Çiğdem Toker

Nasıl yaşayacağız?

14 Mart 2016 Pazartesi

Çok zor ve ağır bir haftaya giriyoruz.
Yüksekova’da devlet diliyle “temizlik” yapılacak. 20 bin asker polis ilçeye konuşlanmış. Sevk edilen zırhlı araçlar ve personel için kurban kestirilen ve iki ay süreceği duyurulan bu “temizlik”in, kaç masum sivilin ölümüyle sonuçlanacağını bilmiyoruz. Bildiğimiz, kuşatılmış medya ile ötekileştirici devlet dilinin toplumsal algıyı ve psikolojiyi tehlikeli ölçüde keskinleştirmiş olması.
Dün tanık olduğum ortamı paylaşacağım.
Salonun değişik noktalarından ıslıklama ve yuhalama seslerini duydum. Aynı anda ön taraflardan bozkurt işaretleri yapıldığını, “devlet katletmez” denildiğini, daha sonra öğrendim.
İstanbul Tabip Odası’nın Basında Sağlık Ödülleri töreninden söz ediyorum.
Internet haberciliği dalında ödül alan Dicle Haber Ajansı’na (DİHA) ödül verilirken yaşanan protesto, törenin olumlu, yumuşak havasını bir anda tersyüz etti.
DİHA, İstanbul Haber Şefi Zuhal Atlan ödülü alırken, çatışmalı sürecin başladığı temmuz ayından bu yana 30 kez sansüre uğradıklarını söyledi ve “Kürdistan’da devletin katlettiği insanları gösterdiğimiz için sansürleniyoruz” dedi.
Neredeyse tamamını hekimlerin doldurduğu salonda, bir anda ıslık ve yuh sesleri yükseldi. DİHA’nın haber şefi Atlan cümlesini tamamlamakta güçlük çekerek, sahneden alındı ve plaketini göğsüne bastırarak salondan koşar adım uzaklaşmak zorunda kaldı.
Ödül sevinci gibi özel bir duyguyu paylaşmak üzere toplanılan ortam; saniyeler içinde incitici, bir o kadar ürkütücü bir atmosfere dönüştü. Sadece meslektaşımız için değil, bu protestoya tanık olan ve o protestoya itiraz eden çok sayıdaki diğer hekimler açısından da.
Kimilerine göre, eğer ifade özgürlüğünden söz ediyorsak, nasıl bu konuşmayı yapma hakkı varsa, buna katılmayanların da protesto etme hakkı vardı. Ancak bundan daha önemli olan, havayı bir anda değiştirecek kadar derin tahammülsüzlük. Bu tahammülsüzlüğün işaret ettiği toplumsal psikoloji.
Ahmet Kaya’nın Kürtçe klip yapacağını söylediği için 1999 yılında Magazin Gazetecileri Derneği yemeğinde maruz kaldığı linçte kendisine tabak, çatal fırlatılmıştı.
İçinde Kürt geçen bir kelime nedeniyle -benim tanık olduğum- ikinci kitlesel linç girişimi ise 2011’de İstanbul 18. Caz Festivali’ndeki “Suyun Kadınları” konserindeki Aynur’un Kürtçe türkü söylemesi üzerine gerçekleşmişti. Özel bir proje olan bu konserde Kürtçe türkü söyleneceği haftalar öncesinden belliydi. Ama birkaç gün önce Diyarbakır’da askerlerin çatışmada şehit olması üzerine, uluslararası bir müzik etkinliğini izlemeye gelmiş insanlar “Şehitlerimizin kanı kurumadı. Kürtçe değil Türkçe söyle” demişti.
Bereket ki dünkü ödül töreninde DİHA şefi, üzerine pet şişe ve minder fırlatılan Aynur kadar talihsiz değildi.
Ama bunun sebebi gerçekten de protestonun şiddete dönüşmeden protesto düzeyinde kalmasının kontrol edilmesi mi, yoksa o anda ellerin altında pet şişe, minder ve çatal gibi malzemenin olmaması mıydı?
Bu sorunun yanıtından emin olamamak o kadar kötü ki?
Gerçekten nasıl yaşayacağız?

                                
Not: Bu yazı Ankara’yı hedef alan ve yine onlarca masum insanı hayattan koparan üçüncü terör saldırısından kısa bir süre önce tamamlandı. Hiçbir evlat geri gelmeyecek. Ama tıpkı ikincisi gibi dün akşamki saldırı da internetteki arkadaş ağlarında uyarılarla paylaşılacak kadar göstere göstere geldi. Suruç katliamından bu yana süregelen diğerleri gibi bu saldırı da birlikte yaşama iradesini hedefledi. Sorumlu makamlarda olanların, kınama demeçleri ve hamaset için harcadığı enerjinin bir kısmını, sırada olduğu tahmin edilen terör saldırılarını önlemek için kullanmasını bekliyoruz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları