Merkel'in tahta çıkışının 1. haftası

25 Ekim 2015 Pazar

Bülent Ecevit’ten dinlemiştim.

Talat Aydemir’in darbe girişiminde tanklar Meclis kapısına dayanınca Ecevit de arabasında bir bakan arkadaşıyla Hava Kuvvetleri’ne doğru kaçıyormuş. Bakan, dehşet içinde etrafa bakınıyor ve hep aynı şeyi söylüyormuş:

“Abidevi binalar yapmak lazım... Devasa binalar yapmak lazım...”

Asayişin ancak devletin ağırlığını hissettiren büyük yapılarla hissettirilebileceğini, muhalefetin ancak böyle ezilebileceğini düşünüyormuş.

Stalin mimarisi, biraz da bu ruh halinin bir örneğidir.

Galiba Ankara’daki Kaçak Saray da öyle...

 

Saray değil opera

Saray’ın sakini Erdoğan, zihnindeki büyük devlet ölçütünü bir seferinde şöyle izah etmişti:

“Yabancılar Saray’ı görünce ‘Haaa burası büyük bir devlet’ diyorlar. Yoksa Ankara’da kaç tane gezdirebileceğimiz yer var?”

Ne ilginç:

Benzer bir soruyu 1934’te Atatürk sormuştu.

İran Şahı ziyaretine gelecekti, ama çorak başkentte konuğunu götürebileceği hiçbir yer yoktu.

Ama o, “Tepeye battal boy bir bina konduralım, Şehinşah’ın ağzı açık kalsın” demedi.

Bir opera besteletip sahneletti.

Bir medeniyetin, incili kaftan içinde değil, sanatın ve kültürün kostümü içinde büyük görüneceğini biliyordu çünkü...

Şah “Özsoy”u izledi ve “Haa, burası büyük bir devlet” dedi.

 

Hep bana Rabenna

“Bir lokma-bir hırka”yı yücelten bir manevi birikimden nasıl böyle bir şaşaa ihtirası, böyle bir şatafat şehveti çıktı; hayret...

Bu abidevi bina gösterileri, bu “Bir cami dikelim, şehrin her yanından görünsün” histerileri, bu her semtte pıtrak gibi boyveren 40 katlı yaşam kompleksleri, nasıl bir kompleksin eseridir?

“Devletin de insanın da büyüklüğü, almasından çok, vermesinden anlaşılır” olgunluğuna ermiş bir coğrafya, nasıl böyle “Hep bana Rabbena”cıların gösteriş alanı haline gelmiştir?

Cevap, bir Çin atasözünde gizli:

“Bir ülkede kısa boylular uzun gölgeler bırakıyorsa, güneş batıyor demektir.”

 

5 kat zengin

Merkel’i Ankara’ya getirtemeyen Erdoğan, Alman konuğuna, “Haa burası büyük devlet” dedirtmenin yolunu, onu Büyük Mabeyn Köşkü’ne buyur edip hilalli tahta oturtmakta buldu.

Almanya’da kişi başına milli gelir Türkiye’dekinin neredeyse 5 katı; yani Almanlar, Türklerden 5 kat daha zengin.

Tahtın onca yüksek olması bu farkı kapatmaya yeter mi?

Merkel’i hilal gölgesinde cüce gibi gösteren fotoğraflar, Türkiye’ye “Parası neyse verelim, sizi burada bir mülteci barınağına dönüştürelim” demeye geldiğini unutturabilir mi?

“Mültecilere bakarız, ama siz de bize vize verin” pazarlığı yapan bir ülkede saraya bakıp “Amma büyük devlet” denir mi?

 

Asıl büyüklük

Ne yazık ki bu işlerde, düşmüş aristokratlara özgü bir ters orantı işler:

İhtişam azaldıkça muhteşem görünme telaşı başlar.

Ahmet Hakan hatırlattı:

Osmanlı’nın yükseliş devrinin sarayı Topkapı mütevazıdır, çöküş döneminin sarayı Dolmabahçe ise janjanlı ve abartılı...

“Büyük devlet, ihtişamını tevazuunda kanıtlar.”

Çünkü asıl büyüklüğün, kişi başına düşen milli gelirde, yayımladığı akademik makalede, sanat-kültür yapıtlarının aldığı ödülde, yolsuzlukla mücadelede yattığını bilir.

Buralardaki ezikliğini, altın varaklı tahtlarla örtmeye çalışmaz.

“Beyaz Saray’dan büyük sarayım, boyumdan büyük tahtım var” diyen, olsa olsa bir çöküş döneminin habercisidir.

Çok gitmez.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları