Yarın 1 Mayıs!

30 Nisan 2014 Çarşamba

Yarın, toplumun gerçek “mağdurları” eşitlik, özgürlük, dayanışma arzularını dile getirmek, tarihte bu arzular uğruna verilen mücadeleleri, yapılan fedakârlıkları, çekilen acıları anmak için Taksim Meydanı’nda toplanmayı planlıyorlar. Başbakan da buna izin vermeyeceğini açıklamış bulunuyor.
Geçen yıl, 1 Mayıs’ta, polis adeta tüm İstanbul’u işgal etmişti. Bu yıl da yalnızca Taksim Meydanı’nı korumak için 50 TOMA’nın, binlerce polisin seferber edileceğinden söz ediliyor.
Geçen yıl hükümetin, Taksim’i kapatmak için, inandırıcı olmasa bile, bir gerekçesi vardı. Bu yıl, bir gerekçe yok, yalnızca bir buyruk var! Başbakan “yasak”, “Taksim’i unutun” diyor; meydanı salt 1 Mayıs için değil tüm zamanlar için yasaklıyor. Artık yasak koymak, güvenlik güçlerini harekete geçirmek için yasal dayanak gerekmiyor.
Bugün gelinen noktada, siyasal İslamın geleneksel yüzde 25-28 aralığındaki oy oranını yüzde 30’ların üzerine çıkararak iktidar olmasında, “oy aldım istediğimi yaparım” havasına girmesinde, bunun için gereken yasal dönüşümleri gerçekleştirmesinde, benim en başından beri, “yararlı salaklar” olarak saptadığım bir tür entelijensiyanın desteği, meşrulaştırıcı söylemleri birinci derecede rol oynadı. “A Takımı’na”; İşbirlikçi sola, AKP’nin artık gereksinimi kalmadı, ama biz onların, özgürlük ve demokrasi mücadelesi karşısında aldıkları tavrı unutmadık.

Değişti, ılımlı, demokrat, şeffaf
Anımsamaya şuradan başlayabiliriz. Eğer 28 Şubat, siyaset ortamını liberallerle siyasal İslamın arasındaki ittifak için hazırlamasaydı, bir mağdurluk, “dün bu ülkede Müslümanlar baskı altındaydı” fantezisini hediye etmiş olmasaydı, bugün buraya gelemezdik.
O sırada, Avrupa ve Batı, kendine “ılımlı”, bölge halklarını Batı adına yönetecek bir İslam arayışı içindeydi. Siyasal İslamın on yıllardır iktidar koridorlarının hem içinde hem dışında yaşamanın okulundan geçmiş entelijensiyası (liderliği ve hareketin omurgası) Batı’nın, liberalizmin ılımlı “İslam” arayışının yumuşak karnını hemen, çok doğru bir biçimde gördüler. “Biz ılımlı İslamız, biz parlamenter yoldan iktidara geleceğiz” diyerek, ama siyasi projelerine ilişkin bilgi vermemeye dikkat ederek, Batı’nın açtığı kapıdan girdiler.
Liberal entelijensiya, yalnızca Türkiye’de değil tüm Ortadoğu’da “Bunlar değişti, artık ılımlılar, demokratlar, yolsuzluklara, demokrasi dışı vesayetlere karşılar. Bunlar bireysel özgürlüklerin gelişmesine hizmet edecekler” söylemini üretmeye başladı
Büyük sermayenin de, daha sonra başına bela olacak bu akımı, ABD ve Avrupa’nın teşvikiyle, “bir fırsat verelim” kafasıyla, “istikrar” adına desteklediğini gördük. Kürt hareketi bulunduğu konumun, ideolojik yapısındaki karmaşıklığın etkisiyle çok fazla düşünmeden AKP’nin vaatlerini ciddiye almak zorunda kaldı. Kentli orta sınıfların “yaşam tarzı” (özgürlük kaybetme) korkularını gidermek, ikna etmek, kazanmak da liberal entelijensiyaya kaldı. Anadolu muhafazakârlığını, siyasal İslamın oy deposunu AKP’ye, liberallerin duymadığı, bilmediği, bilmek de istemediği bir söylemle yönlendirme işini de Sünni İslamın kurumları kolaylıkla başardı.
Bu sırada, ikna olmayanların sıkıntısını da “Bunlar seçimlere girdikçe demokratik pratiklere alışacaklar, sırdan partilere dönüşecekler” fantezisi yatıştırıyordu. İnancın, ideolojinin önemini, siyasal İslamın tarihsel kültürel derinliğini bilenlerin, projesi hakkında bir fikir sahibi olanların uyarıları da, “niyet okumayın”, “ulusalcı dinozor”, “darbeci” çığlıklarıyla gelen bir simgesel şiddetle susturuldu.
Seçimler seçimleri izledikçe, İslam, demokrasiyi seçimlere indirgeyen liberallere, seçimleri liderde kristalleşen bir iktidarın tek kaynağı düzeyine yükselterek, güçler ayrılığını yıkarak, seçimleri kaybetmelerini önleyecek araçları yaratarak cevap verdi
Şimdi karşımızda, demokratik haklarını kullanmak isteyenlere “şımarıklık etmeyin” diyen bir Başbakan; internet yasaklarını, MİT Yasası gibi baskıcı yasaları hızla onaylayan bir Cumhurbaşkanı, “AKP 500 yıl kalacak” diyen bir Dışişleri Bakanı, AYM Başkanı’nın anayasayı, hukuk devletini anımsatan konuşmasını adeta suratlarına atılmış tokat gibi algılayan bir TBMM Başkanı, tüm muhalefet mekânlarını kapatmaya kararlı bir hükümet var.
Alman Cumhurbaşkanı “Bu kadar güçlüsünüz, neden korkuyorsunuz?” demeye getirmiş. Evet bir “meydan” korkusu var. Siyasal İslam, devleti bir taraftan liderle “bir”leştirmeyi, diğer taraftan sivil toplumumu kapsayarak yok edecek, tüm “meydanları” kapatacak biçimde genişletmeyi amaçlıyor. Böyle bir ortamda 1 Mayıs’ı gerektiği gibi kutlamak daha bir anlam kazanıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları