Bir rehavet var herkesin üzerinde. “Amaaan boşver” diye ellerini havaya fırlatanların sayısı, her geçen gün artıyor. “Bu kadarmış işte. Bu memleket böyle. Böyle gelmiş, böyle gider. Biz kendi işimize bakalım...” diyorlar.
Amacım içinizi karartmak değil. Ancak bizim mahallede eş-dost ve temas ettiğim insanlar, hep aynı cümleleri tekrarlıyor. Seçim sonrası muhalif mahallenin üzerine çöken “derin hüzün”, yerini kabulleniş hissine bırakmış durumda. Herkesin derdi, bir şekilde Türkiye gerçeğinden uzaklaşmak, kendini olan bitenden soyutlamak, görmemek, duymamak; ezcümle, ruhunu korumaya almak.
Uzun süredir rastlamadığımız bir “içe kapanma” evresine girmiş gibiyiz. Ekranlar çoktan kapandı, sosyal medya hesapları çürümeye bırakıldı. Haber okumak, bulaşık yıkamakla eşdeğer bir eziyet olarak görülüyor.
Siyaset konusunda ağızları bıçak açmıyor.
Çünkü kimsenin enerjisi kalmadı.
Herkes önüne bakmaya, kıyıda köşede kalmış işleri halletmeye, dışarıda kaotik bir dönüşüm süreci tüm hızıyla devam ederken kendine yaşanabilir bir hayat kurmaya odaklanmış durumda. Amaç, fırtınaya dayanıklı sakin bir koya park etmek. Kapıyı, bacayı iyice tıkayıp, içeride mutlu bir yaşam kurmak.
Haliyle yıllar önce rafa kalkan tadilat planları, o babadan kalma eski evi adam etme hayalleri, Foça’ya taşınma, Dikili’deki o araziye bir şeyler yapma, Assos’a yerleşme, iş kurma, şirketi tasfiye etme, Kanada’dan oturum alma, İtalya’da kızı okutma, tası tarağı toplayıp Bodrum’a göç etme hayalleri... Hepsi yeniden gündemde.
Bu aslında tanıdık bir refleks. 1980 darbesi sonrası da benzer bir içe kapanma ve ‘apolitizasyon’ dönemi yaşanmıştı Türkiye’de. Anne-babalarımız, siyaseti bırakıp, kendi hayatlarına, ailelerine, orta sınıf bir yaşam kurma gayretine girmişlerdi.
“Hayat tarzı” lafının Türkçeye 80’li yıllarda girmesi tesadüf değil. “Madem memleket değişmiyor, madem yapabileceğimiz bir şey yok, madem kafasını kaldıranı hapse atıyorlar, o zaman kendi hayatlarımıza dönelim” demişti o dönem toplum...
Ev alalım, çocuk yapalım, iş kuralım, zenginleşelim... Kısaca bundan sonra siyaset dışında her şeyi deneyelim diyen koskoca bir nesil yetişti.
İşte biz, aslında o neslin çocuklarıyız.
Ancak ne hazin ki Türkiye bizlere de benzer bir tecrübe yaşatma gayretinde.
Düşünsenize son yıllarda yaşadıklarımızı.Önce devletin cemaate teslimi, sonra gerisin geri cemaatin devletten temizlenmesi. Çoğulcu demokrasinin fikrinin yükseliş ve düşüşü. Darbe ve sonrasında yaşanan süreç. Otoriterleşme. OHAL. Milletvekilleri ve gazetecilerin tutuklanması. Batı’yla sancılı bir kopuş. İki arada bir derede demokrasinin yükseliş ve çöküşü. Şimdilerdeyse, canlı yayında rejimin değişikliğini izlemek...
Bütün bunlar bize yıllardır iktidar çevrelerinin lafını ettiği ‘Öz yurdunda garip’ hissetmenin ne olduğunu anlattı. Sadece bizlere değil, ona, buna, geniş halk kitlelerine anlattı. Toplumun her bir alt kümesine ‘Azınlıksın, azınlık kalacaksın’ dendi.
Rejim değişikliği, baraj kapakları açılmış gibi gümbür gümbür gerçekleşirken, şimdilerde bize verilen tek seçenek, akşam televizyonda haberleri izlemek ya da izlememek.
Oysa biz zaten o kirli ekranları çoktan kapattık. Kendi hayatlarımıza döndük.
İzlemiyoruz hiçbir şeyi.
Dedim ya, bu ülke bize 1980 sonrası anne-babamızın hayatlarını yeniden yaşattı. Yordu bizi.
Elbet bir gün devran değişecek, Türkiye toparlayacak. Demokrasi ve çoğulculuk yeniden moda olacak.
Ancak durun da o gün gelene kadar şuracıkta bir soluklanalım...
Sessizlik
Yazarın Son Yazıları
Yaklaşan facia
Yalancı bahar mı ikinci bahar mı?
Bu mu devlet aklı?
Lale Devri bitti!
Mutsuzluk beter umutsuzluk daha beter
Avrupa ile yakınlaşmak için
Trump, Brunson’la ilgili ne demiş?
Alis harikalar diyarında
Türkiye ile ABD arasında tarihin en büyük krizinde gerilim düşüyor. Henüz bir “el sıkışma” olmasa da, Brunson krizinin nasıl aşılacağı konusunda bir formül yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Formül, iki ülkenin de aylardır konuştuğu “Andrew Brunson-Hakan Atilla” takası. Brunson’ın ABD’ye gönderilmesi karşılığında Atilla bir süre sonra Türkiye’ye gelecek.
Brunson yaptırımları ve devam eden pazarlıklar
Brunson’la takas fikri kimden çıktı
Al Papaz’ı ver Halkbank’ı
Sessizlik
Bir demokrasi kendini nasıl savunur?
Batı’yla pazarlık
Osmanlı bu değildi
Yeni dönem ne olur?
Dünya karıştıkça biz geriliyoruz
Hüzün
Sonuçlara bir de böyle bakın
Kazanacağız
25 Haziran Türkiye’si
Emanetim sende saklı
İki seçim arası
MERKEL: Kendine gel! TRUMP: Dükkân benim
Oyun büyük
Ver Papaz’ı, Al Münbiç’i
Ben sana iktidar olamazsın demedim...
Sessiz çoğunluk
Burası Rusya değil kardeşim
Ne yapmalı?
Dip dalga ne gösteriyor?
Baskıda kaosa geçiş süreci
Dışarıda olan seçimi nasıl etkiler?
Attım bunu cebe
Bilinenler, bilinmeyenler
Piyesin son sahnesi
Diktatörlüğün sıradanlaşması
CHP’nin zor kararı
İki çift lafım var...