Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Yetmiş sene önce Kore'de ne işimiz vardı?
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kore’de komünistlerin egemenliği vardı. Bir süre sonra Amerikalıların desteğiyle iç savaş başladı. Savaş, NATO adına yapılıyordu. Kısa zamanda Amerikalılar ağır bastı ve Güney Kore’de komünizmin sonu geldi.
Biz önceleri bu olaylara seyirciydik. Ama 1950 yılında Demokratlar işbaşına gelince Adnan Menderes, Amerika’ya yaranmak için her fırsatı değerlendirmeye başladı. Güneyde NATO kuvvetleri, komünistlerle çarpışıyordu. Tabii dizginler Amerikalıların elindeydi. Menderes hükümeti de NATO’ya katılma umuduyla Kore’ye asker gönderme kararı aldı. Türkiye’de Cumhuriyet kurulduğundan beri ilk kez yurtdışına asker gönderiyorduk.
Ben, o tarihlerde Ankara’da, Sarıkışla’da yedek subaylığımı yapıyordum. Kore’ye gönderilecek askerlerin başında
bizim Sarıkışla’daki birlik geliyordu. Bu haber, Sarıkışla’da büyük bir heyecan
yarattı. Askerlerin çoğu
cepheye gönderilmenin telaşı
içindeydi. Ama olan olmuştu
bir kere. Birkaç gün sonra bizim çocuklarla
kucaklaşıp vedalaştık. Artık onlar da cephede silaha sarılacaklardı.
Terhis günüm yaklaştığı için ben Kore’ye yollananlar
arasında değildim. Cepheye gitmekten kıl payı kurtuldum. Kısa sürede terhis edildim ve Akşam gazetesine
geri döndüm. Kore’ye giden
erlerden sürekli mektuplar alıyor, onları da Akşam’da yayımlamaya çalışıyordum. İşte o sıralarda Akşam’a yazdığım yazılardan
bazı örnekler:
KORE YOLUNDAN İLK MEKTUP
Sevgili ağabeyim,
Evvela sonsuz selamlarımı sunar ve her iki elinizden hasretle öperek ulu Tanrı’dan iyi olmanızı dilerim. Size şimdiye kadar mektup yazmak fırsatını bir türlü bulamamıştım. Önce yolculuğumuzun nasıl geçtiğini anlatayım.
Biz bildiğiniz gibi eylül ayı, salı günü, Kurban Bayramı’nın 4. günü İskenderun’dan yola çıktık. Yolculuğumuz çok rahat ve neşeli geçiyordu.
Kızıldeniz-Aden yolu ile bugün Seylan Adası’na geldik. Gemimiz
biraz sonra limana girecek. Bu mektubu herhalde şehirden postaya vereceğimi ümit ediyorum. Geçtiğimiz yerler o kadar güzel ve cana yakın ki yazı ile anlatımı güç
oluyor.
Gündüzleri sahilleri ya da engin deryaları seyrediyor ve yalnız
memleketi düşünüyoruz. Geceleri ise hepimiz radyo başına üşüşerek ajans
haberlerini dinlemekle vakit geçiriyoruz.
Vatanın her köşesi şimdiden gözümüzde tütmeye başladı.
Geçen günlerin tatlı anılarını düşündükçe heyecanlanıyoruz. Memlekette geçirdiğimiz zevkli günlerin değerini
şimdi daha iyi anlıyoruz.
Bizim birlikte iyi şarkı söyleyen arkadaşlarımız var. Boş zamanlarımızda hep beraber oturup
şarkılar söylüyoruz.
Bizi hiç merak etmeyin, hepimiz sıhhatteyiz. Vatandan ve
sevdiklerimizden uzak bulunmaktan başka hiçbir üzüntümüz yok.
Mektubumu burada keserken bütün arkadaşlarımın size candan
selamlarını sunar, ben de tekrar tekrar hasretle gözlerinizden ve ellerinizden öperim.
Bizimkileri görürseniz
selam ve hürmetlerimi söyleyin.
Onlara da inşallah ileride tafsilatlı mektup yazacağım.
Asker kardeşiniz Nazım
Çontuğ
KORE’DE ŞEHİT DÜŞEN SEDAT BORA’NIN EVİNDE
Bu da başka bir yazımdan parçalar:
Dün Kore’den
gelen haberlerde şehit düşen dört Türk askerinin adları da vardı.
Bunların arasında İstanbul Karagümrük’te oturan Başçavuş Sedat Bora’nın da adı
yer alıyordu.
Haberi okur okumaz Bora’nın Karabaş Mahallesi’ndeki evine
yollandım. İçeriden feryatlar ve hıçkırıklar yükseliyordu. Başçavuşun eşi Nezihe Bora, kocasının şehit
düştüğünü daha bir saat önce
haber almıştı. Kadıncağızın
ağzını bıçak açmıyordu.
Kendisini teselli edebilecek bir iki laf aradım, ne söyleyebilirdim ki. Odadaki sessizliği
Nezihe Bora bozarak şöyle konuştu:
“Zavallı Sedat, demek şehit oldun ha! Artık geri dönmeyeceksin.”
Kadıncağız
lafını tamamlayamadan hıçkırıklara boğuldu. O sırada odaya şehidin yetim kalan
üç çocuğunu
getirdiler. Biri 3, biri 5, biri 8 yaşındaydı. Hiçbirinin tek kelime söyleyecek gücü yoktu.
Kısa bir süre sonra Nezihe Bora, bana Sedat Bora’dan gelen şu
mektubu uzattı:
Sevgili karıcığım,
Evvela selam eder, hatırınızı sual eder, senin ve çocukların gözlerinden ve yanaklarından öperim.
Beni soracak olursanız hamdolsun sıhhatteyim. Sizden ayrı
düşmekten başka bir kederim yoktur.
Biz ayın 22’sinde Kore’nin Pusan Limanı’na indik. Burada iki gün
kaldıktan sonra trenle 100 kilometrelik bir yolculuk yaparak Taegu denilen bir
yere geldik. Burada kışladayız. Yarın ya da öbür gün Kore’nin
başkenti Seul’e doğru yola çıkacağız.
Burası çok soğuk. Yolculuk sırasında 22 gün deniz üzerinde
kaldık. Ekvator’un kızgın güneşi altında
yandıktan sonra Kuzey’e yol aldık.
Bana resim göndermeyi
unutma ve ayrıntılarıyla her şeyi yaz. Çocuklar beni arıyor mu? Benim
tarafımdan onları gözlerinden
öp. Senden tek isteğim bu.
Annemin, benim kusurlarımı affetmesini ve bana olan hakkını helal
etmesini istirham ederim.
Mektubuma burada nihayet verirken büyüklerin ellerinden,
küçüklerin gözlerinden öperim.
Sedat Bora
O dönemde basın ve gerçeği bilmeyen insanlar, Kore’deki
başarılarımızla övünüyorlardı.
Gazeteler kahramanlık hikâyeleriyle doluydu. Oysa Kore’ye gidenlerin aileleri
endişeler içindeydi. Ya
gidenler geri dönmezse...
Halkın moralini bozmamak için
bu endişeler basına hiç yansımıyordu.
Ateş düştüğü yeri yakıyordu. Kore’ye
asker gönderenler “Yeni bir tarih yazıyoruz” diye
kendilerine bu olaydan pay çıkarıyorlardı. Bir yanda iktidar ve yandaşları, öte yanda bu maceraların bedelini ödeyenler…
Yves Montand, bir zamanlar çok popüler olan bir şarkısında şöyle diyordu:
Cepheye giderken asker savaştan mareşallik asasıyla döneceğini
ümit eder.
Oysa dönüşte
sırt çantasında yalnız birkaç
parça kirli çamaşır vardır.
Bizde de saz şairleri, “Yemen’e gidene ağlıyor kızlar” diye haykırmamışlar mı?
Yine o günlerde Akşam’da şöyle bir yazı yazmıştım:
SARIKIŞLA’NIN KAPISI
Bir haftadan beri Sarıkışla’nın önü ana baba günü. Her gün oraya insanlar yığılıyor. Kimi kardeşini
arıyor, kimi oğlunu, kimi kocasını…
•
Hemşerim bizim Mustafa’yı gördün mü?
•
Kim senin Mustafa kardeşim?
•
Canım Çerkeş’ten Mustafa yok mu?
•
Vallahi, bilmem ki. Burada asker çok!
Başında yağlı bir kasket, ayağında potur, seyrek sakallı yaşlı
bir köylünün yanına yaklaşıp
soruyorum:
•
Oğlunu mu görmeye geldin?
Evet, ama bulamıyorum bir türlü. Öte yandan Kore’ye gidecek
erlerden biri gebe karısını teselli etmeye çalışıyor, “Her
harbe giden ölür mü sanırsın.
Gidip geleceğim elbette. Şimdi sıra bizde” diyordu.
Ağaçların altında küme küme insanlar.
Oturmuş dertleşiyorlardı:
“Anamı, babamı,
çocuklarımı sen teselli et.
Sakın üzülmesinler. Vatan vazifesi neyse onu yapacağım. Sonra da sağ salim döneceğim inşallah.”
Başka bir ere de hemşerisi orada kaç lira aylık alacaklarını
soruyor. Yanıt şu: “Parayı
ben ne yapacağım hemşerim?
Ben ticaret yapmaya gelmedim. Gözüm parada değil. Öl derlerse ölürüm, işte o kadar!”
Bir ara Etlik Caddesi üzerinden sesler geliyordu:
“Kore Harbi’ni yazıyor!
Kore’ye gidecek askerleri yazıyor!”
Başka bir çocuk
da şöyle bağırıyordu:
“Yeni çıkan
Kore Destanı beş kuruş!”
İşte
Kore Savaşı’ndan buruk anılar...
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması