Laiklik neden gereklidir?

Laiklik neden gereklidir?

12.03.2025 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

Laiklik, sürekli değişen zamanda, devletin ve toplumun, değişmeyen din kurallarıyla yönetilmesinin, toplumsal gelişmeyi ve barışı engellemesi sonunda ortaya çıktı.

Etnik köken, din ve mezhep bakımından paramparça olmuş Suriye’de Alevilerin katledildiği görüntüler, insan olan herkesi derinden yaralıyor.

Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok! Etnik kökene, dine ve mezhebe dayalı bölünmüşlükten kurtulabilmek için uluslaşmaya; dinin bağnazlığa, bağnazlığın barbarlığa dönüşmemesi için de laikliğe ihtiyaç vardır.

LAİKLİĞİN DOĞUŞU

“İslamiyet’ten önce Türk devletlerinde tam anlamıyla vicdan ve din özgürlüğü var olmuştur.” Türklerin milli dinlerinden başka birçok diğer dinler de Türkler arasında serbestçe yayılmış ve hanlar kendilerini, “dini lider” olarak görmemiş; hiçbir zaman “dini lider” sıfatını taşımamıştır. (Sadri Maksudi Arsal, Teokratik Devlet ve Laik Devlet, İstanbul, 2024, s.45)

Türkler Müslüman olduktan sonra da devlet başkanlarının uzun süre dini lider sıfatı yoktu. Öyle ki 1055’te İslam dünyasında egemenliği ele geçiren Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, halifenin dini yetkilerine dokunmazken siyasi yetkilerini kendi üzerine aldı. Böylece daha 11. yüzyılda, dinsel otorite ile siyasal otoriteyi birbirinden ayırarak adı konmamış bir “laikliğin” de temellerini atmış oldu.

Avrupa’da ancak 13. yüzyılda, bir Hıristiyan düşünürü Aziz Thomas, devletin insan aklına uygun olarak düzenlenmesi gerektiğini savundu.

Bir yüzyıl sonra, bu kez bir Müslüman bilim adamı İbn Haldun, devletin varoluşunu ve toplumların dönüşümünü Tanrısal iradeye değil, toplumsal-ekonomik nedenlere dayandırarak laik düşünceyi temellendirdi.

Avrupa’da gücünü Tanrı’dan alan “kutsal iktidar” anlayışının yerini, Rönesans, Reform, Aydınlanma Dönemi gibi süreçler sayesinde giderek gücünü toplumdan, hayattan, tarihsel birikimden alan, topluma karşı sorumlu olan ve halkın iradesiyle değişebilen “siyasal iktidar” anlayışı aldı. İşte bu süreçte Papa’nın Katolik mezhebi gücünü kaybetti. Protestanlık gibi yeni mezhepler ortaya çıktı. Dolayısıyla laiklik, her şeyden önce devlet ve toplum yapısında egemen dinsel otoritenin gücünü kaybetmesiyle ortaya çıktı. Bunun için aklın zincirlerinin kırılması, pozitif bilimlerin gelişmesi, düşünce ve vicdan hürriyetinin önem kazanması gerekti. Bu süreç hiç kolay olmadı. Avrupa’da bu uğurda çok kan döküldü.

DİN DEVLETİNİN KAYNAĞI

Hıristiyan Havarilerden Aziz Pavlus, şu sözleriyle din devletinin (teokratik devletin) gerekçesini ortaya koymuştu: “Herkes yüksek otorite sahiplerine itaat etmekle yükümlüdür. Çünkü her otoritenin kökeni ilahidir ve bütün mevcut otoriteleri Tanrı atamıştır. Onun için otoriteye boyun eğmeyen, Tanrı’nın koyduğu düzene karşı hareket etmiş olur.” Aziz Pavlus’un anlayışında, iktidarın kaynağı Tanrı’ya dayanır ve egemenlik ilahidir. Bunun doğal sonucu, din devletinin (teokratik devletin) ortaya çıkmasıdır.

Laiklik; her şeyden önce bir devletin siyasal örgütlenmesinde iktidarın/devlet gücünün kaynağının “ilahi” değil “beşeri” olmasıdır; yani egemenliğin Tanrı’ya değil, insana, insanın özgür iradesine dayanmasıdır.

LAİK DEVLET VE LAİK HUKUK

Devletin egemenlik anlayışını biçimlendiren hukuktur. Laik devlet, insan aklının ve toplumsal tecrübenin eseri “çağdaş hukuku” benimsemiş devlettir.

Çağdaş toplumlarda dinin hukuka kaynaklık etmesi kabul edilemez. Çünkü kutsal ve değişmeyen din kuralları, değişen toplumsal ihtiyaçları karşılamadığı gibi insanın binlerce yıllık toplumsal ilişkileri ve tarihi tecrübesiyle geliştirdiği kurallarla toplumsal hayatını düzenlememesi, insanın aklını kullanmaması anlamına gelecektir ki Kant’ın deyişiyle aydınlanmış (aklını kullanan) insanın bunu kabul etmesi olanaksızdır.

ULUSLAŞMA, İNSAN HAKLARI VE LAİKLİK

“Ulus” ve “ulusal egemenlik” kavramları tepeden tırnağa laik kavramlardır. Laik devlet düzeninde “ümmet” kavramının yerini “millet” kavramı, kul/tebaa kavramlarının yerini de insan/birey/vatandaş kavramları almıştır. Çağdaş devletlerin temel ilkesi durumundaki “insan hakları” da ancak laikdemokratik bir devlet düzeninde söz konusudur. Laik devlette, bireylerin ve yurttaşların düşünce ve vicdan özgürlüğü vardır. Teokratik (dine dayalı) bir devlet düzeninde, bu düzenin mantığı gereği, egemen dine dayanmayan düşünceler ve vicdani tutumlar özgür değildir. Bu konudaki görece özgürlüğün dinsel hukuktan kaynaklı bazı bedelleri vardır. Bu düzende gücünü Tanrı’dan aldığı düşünülen egemenin; sultanın/halifenin/şahın/kralın dokunamayacağı herhangi bir kişisel özgürlük alanı olmadığından, “insan hakları” kavramı da yoktur. Dinsel hukukun egemen olduğu devletlerde farklı inançtan olanlara hoşgörülü davranılması, çağdaş hukuktaki “insan haklarının” değil, “egemenin, dinin ve mezhebin yorumuna bağlı ihsanının” sonucudur. Bu nedenle laiklik ve insan hakları birbirini tamamlar; biri olmadıkça diğeri de olmaz. (Zeki Hafızoğulları, “Laiklik”, https://erdem.gov.tr/tam-metinpdf/726/tur) Bununla birlikte laik devletlerde de zaman zaman seçilmiş liderlerin -yasaları çiğneyerek- insan haklarına aykırı davrandıkları da görülmüştür.

Laiklik olmadan özgür düşünce, insan hakları olmayacağı gibi bunların paydaşı durumundaki demokrasi de olmaz. “Çünkü düşünce özgürlüğü, düşündüğünü söylemek, düşündüğünü savunmak ve düşüncesini yaşama geçirmek” ancak demokratik düzenlerde söz konusudur. (Ahmet Taner Kışlalı, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, İstanbul, 1995)

Durum böyle olunca din devletinde, egemen dinin ve mezhebin kabul ettiği “doğrular” dışında başka doğrulardan söz etmek veya bunlara göre hareket etmek olanaksızdır. Aksi halde dinsel egemenliği temsil edenler “öldürme” dahil her türlü yaptırımı uygulama yetkisini kendisinde görür. Böyle bir ortamda düşünce, din ve vicdan özgürlüğünden, dolayısıyla demokrasiden söz edilemez.

EŞİTLİK VE LAİKLİK

“Ulusal egemenliğin” doğal sonucu kanun önünde eşitliktir. Laik devletin anayasasında, yurttaşların, ırk, dil, din, siyasal düşünce, toplumsal ve kişisel şartlara bakılmaksızın kanun önünde eşit olduğu belirtilir. Laik devlette, devlet, eşit hukuka sahip yurttaşları arasında dinlerine göre, mezheplerine göre bir ayrım yapmaz.

Eşitlik derken kadın-erkek eşitliğini de unutmamak gerekir. Din devletinde kadın-erkek ilişkileri dinsel katı kurallarla belirlenmiştir. Kadın hakları sınırlandırılmıştır. Bu nedenle din devletinde kadınerkek eşitliğinden söz edilemez. Buna karşın laik devlette medeni ve siyasi haklara sahip kadın-erkek eşittir. Bununla birlikte laik devletler de bu eşitliği sağlamakta oldukça zorlanmıştır.

DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ

Laik devlette birey, düşünce, din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir. Laik devlette bireylerin özgür düşünmesi, bir dine inanması veya inanmaması, ibadet etmesi veya etmemesi, dini törenlerde bulunması veya bulunmaması kendi özgür iradelerine bağlıdır ve bu konudaki tutumları yurttaşlık haklarını “olumlu” veya “olumsuz” yönde etkilemez.

Din, insana özgüdür. İnsan dışındaki varlıkların dininden söz edilemez. Bu nedenle laik devlette devletin dini olmaz.

Dinler teolojik ve tarihsel olarak çatışma halindedir. Tarih boyunca din ve mezhep savaşları eksik olmamıştır. Bu nedenle din devletinde laiklik yaşamaz, yaşatılamaz. Ancak laik devlette, her dine, diğeriyle birlikte yaşama olanağı sağlandığından, dinler yaşamaya devam edebilir.

Bütün bunların yanında laiklik, bazılarının sandığı gibi sadece din ve vicdan özgürlüğünden ibaret de değildir. Ahmet Taner Kışlalı’nın dediği gibi sadece din ve vicdan özgürlüğünün olması, o devletin laik olduğu anlamına gelmez. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nda dinsel hoşgörü vardı ama laiklik yoktu. Laik devlet, hiç kimseye dinine, mezhebine göre ayrıcalık tanımayan devlettir. “Laik bir devlet, dini yadsıyan, dine karşı olan bir devlet değildir. Din adına insanlara baskı yapılmasına izin vermeyen bir devlettir.”

Laik devlet, din ve vicdan özgürlüğünü korumakla birlikte bu özgürlüğün, devletin laik ve demokratik yapısını değiştirecek biçimde kullanılmasına, yani devlet yapısının bir dinin egemenliğine girmesine, toplum üzerinde dinsel baskı kurulmasına asla izin vermez. Çünkü böyle bir durumda artık laik ve demokratik devletten söz edilemez.

DİN DEVLETİNİN SAKINCALARI

Laiklik, sürekli değişen zamanda, devletin ve toplumun, değişmeyen din kurallarıyla yönetilmesinin, toplumsal gelişmeyi ve barışı engellemesi sonunda ortaya çıktı.

Ahmet Taner Kışlalı’ya göre “Tarihsel evrim içinde laiklik, iki gereksinmenin ürünü olarak doğmuştur: Birinci gereksinme, değişen koşullara -kilise dogmalarından bağımsız- aklın ve bilimin ışığında çözümler arayabilme yolunun açık tutulmasıdır. İkinci gereksinme ise farklı inançlara sahip toplum kesimlerinin, barış içinde, bir arada yaşayabilmesidir.” (Kışlalı, 1995)

Din devleti, aklını kullanan, özgür düşünen insanın doğasına, değişen zamana, toplumsal gelişmeye ve çağdaş yaşama uygun değildir. Sadri Maksudi Arsal, “bir devletin teokratik (din devleti) olmasının sakıncalarını” şöyle sıralamıştır:

1. Devlet kurumu, kökeni ve amacı bakımından tamamıyla insani ve dünyevi bir kurumdur. Onun için devlet, dinlerin etkisinden ne kadar kurtulmuş olursa insani ve dünyevi görevlerini yerine getirmede o kadar özgür olur.

2. Teokrasiler (din devletleri) başka bir tehlikeyle de daima karşı karşıyadırlar: Milletler, hem dini hem dünyevi reisliği şahsında birleştiren hükümdarlardan -firavunlardan, halifelerden- Tanrı’dan korkar gibi korkarlar. Teokrasi yönetim biçimi tarihten alınan deneyimler sonucunda zararlı olduğu anlaşıldığından, çağdaş insanlık tarafından terk edilmiş bir egemenlik yöntemidir.

3. Teokrasi, vicdan ve din özgürlüğünü yadsımaya dayalı bir yönetim biçimidir. Tarih sayfaları, din uğruna yapılan zulüm ve haksızlıklar, şiddet ve cebir ile anlatılmaz işkencelerle doludur.

4. Teokrasinin en önemli sakıncası, en zararlı sonucu da milletleri çöküşe sürüklemesidir. Devlet yönetiminin dini reislerin elinde bulunduğu ülkelerde, yaşamın herhangi bir alanında başarılı olmak, hatta geçimini sağlayabilmek için dini reislerin “hüsnü teveccühünü” kazanmak gereklidir. Buna ulaşmanın en emin yolu ise dindar görünmektir. Bu gösteriş sonunda ülkede üretim güçleri zayıflar, ekonomik yaşamda durgunluk ortaya çıkar. Genel refah gittikçe azalır. Bunun sonucunda da yaşamdan keyif alma, ilerleme ve gelişme, atılımlara girişme yok olur. Böylelikle de yavaş yavaş milletin hem maddi hem manevi yaşamı söner. Onun için teokrasi ile yönetilen milletler ancak bundan kurtulma koşuluyla milli ve siyasi varlıklarını kurtarabilmişlerdir. (Arsal, 2024, s. 56-59)

***

İşte bu nedenle yüzyılın başında Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’de laik bir Cumhuriyet kurdu. Egemenliğin saraydan alınıp ulusa verilmesi, dinsel hukukun yerine çağdaş hukukun benimsenmesi, akılcı, bilimsel eğitim sisteminin kurulması, kadına medeni ve siyasi hakların verilmesi, çağdaş kurumların açılması, çağdaş değerlerin benimsenmesi, düşünce, din ve vicdan özgürlüğünün anayasal güvence altına alınması ve sonuçta ümmetin ulusa, kulun bireye, tebaanın yurttaşa dönüşmesi laik karakterli devrimlerle mümkün oldu.

Bugün Türkiye’de ulusal egemenliğin, ulusal birlik bütünlüğün, yurttaşların eşitliğinin, düşünce, din, vicdan ve kadın özgürlüklerinin, insan haklarının, barışın ve demokrasinin güvencesi laik Cumhuriyettir.

Yazarın Son Yazıları

Atatürk’ün ders kitabında ‘Demokrasi ve Kadın Hakları’

“Özetle kadın, seçmek ve seçilmek hakkını elde etmelidir...

Devamını Oku
03.12.2025
Millet Mektepleri

“Türk harflerinin bütün vatandaşlara kapılarının önünde ve işlerinin başında öğretilebilmesi için daha bu sene içinde Millet Mektepleri teşkilatı yapacağız.

Devamını Oku
26.11.2025
Vahdettin nasıl kaçtı?

“17 Kasım 1922 günlü resmi bir telgrafın ilk cümlesi şu idi: ‘Vahdettin Efendi bu gece saraydan kaçmıştır.’

Devamını Oku
19.11.2025
Türkiye'de Opera ve Vals

“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” (M. Kemal Atatürk)

Devamını Oku
05.11.2025
Cumhuriyetimiz

Dile kolay, ilan edildiğinde bazı İngiliz yetkililerin sadece iki yıl ömür biçtikleri Türkiye Cumhuriyeti 102 yaşında...

Devamını Oku
29.10.2025
Cumhuriyet’in şeker fabrikaları

“Meclis kürsüsünde bir de ‘üç beyaz’ parolası revaçtaydı...

Devamını Oku
22.10.2025
Nutuk 98 Yaşında: ‘İşte Bu Ahval ve Şerait İçinde…’

Atatürk Nutuk’u bir açılış ve kapanış döngüsüyle yapılandırır.

Devamını Oku
15.10.2025
Atatürk'e saygı duymayan teğmen: ‘Din Dilinin Türkçeleştirilmesi’

Mustafa Kemal Atatürk’e saygısı olmayanın onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Anayasasına da saygısı yoktur.

Devamını Oku
08.10.2025
Patrikhane ve Ruhban Okulu

Heybeliada Ruhban Okulu Fener Patrikhanesi’ne bağlıydı.

Devamını Oku
01.10.2025
Dil devrimini anlamak

“Gece meşguliyetimiz, bildiğin gibi dil dersleri… Gündüz de yalnız olarak aynı mesele üzerinde birkaç saat çalışıyorum.”

Devamını Oku
24.09.2025
Tek Partiden Çok Partiye: ‘Partili Cumhurbaşkanlığından Tarafsız Cumhurbaşkanlığına’

“Aramızdaki farkı bilelim. Biz, mutlakıyetten bugüne geldik. Siz ise bugünden mutlakiyete gidiyorsunuz.”

Devamını Oku
17.09.2025
Tarih Kürsüsü ve Suçluların Telaşı ‘CHP’nin Mallarına El Konulması’

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 102 yaşına girdi.

Devamını Oku
11.09.2025
ETHEM: “İsyan ve İhanet”

“Efendiler, askerî harekâtı çapulculuktan, devlet kurup yönetmeyi, şunun bunun mâsum çocuklarını fidye dilenmek için dağlara kaldırmak haydutluğundan ibaret zanneden, şarlatanlıklarıyla, yaygaralarıyla bütün bir Türk vatanını bezdiren...

Devamını Oku
03.09.2025
Büyük Zafer'in sırrı

Tam 103 yıl önce, 26 Ağustos 1922’de, Afyon Kocatepe’de, sabah saat 05.00’te, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın işaretiyle Türk tarihinin en önemli taarruzu Büyük Taarruz başladı.

Devamını Oku
27.08.2025
Aşiret-Tarikat Sorunu

Yeni açılım sürecinde etnik ayrılıkçı siyaset ve dinci, liberal ortakları, gerçeği çarpıtmaya devam ediyorlar.

Devamını Oku
20.08.2025
Saltanat Şurası’ndan Saray Komisyonu’na

1920 yılında Sevr Antlaşması’nı kabul etmek için kurulan “saltanat şurası”nın ve uygulamak için kurulan “barış komisyonu”nun amacı vatanı, milleti değil, sarayı, (sultanı) ve hükümeti kurtarmaktı.

Devamını Oku
13.08.2025
'Doğu Sorunu' devam ediyor! 'Kürt Sorunu mu Türk sorunu mu?'

İngiliz Müsteşarı Hohler, 27 Ağustos 1919’da Londra’ya gönderdiği bir yazıda şöyle diyordu...

Devamını Oku
06.08.2025
LOZAN: Onurlu Barış

Lozan Barış Antlaşması 102 yaşında…

Devamını Oku
23.07.2025
Hedefteki Cumhuriyet

Mustafa Kemal Atatürk’e göre “Türk milleti” kavramı, sadece bir ırkın, bir etnik kimliğin, bir dinin veya mezhebin değil, Türkiye Cumhuriyeti’ne “vatandaşlık bağı ile bağlı” eşit hukuka sahip tüm yurttaşların ortak-üst-ulusal kimliğinin adıdır.

Devamını Oku
16.07.2025
Atatürk’ün aşama stratejisi ve Türk Devrimi

Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta, 21 Nisan 1920 tarihinde yayınladığı, TBMM’nin 23 Nisan 1920 Cuma günü dinsel bir törenle açılacağını duyuran bildirinin, “O günün duygu ve anlayışına uyma zorunluluğundan kaynaklandığını” belirtmişti.

Devamını Oku
09.07.2025
Yaşasın laiklik

“Laiklik ilkesini savunmak için Atatürk gibi yürekli, Atatürk gibi inançlı olmak gerekir. İzinden gittiklerini söyleyenler gibi ürkek, kararsız ve inançsız değil” (Uğur Mumcu- Cumhuriyet 1 Mart 1987)

Devamını Oku
02.07.2025
Atatürk’ün dünya barışını koruma formülü

Kuzeyimizde Rusya-Ukrayna Savaşı devam ederken, güneyimizde İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları devam ediyordu ki, birden bire İsrail-İran Savaşı başladı.

Devamını Oku
25.06.2025
Sykes-Picot, Sevr, BOP ve Lozan

Şu gerçeği iyi görmek gerekir ki Sykes-Picot’tan Sevr’e, Sevr’den BOP’a, Türkiye’yi bölüp parçalamaya yönelik planların önündeki en güçlü kalkan Lozan Antlaşması’dır.

Devamını Oku
18.06.2025
Tek parti döneminde hac yasak mıydı?

1 Haziran 1927 tarihli ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk) imzalı bir Bakanlar Kurulu Kararnamesine göre “Hac mevsiminde Hicaz’a gönderilecek Hıfzıssıhha uzmanlarından Dr. Şerafeddin Bey’e siyasi pasaport verilmesi” kararlaştırılmıştı.

Devamını Oku
11.06.2025
Atatürk'ün Mirası Büyükdere Fidanlığı

Mustafa Kemal Atatürk’ün isteğiyle 1928 yılında İstanbul’da “Büyükdere Meyve Islah Enstitüsü” kuruldu...

Devamını Oku
04.06.2025
Lozan ve Kürtler

“Kürtler küçük lokmanın pek kolay yutulacağını vaktinden çok evvel anlamışlardır. Türk birliğinden ayrılmak zihniyetinde bulunanları Kürtler kendi milletlerinden addetmezler. Kürtlerin mukadderatı Türk’ün mukadderatıyla eştir. (…) TBMM Hükümeti dâhilinde Kürtlüğün ayrı bir unsur olarak telakkisini hiçbir zaman işitmek istemediğimizi arz ederiz.”

Devamını Oku
28.05.2025
1921 Anayasası ve Muhtariyet

“Vilayetler kendi başına bir devlet değildir. Amerika hükümeti müttehidesi gibi değildir. Her vilayetin haiz olduğu muhtariyet, mahalli işlere münhasırdır. O işler ki yalnız vilayeti alakadar eder. O işler o vilayetin işleridir.”

Devamını Oku
21.05.2025
Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerine saldırmak

Lozan Antlaşması’nın ve 1924 Anayasası’nın hedef alınması; tam bağımsız, üniter, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin hedef alınması demektir.

Devamını Oku
14.05.2025
CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’ye yönelik saldırılar

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’ye yönelik saldırılar

Devamını Oku
07.05.2025
Cumhuriyetin İlköğretim Devrimi

Cumhuriyetin İlköğretim Devrimi

Devamını Oku
30.04.2025
‘Ulusal egemenliğe dayanan yeni Türk devletinin kurulması’: TBMM’nin açılması

‘Ulusal egemenliğe dayanan yeni Türk devletinin kurulması’: TBMM’NİN AÇILMASI

Devamını Oku
23.04.2025
Atatürk yol göstermeye devam ediyor: ‘Hükümet, özgürlük ve demokrasi’

Atatürk yol göstermeye devam ediyor: ‘Hükümet, özgürlük ve demokrasi’

Devamını Oku
16.04.2025
Atatürkçü gençliğin yükselişi

Atatürkçü gençliğin yükselişi

Devamını Oku
02.04.2025
Atatürk’ün önderliğinde cumhuriyetçi direniş

ATATÜRK'ÜN ÖNDERLİĞİNDE CUMHURİYETÇİ DİRENİŞ

Devamını Oku
26.03.2025
Çanak Krizi ve ikinci Çanakkale Zaferi

Çanak Krizi ve ikinci Çanakkale Zaferi

Devamını Oku
19.03.2025
Laiklik neden gereklidir?

Laiklik neden gereklidir?

Devamını Oku
12.03.2025
Emperyalizmin 'kukla halife' projesi

Emperyalizmin 'kukla halife' projesi

Devamını Oku
05.03.2025
Kemalizm düşmanlığının asıl amacı

Kemalizm düşmanlığının asıl amacı

Devamını Oku
26.02.2025
ATATÜRK'ÜN KONUŞMASININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Atatürk’ün konuşmasının düşündürdükleri

Devamını Oku
19.02.2025
Şeyh Sait İsyanı

Şeyh Sait İsyanı

Devamını Oku
12.02.2025