Obama Gözden Çıkardı!

03 Haziran 2014 Salı

ABD Başkanı Barack Hussein Obama çarşamba günü Vestpoint Harp Okulu’nun yeni mezunlarına dünya siyasasını anlattı. Konuşmasındaki şu paragraf nedense basınımıza yansımadı:
“Yeni yüzyıl, tiranlığı (diktatörlüğü) sona erdirmedi. Küremizi çevreleyen başkentlerde -ne yazık ki Amerika’nın bazı ortakları da dahil- sivil toplum üzerinde baskılar var. Yolsuzluk kanseri; pek çok hükümetler ile yandaşlarını zenginleştirdi ve uzak köylerden tutun, geleneksel alanlara kadar vatandaşları öfkelendiriyor.”
Size göre “Küremizi çevreleyen başkentlerde -ne yazık ki Amerika’nın bazı ortakları da dahil- sivil toplum üzerinde baskılar var” cümlesinde Obama adını vermediği hangi ülkeyi ima ediyor? Bence Türkiye’yi…
ABD’nin ortakları arasında Türkiye yok mu? Türkiye’de “sivil toplum üzerinde baskılar” yok mu? Bir sonraki cümleyi okuyalım: “Yolsuzluk kanseri; pek çok hükümetler ile yandaşlarını zenginleştirdi.”
“Yolsuzluk kanseri” 17 Aralık’tan sonra Türkiye gündeminde baş köşeye oturmadı mı? “Yolsuzluk kanseri” Türkiye’de AKP başbakanının oğlu ile dört bakanı ve yandaşlarını zenginleştirmedi mi?
Bu paragrafta iki vurgulama var! Birincisi “sivil toplumlara baskı” ve “yolsuzluk kanseri”… Bu iki olgu, Türk halkını, ülke genelinde, örneğin Gezi Parkı, Taksim Alanı, Kızılay, Kordonboyu gibi “geleneksel alanlarda” insanlarımızı öfkelendirmiyor mu?
Türkçede “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!” deyimi Obama’nın sözlerini dört dörtlük tanımlamıyor mu? Bugüne değin Türkiye’deki “sivil toplum üzerindeki baskılar” ve “yolsuzluk kanserine” tepkileri ABD hükümeti adına ya Dışişleri Bakanlığı ya da Beyaz Saray “sözcüleri” açıklarlardı.
İlk kez Obama’nın ağzından bu sözleri duymak, ABD’nin, Recep Tayyip Erdoğan’ı defterden sildiğini göstermiyor mu?

***

Bu arada ben de Obama’ya bir soru sorayım… Öncülünüz George V. Bush, hiçbir siyasal yönetici kimliği olmayan Erdoğan’ı “resmi konuk” olarak 10 Aralık 2002’de Beyaz Saray’da kabul etti.
Bırakın Türkiye Başbakanlığı’nı, “Birleşik Ortadoğu Projesi” diye bir uydurmayla Erdoğan’ı projenin “sultanı” olarak pohpohlamadı mı? Sonra ne oldu? Ortadoğu birbirine girdi. Erdoğan’ın “sultanlığı” balon gibi patladı. Ama sonuçta ABD’nin bu yanlışı ile kabak Türk halkının ve İslam dünyasının başında patlamadı mı?
Şikâyete hakkınız yok! “Geleneksel alanlarda öfkelenen baskı altındaki sivil Türk halkı” bu sorunu başına bela ettiğiniz için sizden de şikâyetçi!

Suriye - ABD - Türkiye…
Obama’nın konuşmasında, yalnızca Türkiye açısından değil, Suriye’nin komşusu “kırılgan ülkeler” için de olumlu bir paragraf var. Obama Kongre’ye, “Terörle Mücadele Ortaklık Fonu” adı altında yeni bir mali yapılanma çağrısında bulundu.
Kongreye “Terör tehdidini yok etmek için bir strateji geliştirmeliyiz” diyen Obama’nın önerdiği 5 milyar dolarlık fon, şu amaçla kullanılacak:
“Teröristlerle mücadele edecek ortaklarımıza gereksinimimiz var. Terörizm, gelecekte de yurtiçinde ve yurtdışında Amerika’ya doğrudan tehdidi sürdürecek. Açıkladığım ek kaynaklarla, göçmenler ile uğraşan ve Suriye sınırlarındaki teröristlerle karşı karşıya kalan Ürdün, Lübnan, Türkiye ve Irak gibi Suriye’nin komşularını desteklemeye yönelik çabalarımıza hız vereceğiz.”
Suriye olaylarının Türkiye’ye maliyetinin 2 milyar doları aştığı ve sığınmacı sayısının da yarım milyonun üzerine çıktığı açıklandı. Hiç kuşkusuz, bu denli korkunç bir mali yük kadar, Suriye’ye komşu kentlerimizden tüm kentlerimize toplumsal bozukluklar, suya atılan taş gibi dalga dalga yayılıyor.
Gün geçmiyor ki gazetelerimizde sığınmacıların adları kaçakçılığa, uyuşturucuya, hırsızlığa, fuhuşa, cinayete karışmasın. Bu çarpıklıklar, Türkiye’de mali yükten daha çok, toplumsal sorunlara kaynak olmayı sürdürüyor.

Bush ve de Feto!
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, “emekli aylığı” ile Pensilvanya’da görkemli malikânesinde yaşayan Fethullah Gülen’in ABD’den geri istenmesi için Adalet Bakanlığı aracılığı ile Dışişleri Bakanlığı’na yazı gönderdiği bildiriliyor.
Savcılığın, iki ülke arasında “suçluların geri verilmesi ve ceza işlerinde karşılıklı adli yardım anlaşması çerçevesindeki” uygulamadan örnekler istediği bildiriliyor.
Meslektaşlarım, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e vedadan sonra ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’ye yönelttikleri, Feto Efendi’nin geri verilmesine ilişkin sorularına şu yanıtı aldılar: “Bu, Türkiye’nin aile kavgasıdır… Biz, Türk ailelerinin dostuyuz. Biz, kavganıza girmek istemiyoruz… İyi bir biçimde sonuçlanmasını umarız!”
Feto Efendi’nin, Amerikan vatandaşlığına geçiş aşaması olan “yeşil kart” kolaylığını kim sağlamıştı?
2004’te Erdoğan Başbakan, Abdullah Gül de Dışişleri Bakanı idi. Gül, resmi ziyaret için Vaşington’a gitmişti. Faruk Loğoğlu büyükelçiydi. Feto Efendi’nin “yeşil kart” alabilmesi için avukatlarının belgesine mektup eklenmeliydi.
Belgede, Feto Efendi’nin ne kadar iyi din adamı olduğu, toplumsal hizmetleri ve eğitim düzeyi belirtilerek “yeşil kartı hak ettiği” vurgulanmalıydı! Gül, belgenin büyükelçilik aracılığı ile “resmi notayla” ABD Dışişleri’ne iletilmesini Loğoğlu’ndan istemişti. Büyükelçi, “resmi yazı” yerine “elden” teslim etmişti.
Şimdi rüzgâr ters esiyor! Feto’ya “güvence” verenler, şimdi “suçluyu geri” istiyorlar. Bir zamanlar “içeride” paralel devlet ile sırtında ve Beyaz Saray’da da şömine önünde başbakanlığa taşıyanlar, şimdi Erdoğan’ın “defterini dürmeye” çalışıyorlar. İnşallah becerirler!

Düzeltme: Fransa’daki okurlarımız; salı günkü yazımda “Ulusal Cephe Partisi’nin” başkanı Marine Le Pen’in babasının adının yalnızca Jean değil, Jean-Marie olduğunu, Avrupa Parlamentosu seçimi parti sıralamasında, AB tanımlamasına göre yazdığım “aşırı sol” kavramının içinde komünist partilerin de olduğunu bildirdiler.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları