Ukrayna krizinde ortaya çıkan trajikomik, hatta absürd durumlar acaba neyin semptomu?
ABD Dışişleri Bakanı Kerry, NBC televizyonuna konuşurken, “Gidip bir ülkeyi sahte gerekçelerle işgal edemezsiniz” demiş. Kazanın tencereye dibin kara demesine benziyor...
Ukrayna’da halk, bir hırsızlar sürüsüne karşı “yeter artık” diyerek sokaklara döküldü. Şimdi, hırsız oldukları için bir önceki seçimlerde halktan oy alamamışlardan oluşan “kerameti kendinden menkul” bir hükümet var; Ukrayna’nın en zengin oligarklarını, ekonomik açıdan önemli bölgelerin başına yönetici olarak atıyor.
Maidan “devrimcilerinden”, faşist “Sağ Sektör” lideri, başka zaman olsa beyaz ırka tehdit olarak göreceği Çeçen Müslüman isyancılardan Rusya’ya karşı yardım istiyor.
Pazar, kaynak sıkıntısı çeken Batı kapitalizmi, enerji bağımlısı Avrupa, Ukrayna’yı, Rusya’yı yaptırım uygulamakla tehdit ediyor. Aynı anda İngiliz hükümetinin ekonomik yaptırımlardan yana olmadığı basına sızıyor. Enerjisinin yüzde 60’ını, önemli ihracat pazarı Rusya’dan sağlayan Almanya, Spiegel’in yorumunda işaret ettiği gibi, “başlangıçta Kiev’de deli gibi koşturduktan sonra” (03/03) şimdi “aman krizi tırmandırmayalım” diyor. Die Welt’e göre “Putin bir despot diye başlayan bir indirgeme hatasına düşmemek gerekiyor” (03/03).
Kimi yorumcular, ekonomik-diplomatik yaptırımların Çin’e, Rusya ile stratejik ilişkilerini geliştirmek açısından yeni olanaklar da sağlayacağını düşünüyor. Çin “Batı, Soğuk Savaş mantalitesini bırakıp, Rusya’ya karşı değil onunla birlikte çalışmalıdır” diyor (Halkın Günlüğü, 03/03).
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Rusya veto hakkına sahip olduğundan bir karar alamaz durumda.
Batı’nın havada uçuşan soyut tehditlerine, afra tafrasına karşın ekonomik finansal bir krizin ortasında (III. dünya savaşını başlatma riski de cabası), Kırım için Rusya ile bir askeri çatışmayı göze alması çok uzak bir olasılık. Ama siyasi liderlerin hesap hatası yapma yeteneğini azımsamamak gerekir.
Kısacası Ukrayna’da belirsizlik egemen. Dünya sisteminin siyasi dengeleri dejenere olmaya devam ederken, tarih yine haritası olmayan sulara girdi. İşte Ukrayna’nın son yıllarda, özellikle mali krizin etkileriyle hızlanan karmaşıklaşan bu yeni durumu, Die Welt’in yorumunda işaret edildiği gibi (04/03) bir “machtpolitik”in (güç politikası) geri dönmesinin semptomu.
Bu semptom bize yerleşik ama gerileyen hegemonya sisteminin (ABD liderliğindeki Batı) dünyada gelişmeleri belirleme kapasitesini her gün biraz daha kaybetmekte, ABD’nin hegemonya blokunu bir arada tutma, müttefiklerini koruma kapasitesinin hızla zayıflamakta olduğunu gösteriyor.
Bu görüntünün, sistemin bütünü açısından önemli sonuçları üretmesi kaçınılmaz. Pazartesi yazımda Asya-Pasifik bölgesi bağlamında değinmiştim: Japonya, Kore gibi zengin, teknolojik düzeyi yüksek ülkelerin, ABD’ye olan güvenleri sarsıldıkça kendi “yollarına gitme”, ABD’den bağımsız davranma eğilimi güçleniyor.
Bu bağlamda, Ortadoğu’nun enerji zengini ülkeleri Çin’le ilişkilerini geliştirme, Çin de Ortadoğu’ya girme konusunda daha atılgan davranıyor.
Avrupa’da Almanya’nın II. Dünya Savaşı sonrası düzenin (ABD hegemonyasının) kısıtlamalarından kurtularak askeri ve diplomatik anlamda kendi nüfuz alanını, AB üzerindeki hegemonyasını güçlendirmeye, Rusya ve Çin’le ilişkilerini bu amaca bağlı olarak şekillendirmeye yönelmesi güçlü bir olasılık olarak öne çıkıyor. Sonuç parçalanma, kaygan, istikrarsız bölgesel ittifaklar, bloklaşmanın, hegemonya mücadelelerinin yoğunlaşması. 20. yüzyılın ilk yıllarında olduğu gibi...
Bundan sonra Ukrayna’da ve uluslararası dengelerde ortaya çıkacak gelişmeleri öngörmek çok zor. Peki, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun daha “Maidan”ın çöpleri temizlenmeden, Rusya’nın projesinin sınırları belli olmadan, kendini “fillerin tepiştiği çayıra” atmasının anlamı ne? Sakın bu telaş, “Erdoğan’ın Batı ile arası bozuk, nasılsa gidiyor, bari ben hizmet aşkıyla yandığımı göstererek biraz puan toplayayım” kaygısından kaynaklanıyor olmasın?
Diğer taraftan, Ukrayna Suriye değil! “Ukrayna emperyalizmin hedefi oldu” savına dayanarak taraf tutmak doğru olmaz! Burada büyük güçler karşı karşıya. Çıkacak bir çatışma, “haksız bir çatışma”, paylaşım savaşı olacak. En iyisi, Ukrayna’da yaşananlardan, “sistemin” özelliklerini teşhir etmek için yararlanmaya çalışalım.
Bir Semptom Olarak Ukrayna
Yazarın Son Yazıları
Türkiye, yıllardır siyasal İslam rejiminin “toplumsal ruh mühendisliği” projesinin baskısı altında yaşıyor.
Erkek fantezilerini meşrulaştıran faşist ve siyasal İslamcı ideolojilerle hesaplaşmadan algoritmaları suçlamak kolaydır ama asıl nedeni görünmez kılan politik bir kaçıştır.
Sağın bu birlik refleksi, ideolojik bir tutarlılıktan değil, son derece sade bir siyasal sezgiden besleniyor: İktidarı istiyorsan yan yana duracaksın.
ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne (UGS) bu kez emperyalizm ve faşizm kavramlarının ışığında bakacağım.
Önümüzdeki dönem dünya siyasetini yalnızca büyük güç rekabeti değil; milliyetçi, hatta uygarlıkçı reflekslerle donanmış yeni bir “teknolojik kapitalizm” biçiminin, faşist ideolojinin küresel ölçekte (öncelikle de UGS’nin, “göç dalgaları altında kimliğini kaybeden, gerileyen uygarlık” olarak tanımladığı Avrupa’ya), dayatılması belirleyecek.
Pazartesi günü, 2026’ya girerken ABD ekonomisinin çok kırılgan, küresel ekonominin resesyon eşiğinde olduğunu vurgulamıştım.
Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.
“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun.
The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi.
Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler...
Küresel Organize Suç Endeksi’nin 2025 raporu açıklandı. Türkiye 2020’de 6.9 puanla 12. sıradayken bugün 7.2 ile 10. sıraya yükselmiş. Küresel ortalama 5.08. Bu endeks, sadece mafyanın gücünü ya da kaçakçılık hatlarını ölçmüyor; devlet içi yapılardan finansal suçlara, yargı bağımsızlığından ekonomiye sızmış suç ağlarına kadar geniş bir tabloyu ortaya koyuyor.
Küresel ısınma üzerine “Taraflar Konferansı” (COP30) Brezilya’da toplandı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
Trump’ın başkanlığından hoşnut olmayanların oranı yüzde 60’ı geçti.
Busan’daki Trump-Şi zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın jeopolitik dengelerinde güç, liderlik gibi kavramların yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor. Zirvenin sonunda Trump’ın “12 üzerinden 10’luk bir görüşme” sözleri, Şi’nin ise “Dev gemiyi birlikte yönetiyoruz” vurgusu, ”yeni” bir durumu sergiliyor: Amerika artık “tek süper güç” değil.
Gözlerimizi gerçeğe açmamız gerekiyor.
Z kuşağının emeğin, doğanın, LGBTQ ve kadın haklarının değersizleştirilmesine, ırkçılığa gözetim kültürüne ve kurumsal otoriterliğe karşı zaman zaman isyana varan direnişi, yalnızca bir kuşak çatışması değil, sermayenin denetim kapasitesini sınırlayan tarihsel bir başkaldırı biçimi. Tam da bu nedenle, işletmelerinde kontrolü yitirme korkusu, teknoloji sermayesini giderek demokrasi düşmanı, hatta faşizan reflekslere sürüklüyor.
İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gazze’de savaşın yerini alan ateşkes, ilk bakışta bir nefes alma imkânı sundu.
Cuma günü, Aurelien adlı bir yazarın “The cult of can’t” başlıklı denemesine rastladım. Perşembe yazımı okumuş olanların ilgisini çekeceğini düşünerek özetliyorum.
Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı.
Bu kez şanslıyım, önümde iki fotoğraf var. Meclis’in açılışında ve akşamında verilen davet sırasında çekilmiş bu fotoğraflar bugünkü siyasi şekillenmenin, “sağını-solunu”, çok güzel betimliyorlar.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Bilimde bazen bir sıçrama yalnızca araştırmacıların dar çevresini değil, tüm insanlığın geleceğini etkiler. 2020’de DeepMind’in geliştirdiği AlphaFold sistemi böyle bir andı.
“YZ dünyayı yutuyor” artık abartılı bir iddia değil.
Tsiridis’in çalışmasının en güçlü yanı, somut tarihsel analizleri belgelerle destekleyerek sivil toplumun (çoğunlukla göz ardı edilen) rolünü vurgulaması.
Dünya siyaseti ve ekonomisi, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde birbirine benzeşen güç dinamikleriyle şekilleniyor.
Gazze’de yaşananlar, uluslararası medyada sıklıkla “çatışma”, giderek soykırım olarak tanımlansa da Prof. Jiang Xueqin olanların arkasında çok daha karanlık bir gerçeğin yattığını söylüyor.
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı.
Endonezya, yaygın protesto gösterileriyle sarsılıyor. Başkent Cakarta’dan ülkenin dört bir yanına yayılan bu olaylar, sadece yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı derin eşitsizliklerin, devlet şiddetinin bir ürünü. İsyanın temelinde rejimin tüm kilit kurumların, parlamento dahil, içini boşaltmasıyla, demokratik haklarını kaybetmekte olduklarını hisseden geniş kitlelerin tepkisi yatıyor.
“Küreselleşme” yerini parçalanmaya bırakıyor, bir yeni-jeopolitik şekilleniyor.
Trump, seçim kampanyası boyunca, diktatör olmak dahil tüm arzularını açıkça söyledi. Dahası, Heritage Foundation “Project 2025” başlığı altında 900 sayfalık bir faşist devlete geçiş programı yayımladı. Bu program, devlet bürokrasisindeki özellikle de güvenlik bürokrasisindeki, “kurumsalcıları” ve “anayasalcıları” tasfiye ederek yerlerine başkana sadık olanları atamayı planlıyordu.
Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires).
Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?
Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor.
Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.
ABD ekonomisinde, stagflasyon, “konut krizi” kaygıları artarken Trump, Ulusal Muhafızları, Washington DC sokaklarında konuşlandırdı...
Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”.
Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar...