Küresel çevre sorunları ve flamingolar - Prof. Dr. İlhami KİZİROĞLU
Olaylar Ve Görüşler
Son Köşe Yazıları

Küresel çevre sorunları ve flamingolar - Prof. Dr. İlhami KİZİROĞLU

18.07.2021 07:00
Güncellenme:
Takip Et:

Günümüzde yerkürede tüm canlıların yaşamını olumsuz yönde etkileyen en önemli çevre sorunu hava kirliliği ve iklimin değişmesidir. Bilindiği gibi sanayi devrimine geçiş süreciyle birlikte CO2 salınımı da artmaya başlamıştır. Eğer CO2 kontrollü ve ölçülü olarak salınır, doğal sirkülasyon bozulmazsa bu gaz bitki, özellikle ormanlık alan ve okyanuslar tarafından asimilasyonda kullanılır ve tüketilebilir. Okyanuslar, CO2 salınımının yüzde 23’ünü absorbe eder. Böylece küresel iklim değişimini azaltıcı rol oynar. Ancak atmosferden yoğun CO2’in alınımı ile okyanus asiditesi artar.

Böylece deniz suyunun pH değeri düştüğü için karbonat kimyası bozulur. Okyanus üst yüzey pH değeri son 30 yıl içinde, yaklaşık 0.1 birim azalmıştır. Bu durum sanayileşme öncesine göre asiditede yüzde 26 oranında bir artış demektir. CO2 salınımı şu andaki düzeyde gerçekleşmeyi sürdürürse BM (2019-2020) raporuna göre asidite içeriğinin yüz yıl sonuna kadar yüzde 100-150 oranında artması beklenecektir.

Bunun sonucunda hiç de arzu edilmeyen, denizel ekosistemlerdeki besin güvenliği tehdit altına girecek, balıkçılık ve akuvakültür yok olmakla karşı karşıya kalacaktır. Bu durum kıyı korunması ve turizmi de derinden etkileyecektir. Okyanuslardaki asidite artışı ile okyanusların CO2 alımı zayıflayacağı için küresel iklim değişimini azaltacak, önemli bir öğeden yararlanma olanağı da yok olacaktır.

DAKİKADA 14 HEKTAR YANIYOR

Sıcaklık artışını engelleyecek ikinci öğe olan orman ekosistemleri, yersiz ve anlamsız gerekçelerle tahrip ve yok edilmektedir. Oysa ormanlar sadece biyolojik çeşitliliğin kaynağı değil aynı zamanda havada bulunan CO2’in de kullanıcısıdır. Bu gazın olumsuz etkilerini atmosfer veya okyanuslarda birikmesini engelleyerek azaltmaktadır. Ancak doğanın akciğerleri olan ve karasal iklim kuşağındaki ormanlar başta olmak üzere, tropik orman ve Amazon ormanları yok edilmektedir.

Ülkemizde de olduğu gibi, küresel çapta, özellikle fosil yakıt, altın arama, madencilik ve diğer amaçlarla ormanların tahribi sürmektedir. Ayrıca Türkiye orman varlığının yüzde 56’sı (12.5 milyon hektar) yangına hassas bölgelerdedir. Özellikle kıyı kesimleri, haziran-ekim döneminde sürekli yangın tehdidi altındadır. Bu yangınların da yüzde 97-98’i insan eliyle çıkarılmaktadır. Türkiye ormanlarında 1937-2004 yılları arasında 1 milyon 561 bin 24 hektar ormanlık alan yanmıştır. Ortalama yıllık yanan orman alanı böylece 23 bin 299 hektarı bulmaktadır. Koruma altındaki milli parklarda, odun üretimine geçilmesi ise son derece sakıncalı ve yanlıştır.

Tropik ormanlar, dünya orman varlığının yüzde 15’ini oluşturuyordu. Bu ormanlarda maden ve fosil yakıt arama, hayvan otlatma, soya fasulyesi tarımı, palm yağı plantajları ve diğer monokültür tarımı yapılmaya başlandığından küresel tropik orman varlığı, yüzde 6-7 düzeyine inmiştir. Diğer ormanlık bölgelerde de durum farklı değildir. Son elli yılık dönemde, yılda 7.3 milyon hektar ormanlık alan yok edilmiştir.

BM 2020 yılı raporuna göre dünya ormanlık alanı 2000 yılında yüzde 31.9’dan, 2020 yılında yüzde 31.2’ye inmiştir. Bu da 100 milyon hektarlık orman alanı demektir. Hatta bu kayıp, 2010-2015 yılları arasında yıllık 12, 2015-2020 yılları arasında yıllık 10 milyon hektarı bulmuştur. Bu ise her dakikada yok olan 14 hektar ormana denktir.

BİR MİLYAR KİŞİYİ ETKİLEYECEK 

Ormanlık alanların kaybıyla CO2 salınımı artar, biyolojik çeşitlilik azalır, toprak bozulması ve erozyonu yükselir. İnsanoğlunun kontrolsüz ve filtre takmadan işlettiği çeşitli sanayi kollarından durmaksızın CO2 salındığından havadaki yoğunluğu sürekli artar. Kömür gibi yakıtlar, özellikle termik santrallar, tarım ve endüstriyel kaynaklı etkinlikler nedeniyle CO2 yoğunluğu 280 ppm’den, günümüzde 405.5 ppm sınırına dayanmıştır.

Örneğin sadece 2015-2017 arasındaki artış 400.1’den 405.5 ppm’ye kadardır. Bu artış iklim değişikliğini de çok hızlı ve olumsuz bir şekilde tetiklemiş ve yerküre yüzölçümünün yaklaşık yüzde 20’si 2000-2015 yılları arasında aktif çölleşme tehdidi altına girmiştir. Öyle ki şu anda karasal alanların yaklaşık 1/5’i çölleşme tehdidi ile karşı karşıyadır. Bu durum bir milyar nüfusu etkileyecek sonuçlar doğuracaktır (BM Raporu 2019, s. 18). Bunun önlenmesi için özellikle doğanın genetik kaynağını oluşturan ormanlık alanların korunması ve bu çok önemli ekosistemlerin sürdürülebilirliğinin sağlanması gerekir. Yoksa biyolojik çeşitlilik kaybı da çok süratli olacaktır.

Yerküredeki bitki ve hayvan populasyonunun izlendiği Kırmızı Liste (Rote Liste) endeksine göre son otuz yılda, çeşitli türlerin soyunun tükenme tehdidi altına girme oranı yüzde 10 artmıştır. Buna göre 31 bin türün soyu tükenme tehdidi altındadır. Bu endeks 1990’da 0.82’den 2015’te 0.75’e ve oradan da 2020’de 0.73’e azalma göstermiştir. Bu arada 1 değeri hiçbir türün soyunun tükenme tehdidi altında olmadığını gösterir, 0 ise o türün soyunun tükenmiş olduğunu ifade eder. Doğa tahribatı günümüzdeki düzeyde sürdürülürse bu endeks 2030’da 0.70’e inecektir. Bunda yanlış tarım, yanlış ormancılık (ormansızlaştırma), yanlış sanayi uygulamaları sonucu iklim değişimleri ve işgalci türlerin yaygınlaşması rol oynar.

ŞİMDİ SORMAK LAZIM

Örneğin Konya Ovası ve bölgedeki yanlış tarım uygulamaları yüzünden, zaten susuzluktan can çekişen Tuz Gölü’nde düzenli kuluçkaya yatmakta olan ve dünya nüfusunun 1/7’sinin ülkemizde olduğu flamingoların yavruları kırıma uğramış ve binlercesi ölmüştür. Buna da kuluçka bölgesini besleyen alana su taşıyan kanalların, bir setle kapatılarak su girişinin engellenmesi yol açmıştır. Şimdi sorma zamanıdır:

Bu sonuçların ortaya çıkma tehlikesinin olduğunu haykırarak belirten insanlar mı, yoksa bunlara kulak tıkayan kurum ve kuruluşlar mı suçludur? Kuruluşların büyük günahı olduğunu belirtmek isterim. Neden? Çünkü bölgedeki susuzluğa uygun ürün seçme zorunluluğu, uygulamada göz ardı edilmiş ve bununla ilgili önlemler alınmamış ve düzenli kontroller yapılmamıştır.

Yeraltı su kaynakları büyük bir umursamazlıkla heba edilmiş, binlerce artezyen vurularak zaten yağış ve su fakiri olan bölgede, susuz tarım teşvik edilmemiş ve zorunlu tutulmamış, bu yüzden yöre halkı gölü besleyen su kanallarını da kapatmıştır. Böylece flamingo yavrularının kitle halinde ölümüne yol açılmıştır. Ümit ederiz böyle bir sonuç son kez yaşanır ve tekrarlanmaz. Buna engel olmak ve soyu tükenme tehdidi altındaki türleri koruyabilmek için tarımsal faaliyetler, endüstri, ticaret ve diğer sektörlere bağlı olarak ortaya çıkan risklerin azaltılması veya ortadan kaldırılması gerekmektedir.

BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK AZALIYOR

Görüldüğü gibi günümüzde biyolojik çeşitlilik çok hızlı bir şekilde azalmaktadır. Dünya genelinde biyolojik çeşitlilik için önemli olan karasal alanlar, tatlı su ve dağlık bölge ekosistemlerindeki azalma 2000-2010 yılları arasında yüzde 10, 2010-2018 arasında ise yüzde 2-3’ü bulmuştur. Böyle giderse biyolojik çeşitlilik için çok önemli olan bu alanlardaki azalma oranının, 2030 yılına kadar yüzde 50 düzeyine ulaşması kaçınılmazdır (BM 2019-2020). Dünya iklimini korumaya yönelik amaç taşıyan 11 Aralık 1997 tarihindeki Kyoto İklim Değişimi Protokolü, 2005 yılında antlaşma olarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye Kyoto Protokolü’nü 2009 yılında imzalamıştır. 2011 Aralık ayında ise 191 ülke bu antlaşmaya taraf olmuştur.

Kyoto Protokolü, daha 2001 yılında, en fazla sera gazı ve CO2 üreten ABD’nin protestosuna yol açmıştır. Sonuçta küresel sera gazları ve CO2 salınımının büyük bir bölümünden sorumlu olan ABD, protokolü reddetmiştir. Kanada ise protokolü önce imzalamış ancak bir hafta sonra imzasını geri çekmiştir. İmzacı ülkeler, iklim değişikliğinin en önemli etken maddesi olan, adı geçen gazların miktarını 2008-2012 zorunlu indirim döneminde yüzde 5.2 azaltarak 1990 yılı düzeyine çekmeyi kabul etmişlerdir. 20 Nisan 2020’ye kadar ikinci Kyoto Protokülü’ne sadık kalan ülke sayısı 136’ya inmiştir. Bu ülkeler 2020 yılından sonraki sürecin nasıl işleyeceği ile ilgili olan Paris Antlaşması’nı da imzalamışlar, böylece sera gazları ve CO2 salınımını kontrol altına almayı taahhüt etmişlerdir.

Paris Antlaşması’nda yerküredeki sıcaklık artışının 2 hatta 1.5 oC ile sınırlandırılması hedeflenmiştir. 2015 yılındaki Paris Antlaşması’ndan sonra geçen 5 yıllık sürede, taraf olan ülkeler milli iklim ve CO2 salınımını indirgemek zorundadır. Ancak küresel sıcaklığın artışını önleyici olarak CO2 salınımının azaltılması konusunda verdikleri sözü hiçbir ülkenin tutmadığı görülmektedir. Bu yüzden de 1990 yılından bu yana, sera gazı salınımı yüzde 41 oranında artış kaydetmiştir ve artmayı da sürdürmektedir. Önümüzdeki on yıllık sürede de bir değişiklik olmazsa yerkürenin sıcaklığında, 1.5 oC’lik bir artış daha beklenecektir.

Bu üst üste sıcaklık artışları, dönüşü olmayacak felaketlere neden olacaktır. Çünkü fosil kaynak rezervlerini elinde bulunduran ABD, Rusya, Suudi Arabistan ve Avustralya, alınması düşünülen her türlü önlemi bloke etmeyi, göz göre göre sürdürmektedir. ABD, Kanada ve Avustralya, BM’nin iklim sözleşmesini imzalamamakla, dünya iklimini bozmayı sürdüreceklerini de kabul etmişlerdir.

YOK OLUŞ SÜRECİNE DOĞRU

Çevrenin bozulan ve bozulmayı sürdüren doğal taşıma kapasitesi, insanoğlunun bir çeşit yok oluş sürecine girdiğini bize gösteriyor. Avrupa Toprak Bürosu’nun verdiği bilgiye göre her gün bin kilometrakarelik tarım arazisi yok olmaktadır. Bunda yol yapımı, şehirlerdeki betonlaşma ve endüstriyel alanların genişletilmesinin rolü büyüktür. Ayrıca kullanılan yoğun kimyasallar toprak ve sulak alan mikroorganizma fauna ve florasını diğer bir ifadeyle mikrokozmosu, tamamen tahrip edip toprağı verimsizleştirmekte ve sulak sistemleri müsilaj gibi tehlikelerle karşı karşıya getirmektedir.

Ancak kendilerini yerkürenin en güçlüsü oldukları düşüncesine kaptıran bazı ülkeler, böyle giderse 2050 yılında dünyanın sonunun geleceğini neden görmek istemiyor? Örneğin dünya nüfusunun sadece 1/16’sını oluşturan ABD, dünyada üretilen enerjinin yüzde 50’sini tüketiyor. Gelişmekte olan ve fakir ülkeler de geri teknolojiler kullanarak çevreyi bozma sürecinde ABD’yi örnekleyecek olurlarsa bu süreç 2050’yi bile bulmadan tamamlanacaktır. Oysa hammadde ve yenilenemeyen kaynaklardaki azalma, tüm insanlığı ilgilendirmektedir.

Dünyadaki kontrolsüz nüfus artışına bağlı iyi beslenememe ve ortaya çıkan açlık sorunu, tüm geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin çözmesi gereken bir olgudur. Nüfus artışı ile doğrudan ilişkisi olan endüstriyel kirlenme ve çevre yıkımı, insanoğlunun öncelemesi gereken olaylar zinciridir. Tüm sektörlerde acımasızca kullanılan kimyasallardan (pestisit ve herbisitler gibi) kaynaklanan kirlenme, hava ve sulak alanları geri dönülemeyecek düzeyde olumsuz etkilemektedir. Dünya nüfusunun neredeyse yarıya yakın bir bölümü, temiz su kaynaklarına ulaşmada güçlük çekmekte ve bu yüzden ölümle sonuçlanan birçok hastalık ortaya çıkmaktadır. Adı geçen gazlardaki kontrolsüz artış, günümüzdeki gibi sürecek olursa dinozorların yok oluş sürecinin, tüm insanlık için de geçerli olacağının ve yedinci küresel yıkımdan hiçbir canlı varlığın kurtulamayacağının bilinmesi gerekir. Bunun için de son tarih 2050’li yıllardır.

ALINACAK ÖNLEMLER

Doğanın temiz enerji kaynakları, hızla devreye sokulmalı ve bu amaçla yeni gelişmelere yatırım yapılmalıdır. Bunları kısa, orta ve uzun vadeli planlamalarla gerçekleştirme yoluna gidilmelidir. Doğada tüm insanlığın gereksinimini karşılayacak miktarda temiz enerji bulunmaktadır. Yeter ki bunun elde edilmesi için yeni teknolojilere yatırım yapılmasını engelleyen karteller bu işten ellerini çeksinler ve bütünleşik bir dünya görüşü ile hareket etsinler. Bu bağlamda Avrupa’nın ikinci büyük solar enerji kapasitesine sahip olan ülkemizin güney bölgelerinde yoğun bir şekilde güneş enerjisinden yararlanılmalıdır. Almanya geçen yıllarda elektrik enerjisinin yüzde 20-22’sini solar enerjiden elde etme başarısını göstermiştir.

Bizim ülkemizde bu oran çok düşüktür. Yenilenebilir enerjideki en son gelişmiş teknoloji ve bu kaynakların sürdürülebilirliğinin sağlanması gerekir. Uygun dönemlerde üretilen enerjinin, depolanma yöntemleri geliştirilmelidir. Bunun için yapılacak yatırımlar, ilk planda yüksek gibi görünse de uzun vadede hammaddesi bedava olan bu kaynaklardan elde edilecek enerjinin kullanımı, çok düşük maliyetli olacaktır. Yeşil enerji teknolojilerinin geliştirilip yaygınlaşması ile insanlığın sonunun gelmesi de önlenecektir.

PROF. DR. İLHAMİ KİZİROĞLU

OSTİM TEKNİK ÜNİVERSİTESİ

Yazarın Son Yazıları

Çözüm mü, çözülme mi? - Ülgen Zeki Ok

Emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki kirli emellerinin önündeki en büyük engel olan Atatürk’ü Türk halkının yüreğinden söküp atmak, yani öldürebilmek için bir gri propaganda yöntemi uyguluyor.

Devamını Oku
06.12.2025
Tek Çin ilkesi - Wei Xiaodong

Türkiye’de Çin’in Tayvan bölgesi yaygın olarak bilinse de bu bölgeye ilişkin tarihi ve siyasi bilgiler genellikle sınırlı kalmaktadır.

Devamını Oku
05.12.2025
İktidarın eğitimdeki U dönüşleri - Nazım Mutlu

Siyasal yaşamının toplamı çeyrek yüzyılı bulan iktidar partisinin kısa tarihi, sayısız U dönüşleriyle doludur.

Devamını Oku
03.12.2025
Cumhuriyete sahip çıkma konuşması: Atatürk’ün ‘Bursa Nutku’ - Hamdi Yaver Aktan

Mustafa Kemal Paşa, 3 Şubat 1933 akşamı İzmir Kordon’daki köşkte akşam yemeği sırasında Bursa’daki olayı öğrenir.

Devamını Oku
03.12.2025
Demokraside seçilenler özgür olmalı - Hüseyin Mert

Demokrasi; çağdaş yaşamın, mutluluğun, ekonomik kalkınmanın ve her türlü gelişmenin önkoşulu, altyapısı ve temelidir.

Devamını Oku
03.12.2025
Tekke ve zaviyelerin kapatılması - Doç. Dr. Hüner Tuncer

Tekkeler ve zaviyeler, İslamdaki tarikatların dinsel tören, toplantı ve eğitim yerleridir.

Devamını Oku
02.12.2025
Suyun akışını sürdürmek - Dr. Anıl Yıldırım Poyraz

“Su ateşe galiptir ancak bir kaba girerse ateş onu kaynatıp yok eder.” - Mevlana

Devamını Oku
02.12.2025
21.yüzyılda Türkiye’de sosyal demokrasi - Halil Sarıgöz

Sosyal demokrat partilerin tarihsel serüvenine baktığımızda, parti programlarının yalnızca birer teknik metin değil; toplumun yönünü, siyasal aklın niteliğini ve iktidar imgelemini belirleyen kurucu belgeler olduğunu görürüz.

Devamını Oku
01.12.2025
Gıda güvenliği sistemimiz alarm veriyor - Adnan Serpen

Gıda yaşam için olmazsa olmazdır ancak kirlenirse hastalığa, hatta ölüme bile neden olabilmektedir.

Devamını Oku
01.12.2025
Buğra Gökce, Silivri'den Cumhuriyet'e yazdı

Otuz altıncı pazar...

Devamını Oku
29.11.2025
İhanetin adı barış olamaz… - Erol Ertuğrul

Güzel yurdumuzda 23 yıldır uygulanan politikalarla, üniter devlet yapımıza ve Cumhuriyetimizin kuruluş anlayışına uymayan görüşler seslerini yükseltmeye başladı.

Devamını Oku
29.11.2025
İddianame hukukla bağlı mı? - Doğan Erkan

İmamoğlu iddianamesi başından beri hukuk dili yerine tercih edilen siyasal retoriğiyle, delil boşluğuyla, rivayet anlatımlarıyla tartışılıyor.

Devamını Oku
28.11.2025
İmralı ziyareti ve TBMM - Hüseyin Özkahraman

Türkiye’de “Kürt meselesi”, etnik kimlik tartışmalarını aşan; devlet-toplum ilişkilerini, siyasal katılım biçimlerini, demokratikleşme dinamiklerini ve meşruiyet tartışmalarını doğrudan etkileyen çok katmanlı bir olgudur.

Devamını Oku
28.11.2025
Seçimin sakatlanması - Cihangir Dumanlı

Anayasamızın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir devlettir.

Devamını Oku
27.11.2025
Kurucu felsefeye dönüş - Mehmet Tomanbay

Son açıklanan TÜİK verileri enflasyon, işsizlik ve derinleşen yoksulluğun gittikçe büyüyen sorunlar olduğunu göstermektedir.

Devamını Oku
27.11.2025
Düzensiz dünya nereye gidiyor? - Nejat Eslen

Yeni bin yılın ilk yüzyılının ilk çeyreği yakında bitecek.

Devamını Oku
26.11.2025
İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

Devamını Oku
26.11.2025
Eğitim sürecinde öğretme ve öğrenme - Cihat Karaali

Geçmişte eğitimciler yalnızca öğretmen değillerdi.

Devamını Oku
26.11.2025
Radbruch formülü ve Türkiye bağlamı - Başar Yaltı

Daha önce bu sütunlarda yayımlanan “Adaletsizliği Görmek” (Cumhuriyet, 07.11.2025) başlıklı yazımızda; adalete giden yolun adaletsizliği görmekten geçtiğini, bir hukuk düzeninde karar veren konumundaki tüm görevliler ile hukuk normlarını uygulayan tüm yetkililerin adaletsizliği görmek, önlemek ve adaleti yerine getirmekle görevli olduklarını, adaletsizliği görme yetisine sahip olmayanların yargıç ve savcı yapılmaması gerektiğini belirtmiştik.

Devamını Oku
25.11.2025
Türkiye Araf’ta - Gani Işık

Şimdilerde Türkiye’ye bir hal oldu; Cumhur İttifakı, İmralı ile hemhal oldu.

Devamını Oku
25.11.2025
Öğretmenim, canım benim! - Duran Güldemir

24 Kasım Öğretmenler Günü’nün anlamını ve önemini anlatmak için söylenecek çok söz var elbette ancak Ceyhun Atuf Kansu’nun “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirinin bu dizeleri sanki bir başka söze gerek yoktur der gibi derin bir duygusallık içine sürüklemektedir bizi.

Devamını Oku
24.11.2025
Uçak kazasının düşündürdükleri... - Cumhur Utku

Geçen hafta Azerbaycan-Gürcistan sınırında düşen askeri uçağımızla ilgili bir tanımı düzeltelim

Devamını Oku
22.11.2025
‘Ot otlayanlar’dan bugüne - A. Celal Binzet

Günümüzün yakıcı sorunlarından birisi olan vergi, bozuk sistemin ana nedenlerinin başında geliyor.

Devamını Oku
21.11.2025
Bir döneğin anatomisi - Çiğdem Bayraktar Ör

Dün söylediğini bugün unutuyor; hayır, unutmuyor; “Dün söylediğini yutuyor”!

Devamını Oku
21.11.2025
Türkiye’de şap hastalığı neden hâlâ bitmiyor? - Gülay Ertürk

Türkiye’de hayvancılığın en büyük sorunlarından biri, aradan geçen yüzyıllara rağmen hâlâ kontrol altına alınamayan şap hastalığıdır.

Devamını Oku
21.11.2025
Dünya Çocuk Hakları Günü - Recep Nas

Çocuk Haklarına İlişkin Sözleşme, 20 Kasım 1989 günü Birleşmiş Milletler’ce kabul edilmiş, 2 Eylül 1990’da yürürlüğe girmiştir.

Devamını Oku
20.11.2025
CHP'nin iktidar kurultayı - Ziya Yergök

Türkiye’nin kurucu ve birinci partisi, iktidarın en güçlü adayı CHP, 28- 30 Kasım tarihlerinde 39. olağan kurultayını yapacak.

Devamını Oku
20.11.2025
Güvenlik kültürü üzerine - Gazi Zorer

Ülkemizin büyük kısmı aktif deprem kuşağında ve sıklıkla depremi yaşıyoruz ama esaslı bir deprem master planımız yok.

Devamını Oku
19.11.2025
Kemalizm karşıtlığının maskesi - Tunay Şendal

Türkiye, 10 Kasım’ın manevi ağırlığı altında, Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına yönelik tartışmaların bir kez daha alevlendiği bir kırılma anına tanık olmuştur.

Devamını Oku
19.11.2025
Gözden gönüle akan bir aydın - Mücteba Binici

Veteriner hekim Nihat Köse ile ilk karşılaşmamız, 1988 yılının ağustos ayında Samsun Sahra Sıhhıye Askeri Okulu’nda başladı.

Devamını Oku
19.11.2025
İhanet ve gerçekler - Doğu Silahçıoğlu

1914-1918 Birinci Paylaşım Savaşı’nda İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgaline uğrayan Anadolu; Mustafa Kemal önderliğinde başlatılan Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı döneminde, ardında yayılmacı sömürgecilerin ve Saray’ın durduğu ihanet dolu bir sürece sahne oldu.

Devamını Oku
18.11.2025
Kavramların sosyal yaşamdaki etkisi - İsmail Doğan

İnsanlık bir arada yaşamaya başladığı andan itibaren sosyalleşme doğal bir gereksinim olarak ortaya çıkmıştır.

Devamını Oku
18.11.2025
Masumiyet karinesi - Suna Türkoğlu

Hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından biri olan “masumiyet karinesi” veya “suçsuzluk karinesi”, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 38’inci maddesinin dördüncü fıkrasında, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” hükmü ile pozitif hukukta da yer almaktadır.

Devamını Oku
17.11.2025
Çalışma yasalarında değişim gerekli mi? - Dr. Engin Ünsal

Yasalar da canlılar gibi zamanla yaşlanır ve işlevini yapamaz duruma gelir.

Devamını Oku
17.11.2025
KKTC 42 yaşında! - İhsan Tayhani

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 15 Kasım 1983’te dünyaya gelenler, şimdi 42 yaşındalar ve onlar, anne ve babalarından farklı olarak özgürlüklerinin güvencesi olan bir Cumhuriyetin kucağına doğdular.

Devamını Oku
15.11.2025
Erken yaşta okur yetiştirmek - Prof. Dr. Sedat Sever

Edebiyat yapıtları, Montaigne’in belirlemesiyle, “Bizim kendimizin dışına, ötemize gitmemize” kılavuz olan estetik birer uyarandır.

Devamını Oku
13.11.2025
Sosyalizm ve cumhuriyet - Kaan Eroğuz

Neoliberal küreselleşmenin 40 yılı aşkın sürede yarattığı tahribat...

Devamını Oku
13.11.2025
Hukuk devleti mi, yargı devleti mi? - Av. Erol Türk

Hukuk devleti herkesin, devleti yönetenlerin de hukuka bağlı olduğu, hukukun üstünlüğünü ve temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan devlettir.

Devamını Oku
12.11.2025
Ankara Hukuk Fakültesi 100 yaşında - Av. Ahmet AKGÜL

5 Kasım 1925 tarihinde, ilk TBMM binasının toplantı salonunda yapılan törende Ankara’da leyli (yatılı) – nehari (gündüzlü) bir hukuk mektebi açılmıştı.

Devamını Oku
12.11.2025
Onlar daha çocuktu… - Şükrü KARAMAN

Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde merdiven altı parfümeri imalathanesinde meydana gelen patlamada üçü çocuk altı emekçi...

Devamını Oku
12.11.2025