Oylanan anayasa değil, rejimdir

11 Nisan 2017 Salı

Şöyle sokaktan geçenleri çevirip “pazar günü neyi oylayacağız” diye sorsanız, alacağınız yanıt, “pazar günkü referandumda anayasa değişikliğini oylayacağız” olacaktır.
Oysa hiç de öyle değil.
Bir kere pazar günü yapılacak oylama, fırsat eşitliği ve özgür tartışma ortamı olmadığından, bir referandum değil, tek adamın sultasını resmileştirmeyi amaçlayan bir plebisittir.
16 Nisan oylamasının özgür ortamda hak eşitliğine dayalı koşullar altında cereyan etmediğinin yüzlerce örneğini sıralamaya kalkmak, okurun zekâsını hafife almak anlamını taşır. Her şey o kadar açık ve göz önünde oluyor ki...
Eskilerin deyişiyle durum izahtan varestedir.
Oylanan da, anayasa metni değildir.
Çünkü iktidarın yetkilerini hiçbir şekilde sınırlamayıp sadece sıralayan metinler, çağdaş anlamda anayasa değillerdir.
Yurttaşın hak ve özgürlüklerini güvenceye almayan, onlara saygı göstermeyen metinlere anayasa denemeyeceği, bütün çağdaş anayasacıların üzerinde görüş birliği halinde oldukları bir olgudur artık.
Anayasa hocası Kemal Gözler, kitabına da adını veren “Elveda Anayasa” adlı makalesinde, kuvvetler ayrılığı ilkesini anayasa kavramının kilidi olarak görürken, şu çok etkileyici ifadeyi kullanmaktadır:
Elveda kuvvetler ayrılığı, elveda anayasa!

***

Genç ve değerli Anayasa Hocası’nın “elveda kuvvetler ayrılığı, elveda anayasa” deyişiyle neyi kastettiğini anlamak güç değil, devletin erklerinin hepsini bir tek adamın elinde toplayınca, tek kişi çeşitli yöntemlerle yasamanın da, yürütmenin de, yargının da egemeni, son sözü söyleyeni olunca, ortada ne yasama kalır, ne bağımsız adil yargı, ne milli irade, ne de demokrasi.
Gerçi kimi ahvalde bu konumda olan kişi yine halk tarafından seçiliyor olabilir, ama burada milli iradenin rolü, onu kendi adına kimlerin ve hangi kurallara uyarak, hangi sınırlar içinde kalarak kullanacaklarına karar vermek olmaktan çıkar ve ona tek başına, her türlü denetimden azade sınırsız olarak kimin tasallut edebileceği konusunda belirli aralarla görüş bildirmeye indirgenir.
Bu tip rejimlerde, milli iradenin, ona tasallut edecek kişiyi saptamakla sınırlandırılmış yetkisinin kullanılmasında tercihinin de, nasıl ifsat edileceğinin örneklerini de yaşayarak görmüş bulunuyoruz.
16 Nisan günü oya sunulacak metinde, yürütmenin başındaki tek adamın (Başkan veya Cumhurbaşkanı olarak adlandırılması hiçbir şeyi değiştirmiyor) OHAL ve KHK uygulamalarıyla, yasamayı devre dışı bırakmasının yanı sıra, iktidar partisinin lideri olarak, kuruluşunun milletvekili adaylarını saptamadaki belirleyici imtiyazı sayesinde yasamayı tam anlamıyla denetimine almasını sağlamaktadır.
Dikkat buyrulursa, “Başkan Baba”nın metinde bal gibi var olan Meclis’i fesih yetkisine girmedik bile.
Aynı Başkan Baba’nın yargıç ve savcıların tayin, terfi, atama ve işten el çektirilmelerini düzenleyen kurum aracılığıyla yargıyı elinde tutar ve bu arada kendisini gereğinde yargılayacak, yasamanın anayasal denetimini yapacak olan Anayasa Mahkemesi’nin çoğunluğunu kendi seçerse orada kuvvetler ayrılığının da, bağımsız yargının da varlığından söz etmek imkânı kalmamış demektir.

***

Pazar günü halkın onayına sunulacak olan işte böyle bir metindir.
Bu metnin yarıdan bir fazla evet oyuyla resmileştirilmesi sağlansa bile bu oylama ona anayasa, rejime de demokrasi sıfatını kazandırmaya yetmeyecektir.
Durum böyle olunca da kimse çıkıp anayasayı oyladığımızı söyleyemeyecektir.
Çoğunlukça kabul edilmesi halinde bile anayasa sıfatını kazanmayan bir metin oylanacağına göre, pazar günkü plebisiti bir anayasa referandumu olarak nitlemek mümkün değildir.
Bu durumda, pazar günü oylanacak olan anayasa değil, rejimdir.
Bu rejim de adı açıkça konmadan tescil edilmiş dikta olacaktır.
O zaman da şu soruyla karşılaşıyoruz:
- Halkın diktayı seçme hakkı var mı?
Devam edeceğim.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları