Olaylar Ve Görüşler

Karşı devrimin tamamlanması

27 Ocak 2017 Cuma

Lehe oy veren milletvekilleri dahil herkesin bildiği bu değişiklik, Türkiye’de demokrasi korunarak yapılan bir değişiklik değil. Yetkileri sınırsız, denetimi neredeyse olanaksız bir tek adam rejimi ile dini ve taassubu öne çıkaran bir yaşam biçimini bir araya getirdiğimizde varacağımız sonuç hiç kuşkusuz teokratik, otokratik bir rejimin bizi beklediği.

Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilerek mevcut rejimin tamamen değiştirilmesi sonucunu doğuracak yasa değişikliği teklifi, TBMM’den 339 milletvekilinin oyuyla geçti ve Türkiye bir referandum sürecine girdi.
TBMM’deki bu son oylamanın gerçekten de kamuoyunda çokça söylendiği gibi TBMM’nin kendini feshetmesi, intihar etmesi olarak değerlendirilmesi yanlış değil. Esasen TBMM, egemenliğin kullanımı ve devir yasağına ilişkin anayasanın 6. maddesini fiilen yürürlükten kaldırdı. Diğer yandan egemenliğin kullanılmasının “hiçbir kişiye” devredilemeyeceğine dair hükmün ilgasıyla anayasanın değiştirilemez hükümlerinden olan 2. maddesindeki devletin “demokratik” olması ilkesi de kendiliğinden ortadan kalkmış olacağından açıkça anayasaya aykırı olduğu gibi, temel hakların referanduma götürülemeyeceğine dair kurala da aykırı davrandı. Elbette ki bu aymazlık derecesindeki yasama tasarrufunun siyaseten de bir karşılığının olması gerekir.

Herkesin bildiği
Değişiklik teklifi hakkında yargının “tarafsızlığı”nın anayasaya eklenmesinden tutun cumhurbaşkanının kararname çıkarma yetkisinden HSYK üyelerinin yarısını, AYM üyelerini ve üst bürokratları atama, TBMM’yi feshetme yetkisine varana kadar birçok şey söylenebilir. Ancak bunlar hepimiz için zaman kaybından öte gitmeyen ve gereksiz değerlendirmeler olacaktır. Lehe oy veren milletvekilleri dahil herkesin bildiği bu değişiklik, Türkiye’de demokrasi korunarak yapılan bir değişiklik değil. Başkanlık rejimi tartışmaları ise bu teklif içinde kesinlikle yapılmıyor. Yapılmak istenilen şey açık bir şekilde “Türk Tipi Başkanlık”, “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi” şeklinde ifade edilen, demokrasilerde örneği bulunmayan, demokrasiyi yok etmeyi amaçlayan bir tek adam rejimidir. Hollanda, İngiltere gibi ülkelerden krallık örnekleri verilmesi ise normal insan aklıyla alay etmekten başka bir şey değil.

İçi nasıl doldurulacak?
Bize ait olan sorun, getirilmek istenilen tek adam rejiminin içinin nasıl doldurulacağıdır. Zira anayasada bununla ilgili doğrudan bir değişiklik düzenlemesi bulunmuyor. O zaman bakacağımız yer tek adam rejimini anayasaya sokmak isteyen siyasi iktidarın bugüne kadar olan uygulamaları. Son 10 yılda Anayasada laiklik ilkesi halen yer almasına karşın kamu kurumlarında, özellikle de eğitim ve adalet kurumlarında hizmet verenlerin dinsel simge kullanımının serbest bırakılması bir işaret. Eğitim müfredatından bilimin, örgütlenme ve dilekçe hakkının, Cumhuriyet tarihinin, kadın ve çocuklara yönelen istismarın önlenmesine dair konuların çıkarılması, buna karşın dini değerlerin her geçen yıl daha çok yer bulması, ilköğretime kadar çocukların başlarının kapatılması, imam hatip liselerinin çoğaltılması, ortaokullarının açılması bir işarettir. Egemenliğin millete değil, Allah’a ait olduğuna dair söylemler bir işarettir. Kamu kurumlarındaki dinci kadrolaşma ve benzeri uygulamalar bize gidişatın hak, eşitlik ve özgürlük temelli bir rejimden ziyade dindar ve kindar bir nesil yetiştirmeye, bilim insanları veya yargı kararları yerine ulemadan feyz almaya yöneldiğini gösteriyor.

Bizi bekleyen
Bu durumda basit bir çıkarım yapmamız gerekirse yetkileri sınırsız, denetimi neredeyse olanaksız bir tek adam rejimi ile dini ve taassubu öne çıkaran bir yaşam biçimini bir araya getirdiğimizde varacağımız sonuç hiç kuşkusuz teokratik, otokratik bir rejimin bizi beklediğidir. Bu anayasa değişikliğiyle ülkenin götürülmek istenildiği yer orasıdır.

Cemaat ile yapılanlar
Bize önerilen rejim ile gideceğimiz yeri tespit bakımından bir hatırlatma da 15 Temmuz sonrası Fettullah Gülen Cemaatine yönelik terör soruşturmalarının 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonraki döneme ait olarak yapılması ve suç tarihini siyasi iktidarın belirlemesidir. Böylece siyasi iktidarın FETÖ ile birlikte yürüttüğü faaliyetler için cezasızlık hali getirildi, suç olmaktan çıkarıldı. Dolayısıyla Silivri davalarında sahte delil üretme, sahte delillere göre yanlı karar verme gibi FETÖ eylemleri de soruşturma kapsamı dışında bırakıldı, derin devleti ele geçirme eylemleri bir sır olarak kaldı, Susurluk’tan başlayarak tüm çete suçlarına ilişkin soruşturma ve davalar bir daha tartışılmasına olanak verilmeyecek biçimde kapatıldı.

Kötü örnekler çok
Özellikle 2010 referandumundan sonra yargı alanında yapılan değişiklikler hukukun üstünlüğü ilkesinin yok edilmesi bakımından çok ürkütücü. Suçun ya da suçlunun kim olduğuna, tehdidin nereden geldiğine bağlı olarak soruşturma yöntemlerinin, tutuklama koşullarının ve merciilerinin değiştirilmesine ilişkin düzenlemeler tüm hukuk güvenliğini ortadan kaldırır nitelikte. OHAL KHK’leri ile anayasal ve yasal sınırlar aşılarak, TBMM tamamen devre dışı bırakılarak kamu çalışanlarının Fethullah Gülen Cemaatine mensup olduklarından bahisle sorgusuz sualsiz ihraç edilmeleri, muhalif derneklerin yasaya aykırı şekilde kapatılması, savunma haklarının verilmemesi, masumiyet karinesinin yerle yeksan edilmesi, OHAL öncesinde ve sonrasında gazete ve televizyonların sahibi olan şirketlere mali olarak el konulup kayyım atanmasını müteakip çalışanların uzaklaştırılarak yayın politikalarının değiştirilmesi, gazetecilerin, akademisyenlerin, milletvekillerinin, belediye başkanlarının tutuklanmaları, kayyım atanan belediyelerin meclislerinin çalıştırılmaması kamusal yetkilerin nasıl hoyratça kullanılabileceğinin kötü örnekleri oldu.
Son birkaç aydır FETÖ soruşturması kapsamında medyaya sızdırılan itiraf ve tanık beyanlarından, siyasal iktidarın “suçlanan dönemin ortağı” olduğunun ortaya çıkması nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’nın değiştirilmesi ise yargının kendisinin güvencede olmadığının, hukuk güvenliğinin kalmadığının, soruşturmaların asıl olarak savcılar tarafından değil, siyasi iktidar ve ona bağlı anayasal kurumlar tarafından yapıldığının açık ifadesi.

Koruma tedbirlerini alınız
Sonuç: Mevcut anayasa değişiklikleri ile siyasal İslama dayalı karşı devrim sürecinin tamamlanmasının son evresinde olduğunun farkına varılmalı, demokrasi kendisini, laik değerleri, hak temelli eşitlik ve özgürlükleri, emeği ve örgütlenmesini yok eden bu girişime karşı kendisini koruyacak tedbirleri bir an önce almalı.

MUSTAFA KARADAĞ Yargıçlar Sendikası Başkanı



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları