Ahmet İnsel

Üzerine suç atmanın dayanılmaz hafifliği

25 Ağustos 2018 Cumartesi

Kendi ifadesiyle “Silivri’de ikametinin dokuzuncu ayını” tamamlayan Osman Kavala, dört gün önce gazetemizde yayımlanan kısa mektubunda, endişeli olmadığını ama bu kadar zamandır adaletin yüzünü görmemenin yadırgatıcı olduğunu söylüyor. Kendini savunmak için iddianamenin hazırlanmasını dört duvar arasında beklerken ülkemizde ceza yargılamasının temel hak ve özgürlükleri sistemli biçimde ihlal eden vahim bir uygulamasına dikkat çekiyor.
Dikkat çektiği konu, soruşturma makamının bir kişiyi suçlarken sergilediği hafiflik ve sonuç olarak keyfilik. Osman Kavala’nın incelikle işaret ettiği gibi, yapılan işlemi tanımlayan sözcüklerin kendisi durumu ele veriyor: “Üzerine atılı suç!”
Günlük dilde bir kişinin üzerine suç atıldığı söylendiğinde genellikle bunu o kişiye çamur atıldığı, iftirada bulunduğu olarak anlarız. Çünkü suçu atan, atar ve bırakır. Artık üzerine suç atılan kişi kendini temize çıkarmak için uğraşmak zorundadır. “Üzerine atılı suç” tabiri ceza yargısı diline ne zaman girdi bilmiyorum. Bugün soruşturmadan sorumlu savcıların ve onların tutuklama taleplerini genellikle gözü kapalı onaylayan sulh ceza hâkimliklerinin yaptıklarını bu tabir güzel tarif ediyor.

***

Türkiye Cumhuriyeti, belki birçok yönetici samimiyetle arzu etmiş olmasına rağmen, hiçbir zaman demokratik hukuk devleti olmadı. Din ile devlet işlerinin birbirinden kesin olarak ayrılması anlamında hiçbir zaman laik olmadığı gibi. Ülkemizin demokratik hukuk devletine, adil yargılama ilkelerine yakınlaştığı dönemler oldu geçmişte. Ama kalıcı olamadılar. Bu ilkeleri kararlılıkla savunacak, yerleştirecek, kalıcılaştıracak güçlü ve yaygın bir toplumsal irade oluşmadı. Ülkelerin değil, anlık çıkar hesaplarının, güç dengelerini gözetmenin, kendisi için demokratlığın hep baskın olduğu bir toplumsal zihniyet için şaşırtıcı bir sonuç değil.
Anayasada yazan temel ilkeler geçmişte az veya çok hep ihlal edildi ama bugün bunun vardığı boyut bambaşka. 1980 darbesi sonrasında da son derece büyük hak ihlalleri yapıldı. O zaman darbeciler anayasayı da yürürlükten kaldırmışlardı. İktidarları resmen keyfiydi. Şimdi ise “üzerine suç atılmış” binlerce kişi aylarca, yıllarca yürürlükteki yasaları da çiğneyerek, kendilerine kesilen bir keyfi cezayı çekiyor.
Kimi muktedirin şahsi hıncının, öfkesinin bedelini, birkaç gazete yazısıyla, bir televizyon programıyla darbe düzenlemek gibi afaki suçlar üzerine atılarak, dört duvar arasında tutularak ödüyor.
Kimi, ülkenin bir bölümünde iktidarın kendine ayak bağı olduğu bir siyasi partinin tasfiye edilmesi, bu partiye verilen oylara iktidarın el koyması için üzerine atılan suçlar nedeniyle hapiste. Bu kadar çok milletvekilinin, belediye başkanının, parti yöneticisinin üzerlerine atılı siyasal suçlar nedeniyle tutuklu yargılandığı başka bir ülke yok.
Kimi iktidarın yıllardır koruduğu, kolladığı, işbirliği yaptığı bir dini cemaatle sadece temasta olduğu gerekçesiyle üzerine atılan darbe suçu nedeniyle tutuklu. Kimi uluslararası pazarlıklarda kullanılmak üzere hapiste rehin tutuluyor.
Kimi kendini kutsallık ve dokunulmazlık haresi içinde gören muktedire dil uzattığı için “içeride.” Cumhurbaşkanı’na hakaret suçunun bu kadar çok kişinin üzerine atıldığı başka bir ülke de yok günümüzde.
Keyfilik tek yönlü değil. İnsanların üzerine olur olmaz suç atmanın yanında, göz göre göre suç işlemiş korumalı kişilerin üzerine suç atmamak da bir o kadar yaygın. Çocuklara yönelik cinsel tacizler, yolsuzluklar hasıraltı ediliyor. Öldürülmesini talep ettiği insanların kanıyla duş yapma fantezilerini dile getirenlerin, alenen şiddet ve nefreti körükleyenlerin başı okşanıyor. Diğer tarafta üzerlerine atılmış olur olmaz suçlarla cezaevlerinde on binlerce kişi çile çekiyor.
Dil bilinci yansıtır. “Üzerine suç atma” tabiri ve bu tabiri doğrulayan yargı pratikleri, bugün Türkiye’de yürürlükte olan keyfi otoriter rejimi ifade ediyorlar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları