak öngörülmediği gözönüne alınmalıdır. Dolayısıyla BİK'in önüne gelen şikâyetlerle ilgili olarak yukarıda sayılan dengeleme kriterlerini (bkz. § 49) çok sıkı bir şekilde uygulaması ve anılan müdahale biçimini başvurulabilecek son çare olarak görmesi basın özgürlüğü açısından hayati önem taşımaktadır.


52. Somut olayda bir günlük resmi ilan ve reklam yayımlama hakkının elinden alınmasıyla nedeniyle başvurucu ekonomik bir kazançtan mahrum kalmıştır. Bu şekilde maddi bir yaptırıma maruz kalma endişesinin kişiler üzerinde kesintiye uğratıcı bir etkisi vardır ve sonunda kişinin bu etki altında ileride düşünce açıklamalarından veya basın faaliyetlerini yapmaktan imtina etme riski bulunmaktadır (Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 54; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, § 67). Bu sebeple basın özgürlüğünün yaşamsal önemi de dikkate alındığında kamu gücünü kullanan organların değerlendirmelerinde çok titiz davranmaları gerekmektedir.


53. Başvuruya konu haber ile ilgili Sulh Ceza Mahkemesince evrak üzerinden başvurucunun içeriğine müdahale edemeyeceği bir metnin yayımlanmasına karar verildiği ve bu karar öncesinde başvurucuya savunma ve delillerini sunma imkânı tanınmadığı, resen de herhangi bir araştırma yapılmadığı görülmektedir. Sonrasında BİK'in maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyen bu kararı dayanak alarak ilave hiçbir değerlendirme yapmaksızın otomatik olarak cezalandırma gerekçesi yaptığı, BİK kararma itirazı inceleyen derece mahkemesinin de bu kararla ilgili bir değerlendirmede bulunmaksızın itirazın reddine karar verdiği görülmektedir. Öte yandan başvurucunun cevap ve düzeltme metnini yayımlamadığı gerekçesiyle sorumlu müdür olan A.İ.K.nın yargılandığı davada beraat ettiğine ilişkin esaslı savunması da dikkate alınmamıştır. Bunun yanı sıra başvurucu tarafından bir cevap ve düzeltme metnine yer verildiği de not edilmelidir. Dolayısıyla cevap ve düzeltme metni yayımlamanın bir cezalandırma olmadığı, amacın bir ölçüde şikâyetçinin görüşlerinin gazete okuyucusu tarafından öğrenilmesini sağlamak olduğu ve somut olayda da bu amacın belli bir kapsamda karşılandığının gözetilmediği anlaşılmaktadır.


54. Sonuç olarak başvurucunun yayımlanan haber nedeniyle resmi ilan ve reklamların kesilmesi şeklinde bir kararla cezalandırılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulamamıştır.


55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.


3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden


56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:


“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...


(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir. ”


57. Başvurucu, ihlalin tespiti ile bir gün süreyle resmi ilan ve reklamların kesilmesi yönündeki kararın uygulanması hâlinde mahrum kalacağı 16.500 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur.


58. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018,) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, B. No: 2016/12506, 7/11/2019).


59. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (.Mehmet Doğan, §§ 55, 57).


60. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararma bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66-67).


61. İncelenen başvuruda başvurucu hakkında bir gün süreyle resmi ilan ve reklamların kesilmesine karar verilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.


62. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.


63. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu, başvuruya konu kararda resmi ilan ve reklamların bir gün süreyle kesilmesi durumunda mahrum kalacağı miktar kadar tazminat talebinde bulunmuş olmakla birlikte anılan miktarda mahrum kaldığına dair işbu karar tarihine kadar Anayasa Mahkemesine ilave herhangi bir bilgi ya da belge sunmamıştır. Bu nedenle tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.


64. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.


VI. HÜKÜM


Açıklanan gerekçelerle;


A. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,


B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,


C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/14, K.2016/7 sayılı hakem dosyası) GÖNDERİLMESİNE,


D. Tazminat talebinin REDDİNE,





KARAR


ENVER KAYA BAŞVURUSU


Başvuru Numarası: 2016/14445


Karar Tarihi: 21/3/2019


Başkan: Burhan ÜSTÜN


Üyeler: Serdar ÖZGÜLDÜR 


Serruh KALELİ 


Hasan Tahsin GÖKCAN 


Kadir ÖZKAYA 


Raportör: Fatma Gülbin ÖZCÜRE 


Başvurucu: Enver KAYA


Vekili: Av. Ceren YAKIŞIR


I. BAŞVURUNUN KONUSU


1. Başvuru, ulusal yayın yapan Sözcü gazetesinde çıkan haberlere karşı yapılan cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin mahkemece kabul edilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.


II. BAŞVURU SÜRECİ


2. Başvuru 9/8/2016 tarihinde yapılmıştır.


3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.


4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.


III. OLAY VE OLGULAR


5. Sözcü gazetesinin (gazete) 26/4/2016 tarihli nüshasında "N.K., ABD'nin İstanbul konsolosluğunu neden basmak istedi?" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Haberin başvuruyu ilgilendiren kısmı şöyledir:


"N.K.... Kaz Dağları'ndaki yaz kampından sonra İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni kazanmıştı. Tarih: 4 Kasım 1979. Humeyni'nin 'Büyük Şeytan' olarak nitelendirdiği ABD'nin Tahran Büyükelçiliği İranlı öğrenciler tarafından basıldı. 52 Amerikalıyı esir aldılar. Rehineler gözleri ve elleri bağlı şekilde Tahran sokaklarında gezdirildi ve bunun görüntüleri tüm dünyaya yayıldı. İran İslam Devrimi, dünyada olduğu gibi Türkiye'deki Müslüman gençliği de derinden etkiledi. ABD'nin rehin elçilik görevlilerini kurtarma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. 'İran yalnız değildir' mesajı vermek isteyenler dünyanın dört yanında eylem yaptı. N.K. da bir grup arkadaşıyla Beyoğlu'ndaki ABD İstanbul Başkonsolosluğu'nu işgal etmek istedi. KK'nın da olduğu Müslüman gençleri polis zor durdurdu... (galat-meşhur/ sayfa257)”


6. Haberde anlatılan olayda adı geçen N.K., başvurucunun sorumlu yazı işleri müdürü olduğu Sözcü gazetesine tekzip göndermiştir. Gönderdiği tekzip metninin gazete tarafından yayımlanmaması üzerine N.K. tekzip talebiyle Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunmuştur.


7. Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliği 17/5/2016 tarihli kararında "...Talebe konu haberin gerçekliğine ilişkin bir dayanak gösterilmediği, talep edenin kişilik haklarını ihlal eder nitelikte bulunduğu, yine talebe konu haberin güncel bir değerinin bulunmadığı" gerekçesiyle tekzip talebini kabul etmiştir.


8. Yayımlatılmasına karar verilen tekzip metni şu şekildedir:


"S.Y. Sözcü Gazetesi'ndeki köşesinde daha önce de aynı asılsız iddiayı ileri sürmüş, bu iddia tarafımızdan Ankara 57. Noterliği'nin 30/6/2014 tarih 25358 y. numaralı ihtarnamesi ile tekzip edilmiştir. Tekzip edilen asılsız iddia ısrarla yeniden ileri sürülmektedir.


Tekrar belirtmek isteriz ki söz konusu iddialar tamamen hayal ürünü, gerçek dışı ve apaçık iftiradır.


Müvekkilim Prof. Dr. N.K.'nın şahsını hedef alan iş bu maksatlı yazıda belirtilen iddialar, hayal mahsulü, kamuoyunu yanıltmaya ve yanlış yönlendirmeye neden olarak gerçek dışı iddialardır. Müvekkilim sözde şiddet yanlısı ve hukuka aykırı olarak hareket eden biri olarak takdim edilmektedir. Ancak müvekkilimin değerlerine ve inancına olan bağlılığı şiddet yanlısı olmasına izin vermediği gibi kendisi daima hukuka bağlı bir şekilde hareket etmiştir. Müvekkil hayatı boyunca şiddetten yana olmamış, aksine demokrasi, müzakere ve karşılıklı rıza esasına dayalı bir siyaset anlayışını savunmuş ve asla şiddetten yana olmamıştır.


Bu yazılar hem hukuka hem de gazetecilik etiğine aykırı olup, müvekkilin hem manevi haklarına hem de sosyal ve siyasi itibarına zarar vermektedir. Müvekkil hakkında somut bilgi ve delile dayanmayan bu haber gerçek dışı olduğu gibi suç teşkil etmektedir.


Bu nedenlerle Müvekkil Prof. Dr. N.K.'ya yapılan iş bu gerçek dışı ve maksatlı isnatları kabul etmediğimizi ve reddettiğimizi bildirir, kamuoyunun taktirlerine saygı ile sunarız."

9. Başvurucu, anılan karara karşı itirazda bulunmuş; Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliği verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 17/6/2016 tarihinde söz konusu itirazı reddetmiş ve buna ilişkin karar başvurucuya 13/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.


IV. İNCELEME VE GEREKÇE


10. Mahkemenin 21/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:


11. Başvurucu, tekzibe konu haberin Araştırmacı Gazeteci S.Y. ile yapılan bir röportajın içeriği olması sebebi ile haberde S.Y. tarafından edinilen bilgi ve belgelerden hareket edildiğini, ayrıca gerçek ve güncel bir olayın kamu yararı gözetilerek ve objektif olarak sunulduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, hukuka uygunluk sınırları içinde kalan bir haberle ilgili olarak gerekçesiz ve yetkisiz mahkeme tarafından verilen tekzip talebinin kabulü ve bu karara karşı yapılan itirazın reddi kararları nedeniyle ifade ve basın özgürlüğü; yeterli gerekçeye yer verilmemesi ve itirazının yetkisiz mahkeme tarafından karara bağlanması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.


12. Anayasa Mahkemesi, başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsif ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, tekzip talebinin kabulü ve bu karara karşı yapılan itirazın reddine dair kararların gerekçesiz olması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişse de söz konusu iddiaların basın ve ifade özgürlükleri bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.


13. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele, başvurucunun sorumlu yazı işleri müdürü olduğu gazetenin yaptığı söz konusu haberle ilgili mahkemece tekzip talebinin kabul edilmesinin ve tekzip metni yayımlatılmasının başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahale oluşturup oluşturmadığını belirlemektir.


14. Cevap ve düzeltme hakkı kullanımı, ilke olarak istediğini yayımlamak ya da yayımlamamak konusunda serbest olan basın organlarının cevap metni karşısında serbestliği bulunmaması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerine müdahale teşkil etmektedir (Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik [GK], B. No: 2013/6237, 2/7/2015, § 52).


15. Anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir. (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 38).


16. Başvurucunun ifade ve basın özgürlüğüne yönelik anılan mahkeme kararı ile gerçekleştirilen müdahalenin 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi gereğince kanuni dayanağının bulunduğunda ve başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olarak meşru bir amaç taşıdığında şüphe bulunmamaktadır (Vural Nasuhbeyoğlu, B. No: 2013/6146, 17/2/2016, § 38).


17. Son olarak müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığı değerlendirilmelidir.


18. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması, bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın (GK), B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).


19. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51). Orantılılık ise bireyin hakkı ile kamunun menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret etmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, §§ 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, §§ 59, 68).


20. Öte yandan devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Bir kişinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına müdahale eden veya gerçeğe aykırı olan bir yayının yapılması durumunda aleyhine yayın yapılan kimsenin bu yayına cevap verme ve düzeltmeyi isteme hakkı, devletin kişisel şeref ve itibara üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen saldırıları önlemek şeklindeki pozitif yükümlülüğü kapsamında başvurulabilecek yollardan bir tanesidir (Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik, §§ 41-48).


21. Bu bağlamda tekzip talebini kabul eden mahkeme kararında, kişilerin şeref ve itibara saygı hakkı ile başvurucunun sorumlu yazı işleri müdürü olduğu gazetenin basın ve ifade özgürlükleri arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun şekilde bir denge kurulup kurulmadığının tespit edilmesi gerekmektedir (Vural Nasuhbeyoğlu, § 37).


22. Cevap ve düzeltme hakkı kullanımında esas amaç şeref ve itibarın korunması olmakla beraber kişilere kendileri hakkında yapılan yayının muhatabı olmuş kitleye ulaşarak tartışmaya katılma imkânı da sağladığı gözetildiğinde söz konusu hakkın haber ve bilgilerin farklı kaynaklardan alınması ile haber ve bilgi çoğulculuğunu, dolayısıyla toplumun doğru bilgilendirilmesini sağlama fonksiyonları da bulunduğu kabul edilmektedir (Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik, § 54). Ayrıca cevap ve düzeltme talebinin mahkemece kabul edilmesi üzerine ilgili haberin basında yer alan içeriğinde değişiklik yapılmadığı, aksine basın ve yayın organlarına tekzibe konu haberlerini bir kez daha kamuoyuna duyurma fırsatı sağlandığı, böylece haberin asıl yayımlanma amacının kamunun gündeminde kalmasına yardımcı olunduğu da dikkate alınmalıdır (Vural Nasuhbeyoğlu, § 39).


23. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi kararlarında ortaya konulan kriterler (İlhan Cihaner, B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 66-73; Kadir Sağdıç (GK), B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; Nihat Özdemir, 2013/1997, 8/4/2015, §§ 54-61; Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 44-52) esas alınarak kamusal tartışmaya sağladığı katkı, toplum menfaati, kişilerin şeref ve itibarının korunma düzeyi ile basın organının ifade özgürlüğü arasındaki menfaatler dengesinin yerel mahkeme tarafından değerlendirilmesi sonucu tekzip talebi kabul edilerek cevap ve düzeltme yayımlanması kararında açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin takdirine müdahale etmesi söz konusu olmayacaktır (Vural Nasuhbeyoğlu, § 40).


24. Somut olayda başvurucunun sorumlu yazı işleri müdürü olduğu gazetede yayımlanan haberlerin başkasının kişilik haklarına yönelik ihlal oluşturduğu kabul edilerek cevap ve düzeltme metni yayımlanmasına karar verilmiştir. Tekzip talebinde bulunan taraf, tanınmış bir siyasetçi olup siyasetçilerin diğer insanlara nazaran kabul edilebilir eleştiri düzeyi daha yüksektir. Bu durum sebebi ile tekzip talebinin kabulü şeklindeki devlet müdahalesinin demokratik bir toplumda gerekliliğinin sorgulanması gerekebilir. Fakat haklarında şeref ve itibarlarını etkileyen iddialarda bulunulan şahısların bu iddialara karşı cevaplarını söz konusu yayının muhatabı olmuş kitleye ulaştırarak tartışmaya katılabilme imkânına sahip olmalarının cevap ve düzeltme hakkının amaçlarından biri olduğu da gözden kaçırılmamalıdır (Harun Reşit Çümen, 2014/19048, 21/6/2017, § 22).


25. Somut olayda tekzip metninde esas haberin konusu ile ilgili olmayan başka iddialara ya da ifadelere yer verilmediği, ayrıca tekzip metninin hakkın kötüye kullanımı anlamına gelecek şekilde ölçüsüz hazırlanmadığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda kişilerin şeref ve itibarının korunma düzeyi ve basın organının ifade özgürlüğü arasındaki menfaatler dengesinin de sağlandığı görülmektedir.


26. Yukarıdaki değerlendirmeler ve farklı çıkarları dengelerken yargı mercilerinin sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında derece mahkemelerince tarafların haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir ihlal olmadığı açık olduğundan başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.


27. Başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddiası kabul edilemez bulunduğundan adil yargılanma hakkına ilişkin diğer iddiaları yönünden değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.


V. HÜKÜM


Açıklanan gerekçelerle;


A. İfade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,


B. Yargılama giderinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 21/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.



RGT: 13.04.2017 
RG NO: 30037

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU: 9.6.2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanununun 14. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "...ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda..." ibaresinin, Anayasamın 2., 10., 13., 26., 28., 32., 38. ve 90. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.

OLAY: Sanıklar hakkında, düzeltme ve cevap yazısının 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen şartlara uyulmaksızın yayımlanması suçundan açılan kamu davasında, itiraz konusu kuralın Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

I- İPTALİ İSTENİLEN KANUN HÜKMÜ

Kanun'un, itiraz konusu kuralın da yer aldığı 14. maddesi şöyledir:

"Düzeltme ve cevap

Madde 14- Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.

Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez.

Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yayımlanır.

Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hakiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hakimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.

Sulh ceza hakiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir.

Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hakim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hakiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar.

Düzeltme ve cevap hakkına sahip olan kişinin ölmesi halinde bu hak, mirasçılardan biri tarafından kullanılabilir. Bu durumda, birinci fıkradaki iki aylık düzeltme ve cevap hakkı süresine bir ay ilave edilir."

II- İLK İNCELEME

1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ'in katılımlarıyla 12.10.2016 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

III- ESASIN İNCELENMESİ

2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Berrak YILMAZ tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü.

A- İtirazın Gerekçesi

3. Başvuru kararında özetle, cevap ve düzeltme metninin ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda yayımlanması zorunluluğunun, bu yayının yapıldığı sayfaya reklam alınması, gazete sayfalarının azaltılması ya da siyasi içerikli yazıların yer aldığı sayfa numaralarının ekonomi veya yaşamsal olaylar bölümüne özgülenmesi gibi editöryal olarak düzenlenmesinden kaynaklanan sebeplerin varlığı halinde uygulamada sorunlara yol açtığı, cevap ve düzeltme metninin ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunda yayımlanmamasının sanıkların iradeleri dışında gerçekleşen nedenlere bağlı olduğu, ayrıca sanıklar yönünden koşullar oluştuğunda kasıtlı olarak suç işledikleri şeklindeki kabulle sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin de cezalandırıldığı, bu nedenlerle kuralın, Anayasa'nın 2., 10., 13., 26., 28., 32., 38. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

B- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu

4. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesi yönünden de incelenmiştir.

5. İtiraz konusu kuralın da yer aldığı 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde, süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdürün hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorunda olduğu hüküm altına alınmıştır. İtiraz konusu kural "...ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda... " ibaresidir.

6. Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.

7. Anayasa'nın 17. maddesinde, "Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir." hükmüne yer verilmiştir. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklarındandır. Bireyin kişisel şeref ve itibarı da Anayasa'nın 17. maddesinde yer alan "manevi varlık" kapsamında yer almaktadır.

8. Anayasa'nın 28. maddesinin birinci fıkrasında, "Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz." denilmek suretiyle basın hürriyeti temel hak ve özgürlükler arasında sayılmış ve güvence altına alınmıştır. Maddenin dördüncü fıkrasında ise "Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır." hükmüne yer verilmek suretiyle bu hakkın mutlak olmadığı ve Anayasa'nın 26. ve 27. madde hükümlerine göre sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir.

9. Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında, "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir." hükmüne yer verilerek ifade özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Maddenin ikinci fıkrasında ise bu özgürlüğün sınırlandırılması sebepleri belirtilip bu hakkın mutlak olmadığı ve maddede belirtilen nedenlerle sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir. Buna göre ifade özgürlüğünün, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, başkalarının şöhret veya haklarının korunması amacıyla ve maddede belirtilen diğer nedenlerle sınırlandırılması mümkündür.

10. Anayasa'nın 32. maddesinde, "Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir. Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hakim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir." hükmü yer almaktadır. Maddenin gerekçesinde, "Kitle haberleşmesi faaliyetini yürüten organların, bu faaliyetlerinde serbest kalması esastır. Bu serbestiyi kısıtlayan unsurlardan biri de süreli yayınlarda, ?zorunlu yayım' denilen yayımlardır. Bunlar yayın organına dış çevreden gönderilen ve organca yayımı mecburi olan mütalaa yahut mülahazalardır. Böylece süreli yayının sınırlı hacmi doldurulmakta ve serbest yayına yer kalmamaktadır. İkinci olarak süreli haberleşme organının hizmet gereklerinden biri de kamuoyuna doğru haber ve bilgi sunmaktır. Nihayet süreli haberleşme organları faaliyetlerinde, kişilerin haysiyet ve şereflerine saygılı olmakla yükümlüdürler. Maddenin birinci fıkrasıyla bu üç gerek yerine getirilmekte; diğer bir deyimle düzeltme ve cevap hakkı sınırlanmakta, kişilerin haysiyet ve şerefleri de korunarak gerçeğe aykırı yayımlar düzeltilmekte veya cevaplanmaktadır. Kişilere tanınan bu hakkın kullanılış şartlarını kanun düzenleyecektir." denilmektedir.

11. Anayasa'nın 13. maddesinde, "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." denilmektedir.

12. Temel hak ve özgürlükler özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'da öngörülen sebeplerle ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dokunulamayacak "öz", her temel hak ve özgürlük açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir.

13. Temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın yapılan sınırlamalar yönünden ise bu sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bir başka deyişle, öze dokunan sınırlamalar, "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük" ilkelerine evleviyetle aykırı olacağından, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan sınırlamalar yönünden "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük" ilkeleri bakımından ayrıca inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

14. Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen müdahaleler yönünden gözetilmesi öngörülen "demokratik toplum düzeninin gerekleri" kavramı, öncelikle ilgili hak yönünden getirilen sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını gerektirmektedir. "Demokratik toplum düzeninin gerekleri"nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve ölçülü olmasını ifade etmektedir.

15. Anayasa'nın 13. maddesinde ifade edilen "ölçülülük ilkesi", temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda dikkate alınması gereken bir diğer ilkedir. Demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri, iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasında sıkı bir ilişki vardır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir.

16. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ve aralarında sıkı bir ilişki bulunan, "temel hak ve hürriyetlerin özü", "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük ilkesi" kavramları, bir bütünün parçaları olup, "demokratik bir hukuk devleti"nin özgürlükler rejiminde gözetilmesi gereken temel ölçütlerini oluşturmaktadır.

17. Demokratik toplum kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin en geniş şekilde güvence altına alındığı bir düzeni gerektirir. Demokrasilerde devlete düşen görev, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmek, bunların etkili şekilde kullanılmasını sağlayacak tedbirleri almaktır. Bu kapsamda devlet, özellikle temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıracak veya bunlara ölçüsüz müdahale teşkil edecek tutumlardan kaçınmalı ve başkalarından gelebilecek tehditlere karşı bireyleri korumalıdır. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce özgürlüğü ve özellikle düşünceyi açıklama özgürlüğü önemli bir yer alır. Düşünce özgürlüğünün en olağan yollarından biri de basındır. Belirli bir olay, konu ve durum hakkındaki düşünce ve kanaat genellikle basılmış eserlerle, yani gazete, dergi, kitap, broşür, bildiri veya el ilanı yolu ile açıklanır. Kişilerin düşüncelerini açıklamaları ve çeşitli konularda bilgi edinmeleri, düşünce ve görüşlerin yazılı ve görsel basın aracılığıyla başka kişilere, topluma ulaştırılabilmesine bağlıdır.

18. Demokratik toplumlarda basının en önemli görevi, kamu yararını ilgilendiren olay ve konularda haber ve bilgi vermek, açıklamalar yapmak, eleştiri ve değer yargıları sunmak suretiyle toplumu aydınlatmak, kamuoyu oluşturmak, böylece toplumun düşünce ve kanaatlere ulaşmasını sağlamak ve kamu gücünü elinde tutanların üzerinde de toplumun denetimine aracı olmaktır.

19. Bununla birlikte tüm hak ve özgürlükler gibi basın özgürlüğü de mutlak ve sınırsız değildir. Bu sınırlamalar arasında özel hukuk açısından önemli olan, kişilik hakkı yönünden getirilen sınırlamalardır. Basın özgürlüğü gibi kişilik hakkı da, bir temel hak olarak Anayasa'da birçok hükümle güvence altına alınmıştır. Esasen Anayasa'da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin birçoğu, kişilik hakkının kapsamına giren değerleri koruyan düzenlemeler içermektedir. Nitekim Anayasa'nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kişilerin şöhret veya haklarının korunması amacıyla sınırlanabileceği düzenlenmektedir. Mutlak ve sınırsız bir hak olmayan basın özgürlüğünün düzenlendiği Anayasa'nın 28. maddesinde de açık bir şekilde basın özgürlüğünün sınırlanmasında Anayasa'nın 26. maddesi hükmünün uygulanacağı ifade edilmiştir.

20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesinde de herkesin görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahip olduğu, bu hakkın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerdiği ifade edildikten sonra bu özgürlüklerin demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak "başkalarının şöhret ve haklarının korunması için" yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabileceği ifade edilmiştir.

21. İtiraz konusu kuralın yer aldığı maddede, süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını, sorumlu müdürün hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren Uç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorunda olduğu ifade edilmiştir. İtiraz konusu kuralla ise söz konusu düzeltme ve cevap yazısının, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda yayımlanmak zorunda olduğu belirtilmiştir.

22. Cevap ve düzeltme hakkı, kişilerin şeref ve itibarına hukuka aykırı olarak müdahale edilmesi halinde başvurulan ve bu müdahalelerin gecikmeksizin ortadan kaldırılması suretiyle kişilerin şeref ve itibarını korumayı amaçlayan bir yoldur. Bu hakkın amacı, basın özgürlüğü ile kişilik hakkı arasında gerekli hassas dengenin kurulmasını sağlamaktır. Bu hak kişilere haksız zarar veren, onlar hakkında gerçek dışı bilgiler yayan, şeref ve itibarlarını ihlal eden basın kuruluşlarının sahip olduğu yayımı kullanma imkanını, söz konusu yayımdan zarar gören kişilere vererek bu konulardaki cevabını yayımlamaya basın faaliyetinde bulunanları zorunlu tutmaktadır. Ancak bu hak, basın özgürlüğünün ve basın mensuplarının haber verme ve eleştiri haklarının özüne dokunmayacak ve aynı zamanda hak sahibinin çıkarlarını koruyacak şekilde kullanılmalıdır.

23. İtiraz konusu kuralın, düzeltme ve cevap hakkının yayımlanma şeklini belirlemek suretiyle basın özgürlüğüne müdahalede bulunduğu açıktır. Ancak basın özgürlüğüne yapılan müdahalede ile bu özgürlük tamamen ortadan kaldırılmadığı veya kullanılamaz hale getirilmediği için hakkın özüne dokunan bir müdahalede bulunulduğu söylenemez. Dolayısıyla kuralla ilgili olarak değerlendirilmesi ge