Eşekle ilgili, herkes gibi benim de hafızamda ve dil haznemde insan- merkezci bir kültürel kirlenmenin sonucu olarak yerleşmiş haksız, acımasız ve insan olmaktan hicap duymaya yol açacak mahiyette ahlâksız bir dolu söz de var; sözde atasözü/deyim de var. Bir parçası olduğunuz insan türünün bozulmalarından isteseniz de istemeseniz de nasibinizi alıyorsunuz çünkü...
Eşek, 5000 yıl öncesinden başlayarak bizim yükümüzü sabırla ve sadakatle çeken bir hayvan. Ama aynı ağırlıkta insan yaşamı içerisinde en çok aşağılanmış da bir hayvan (“cinsel istismar” konusuna, midelerinizi kaldırmamak için hiç girmiyorum!). Ona yaklaşımımız, insanlığımızın yüz karasını, nankörlüğünü işaret eder. Daha üzücü olan, hemen hiçbir kültür, hiçbir uygarlık, hiçbir din, sanat, edebiyat (kısmi istisnalar hariç) bundan azade gibi görünmüyor.
En avamından en edebisine kadar açılan yelpazede böyle bu... Memleketin şu yaygın, rutin ve sıradan küfrü “Eşşoleşşek” mesela... Aslında bu sözün, muhatabı kılınan “insan”ı değil, böyle bir küfre “malzeme” edilen eşeği hakarete uğrattığını düşünmek gerekir!..
Ve işte bizde Ziya Paşa’ya atfen kullanılan “Eşeğe altın semer de vursan eşek yine eşektir” sözü. (“Bizde” diyorum, çünkü aynısı değilse de benzeri, başka kültürlerde de var; işte “Amerikan” sürümü: “A donkey is but a donkey though laden with gold”; yani, altın yüklü de olsa eşek eşektir.)
Ziya Paşa’nın sözü önceki gün Cumhurbaşkanı’nca muhalif cumhurbaşkanı adayını ima ile telaffuz edildi.
Dindar bir cumhurbaşkanı ağzından hakaretamiz mahiyette (elbette yine doğrudan insana yönelik, ama eşek alet edilerek) çıkan bu sözün ötesinde, eşeği daha itibarlı, hatta “kutsi” yere oturtan anlatılar (hikâyeler/kıssalar) da hiç yok değil... Bunlardan biri, eşek ile ilgili benim de aşina olduğum o “kirli” söylemi bile yıkamıştır. Doktora araştırmam sırasında tasavvufi bir sohbette dinlediğim, sonrasında başka dinsel geleneklerde de benzer karşılıkları olduğunu fark ettiğim “folklorik” bir dinî-İslami kıssa bu. Tabii anti-semitik bir vurgu var içeriğinde, ama onu sorunsallaştırmayı bir başka yazıya bırakarak aktaralım:
“İsrailoğulları Allah’ı görmek istemiştir ve peygamberleri Musa, Rabbe onların isteğini iletir. Allah geleceğini söyler. Yahudiler, zenginliği, lüksü, ihtişamı öne çıkaran hummalı bir hazırlığa koyulurlar. Buluşma günü gelir ve Musa kapıda hazır bekliyor, bir dolu zengin, itibarlı, yüksek statülü insanı içeri buyur ediyordur. Derken bir eşeğin üzerinde yoksul ve yaşlı bir Yahudi belirir kapıda. Musa onu durdurur ve sorar, ‘Nereye’ diye... Yaşlı adam, ‘Ya Musa, Allah’ı görmeye geldim, izin ver gireyim’ der. Musa, ‘Olmaz içeride bir dolu zengin ve önemli insan var; senin durumun münasip değil girmeye’ diye karşılık verir. Yaşlı adam ısrar etse de Musa kabul etmez ve adam üzgün şekilde ağlayarak ayrılır. Sonra beklerler ama Allah gelmez ve Musa’ya dönüp hışımla sorarlar, ‘Allah’ın nerede kaldı’ diye... Musa tekrar huzura çıkar, Allah’a niye gelmediğini sorar. Allah, ‘Ya Musa, edepten çıkma! Bilmez misin sözümü tutarım. Geldim, fakat sen girmeme izin vermedin’ der. Musa Peygamber, şaşkın, sorar ne zaman ve nasıl geldiğini... Allah, ‘Eşeğin sırtındaki yoksul- yaşlı adamın kalbinde oturuyordum. Onu geri çevirdiğin zaman beni de çevirdin’ der.”
Kıssanın hissesi çok da biri de eşek ile ilgili olsa gerektir! Evet, bir taraftan “Eşeğe altın semer de vursan eşek eşektir” anlayışı var; hatta daha beteri, “Mekke’ye de gitse eşek eşektir” diyen “dindarlar” var. Ama işte öbür tarafta da eşek, yoksulun, “Bir lokma bir hırka” diyenin, “tevekkeltü ale’llah” çekenin can yoldaşı bir hayvan!..
Dinsel söylemin alanından çıkalım: Eşek, eza ile, cefa ile, vefa ile binlerce yıl insanın yükünü omuzlamış, aşını bulmasına yardım etmiş, kahrını çekmiş, dolayısıyla baş tacı edilecek, alnından ve o güzel gözlerinden “tazim” ile (yüceltilerek) öpülecek hayvan.
Yani altın semer vursanız da vurmasanız da eşek muhteşem, özenilesi, örnek alınası bir hayvan.
Dolayısıyla saraylarda mum olmaktansa yoksula, fakir fukaraya eşek olmak bize şereftir!..
Eşeğe kurban olun!
Yazarın Son Yazıları
Kalacak bir türkü söyler gideriz
Kovboylar yetmez, kotu da yasaklayın!
Betona tapanların mabedi yapıldı
Bir insanlık ibadeti: Cumartesi Anneleri
‘Eşkıya’nın namusu Deniz’den soruldu!
Doların da Allah’ı var!
‘Üniversite pazarı’nın düşündürdükleri
Üniversite pazarı
Diyanet, sayende gidiyor din elden, dikkat et!
‘Topluma karşı devlet’ ve polisi
‘En doğru, en hakiki tarikat’ hangisi?
Bikinili Müslümanlık, tesettürlü münafıklık
Meşihat makamı
‘Adnan Hoca’ya da ne istediyse verdiler!
‘Cülus töreni’
Düzyatan Gazi’nin ABD seferi
Matbaa kapitalizmi ya da ‘Gutenberg Galaksisi’nin sonu
Şehit cenazesinde ‘protokol’ olur mu?
‘Yüzde yedi’yi kim yedi?
Bitmiş iktidarın uzun ölümü sürüyor
‘Yüzde yedi'yi kim yedi?
‘Antroposen’, ama umudu kesme Doğa’dan!
Uçtuğunu zanneden şeyh: Aziz Yıldırım
Kıyametin jeolojik adı: ‘Antroposen’
Başkanın değil babanın Ali’sisin Ali Koç!
Markalaşıp ‘makara’laşan tarikatlar
İmam-hatipten kaçanlar Galatasaray kuyruğunda
‘Allah ruhumu diğer bedene koymuş Hocam!’
Muharrem İnce’nin mevcut iktidar ağzı karşısında en büyük avantajı, yerli ve milli “mizah duyusu”na sahip olması. Sanki Erdoğan, hiç beklemediği bir “lügat”le karşı karşıya kalmış gibi geliyor bana. Öyle hissediyorum.
İnanç borsası nefslere açılırken…
‘Rabia gösterdikçe adalet görünmez oldu’
‘Afrin Türküsü’nde kim başrolde?
Eşeğe kurban olun!
Fenerbahçe ‘Türk takımı’ mı?
Hitler’i anıyoruz (!)
Eve dönüş yolunda...
‘Çocukluğun ilanı’dır 23 Nisan!
Geçmişimizdeki yarın: Köy Enstitüleri
ABD ‘simülasyon’a dönüşürken…
Dört duvar arasında havadır sudur kâğıt kokusu!