Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
27 Mayıs'ta Düş Kırıklıkları
Mayıs 1960’ta Paris’te UNESCO Genel Merkezi’nde Gazetecilik Eğitimi ve Araştırmaları Uzmanı olarak çalışıyordum.
Ondan bir buçuk yıl önce Akşam’ın Genel Yayın Müdürlüğü’nü bırakarak UNESCO’da göreve başlamıştım. Türkiye’deki darbeyi orada öğrendim. O günlerde yaz tatilini geçirmek üzere İstanbul’a geliyordum.
Hepimiz Demokrat Parti döneminin sona ermesine çok sevinmiştik. Demokrat Parti basında büyük bir düş kırıklığı yaratmıştı. 1950’de bir bayram havası içinde başlayan bu dönem ne yazık ki çok kısa sürmüştü. 1960’a gelirken gazeteciler yine büyük baskılar altında çalışıyorlardı. Bu baskılardan kurtuluş olanağı pek kalmamış gibiydi.
50’li yıllarda Türkiye’den çıkış için pasaport yetmiyor, bir de çıkış vizesi isteniyordu. 1960 Mayısı’nda Paris’e dönmeye hazırlanırken Beşinci Şube’den vize istedim. O işlere bakan memur beni tanıyordu. Pasaportumu aldı ve ertesi gün gelmemi söyledi. Ertesi gün gittim, memur “Sizin durumunuzu Ankara’ya sormak zorundayım, bir iki gün sonra gelin” dedi.
SINAVA ÇEKİLDİM
Birkaç gün sonra yeniden gittim, “Size maalesef vize veremiyoruz,” dedi. “Biraz bekleyeceksiniz. Ama burada arkadaşlarımızın da sizi yakından tanımalarını istiyoruz. Yarın bizimle genel konularda bir konuşma yapın, bizi aydınlatın” dedi.
Ertesi gün gittim. Emniyet Müdürlüğü’nün sivil polisleri toplanmış beni bekliyorlardı. Adeta sınava alınmıştım. Bu sınav ne sonuç verdi, bilemem…
İstanbul savcı yardımcılarından Kutbi Akkan yakın arkadaşımdı. Vize için yardımını istedim, o da bir şey yapamadı. Ankara’dan bir türlü yanıt gelmiyordu.
Benimle bu kadar uğraşmalarının sebebi neydi? Ben İstanbul Gazeteciler Sendikası’nın kurulması için uzun mücadeleler vermiştim. Sendikanın genel sekreteriydim. Yine o dönemde Türkiye Gazeteciler Konferansı’nı toplayarak iktidarın karşısına büyük bir direnişle dikilenler arasında başı çekiyordum. Her zaman onur duyduğum bir savaş veriyorduk. Bununla övünüyordum. Ama çok da düşman kazanmıştım. O düşmanlıklar her fırsatta karşıma dikiliyordu.
Kalkıp Ankara’ya gittim. Cumhuriyet yazarı Müşerref Hekimoğlu yakın arkadaşımdı. Ona durumu anlattım, “Olmaz öyle şey, hemen yarın bu işi hallederiz” dedi. Müşerref’in kız kardeşinin eşi Milli Birlik Komitesi üyesiydi. O araya girdi. Komite üyeleri bir yerlerden aldıkları talimatla bana vize verilmesine karşı çıkıyorlardı. İçlerinden biri, “Şu Paris işinden vazgeçin Hıfzı Bey, gelin burada birlikte çalışalım,” dedi.
İyi ama benim Paris’e gidip UNESCO’dan istifa etmem, oradaki evi kapatıp işlerimi düzene sokmam gerekiyordu. Buna da yanaşmadılar. Bunun üzerine UNESCO’da Genel Müdür Yardımcısı, Norveçli eski bakanlardan Tor Gjesdal’a bir mektup yazarak Türkiye’den çıkış vizesi alamadığımı bildirdim. Gjesdal, beni seven ve bazı misyonlara yanında götüren bir yöneticiydi. Kendisini Strasbourg’da doktora çalışmaları yaparken tanımıştım. Uluslararası çalışmalarımda bana her zaman yardımcı olmuştu. Mektubum onu çok telaşlandırmış olacak ki Birleşmiş Milletler’de daimi delege durumunda olan Selim Sarper’e bir yazı göndererek bana çıkış vizesi verilmemesinin olay yaratacağını bildirmiş. Selim Sarper de Dışişleri kanalıyla durumu Ankara’ya ileterek bu vize işinin kötü sonuçlar yaratacağını anlatmış.
Ankara’dan cevap gelmeyince sevgili dostum Saadettin Gökçepınar’ın Beykoz’daki çiftliğine yerleşmeyi düşündüm. Akşam’da göreve başladığım ilk gün Saadettin beni yanına alarak yüksek dereceli birçok yöneticiye tanıtmıştı. Yıllarca birlikte çalışmıştık. Çiftlikte bir su kaynağı vardı, onu işletecektik. Orada o dönemde ev bile yoktu. Ahır gibi bir yerde kalıyorduk. Bir gün Esentepe’ye geldim, yine çiftliğe dönecektim. Tam o sırada motosikletli bir polis memuru eve pasaportumu getirdi. Emniyet’ten vize çıkmıştı.
ABİDİN DİNO ANLATIYOR
Hemen ev halkına veda edip, arabayla yola çıktım. Niyetim en kısa zamanda Fransa’ya ulaşmaktı. Gece arabayı bir park yerine çekip birkaç saat kestiriyordum. Ama her defasında polisler başıma dikilerek park yerlerinde uyumanın yasak olduğunu belirtiyorlardı. Ben de ister istemez arabayı benzin istasyonlarına çekiyordum.
İki gün sonra güneyde Antibes kıyılarına vardım. Abidin Dino ve Avni Arbaş yaz tatillerini orada geçiriyorlar, Picasso’yla da dostluk ediyorlardı. Hatta Abidin birkaç ay Picasso’nun oradaki atölyesinde çalışmış, yazar ve sanatçı çevresiyle yakın ilişkiler kurmuştu. Yves Montand da Saint Paul de Vence’daki evini yaz tatili için Abidin’e bırakmıştı. Onları buldum, akşam bir bistroda başıma gelenleri anlattım, Abidin,
“Bak, ben de sana kendi pasaport maceramı anlatayım” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“İki yıl önce bana da bir türlü pasaport vermiyorlardı. Kalkıp İçişleri Bakanı Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu’na gittim. Bakan, ablamın eşi Suphi Nuri İleri’nin gençlik arkadaşıdır. Onun da siyasal dertleri olmuştu. Halimi anlayabilecek bir insandı. Beni ilgiyle dinledikten sonra ‘Hiç telaş etme, ben emniyet müdürüne söylerim, hemen vizeni alırsın’ dedi.
Ertesi gün çıkış vizesi için Emniyet Müdürü Kemal Aygün’ü gördüm. Bana ‘Boşuna uğraşmayın, size vize yok’ diye yanıt verdi.
Yeniden bakana çıktım. Çok üzüldü. Yine müdürü arayarak onu son kez uyardı. Bunun üzerine pasaportuma kavuştum. Dostlarla birlikte o akşam olayı ıslattık.
Biletimi aldım. Ertesi gün yakınlarım beni geçirmeye havaalanına geldiler. Kucaklaşıp vedalaştık. Uçağa bindim, uçak kalkmaya hazırlanıyordu. Az sonra iki polis uçağa girdi. Hosteslerle bir şeyler konuştuktan sonra başıma dikildiler, ‘Sizi indireceğiz, bir yanlışlık olmuş, siz yurtdışına çıkamazsınız’ dediler. Sonra da bütün yolcuların şaşkın bakışları içinde beni uçaktan indirdiler. Ne hale geldiğimi anlıyor musun? Beni geçirmeye gelen yakınlarım da henüz alandan ayrılmamışlardı.
Kös kös eve döndük. Yine bakanı aradım. Sonunda Emniyet’ten izin çıktı. Yeniden uçaktan yer ayırttım. Yine dostlarım beni geçirmeye gelmişti. Ama hepsi tekrar uçaktan indirilmem endişesiyle telaş içindeydi. Bu kez beni rahat bıraktılar. Bir kâbustan kurtulmuştum.
EN SONUNDA PARİS YOLU
Eşim Güzin de birkaç ay sonra bana, Paris’e ulaştı. Yani böyle şeylere alıştık. Bu koşullarda önümüzdeki yıllarda ne yazık ki İstanbul’a dönemeyeceğim.”
Gerçekten de Abidin yıllarca Paris’te Türkiye özlemiyle yaşadı.
O geceyi tatlı sohbetlerle Antibes’de geçirdim ve sabah büyük bir huzur içinde Paris’e yollandım.
Eşim Nezihe de tatil için İstanbul’a gelmişti. Paris’teki evde kimse yoktu. İstanbul’dan ayrılırken o telaşla evin anahtarını da almamışım. Gece yarısı ev sahibi madamın evine giderek yedek anahtarı aldım ve bu macera böyle sona erdi.
Ertesi gün UNESCO’da bütün arkadaşlar beni kutluyorlardı. Bunu UNESCO’nun yemekhanesinde sırılsıklam ıslattık.
Bu da 27 Mayıs döneminden buruk bir anı!
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Çiçekçiyi yumrukla öldürmüştü: İstenen ceza belli oldu
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti