Hikmet Çetinkaya

Tutuklunun tutkusu

05 Ağustos 2017 Cumartesi

Pencereden dışarıya baktı bir süre... Samatya açıklarından gemiler geçiyordu... Gözlerini yumup öylece kaldı.
Umuda doğru bir yolculuğa çıkmış gibiydi.
Umutla yaşam arasında gidip geldi. Kendi yalnızlığı içinde olduğunu anımsadı.
Gün çoktan aydınlanmıştı. Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Ahmet Şık çoktan uyanmış olmalıydı.
Bir süre onları düşündü. Onurlu duruşları aklına geldi.
Ne çabuk geçiyordu, günler, haftalar ve aylar...
O güzel günler geride kalmıştı ama ne Akın, Murat, Kadri ve Ahmet umutlarını yitirmemişlerdi.
Yürekleri manda gönünden değildi onların. Veremeyecek bir hesapları yoktu. Yüreklerindeki çocuk ölmemişti.
Hayatı düşünüyordum ben de o saatlerde...
Gözlerim çok uzaklarda bir şeyler arıyordum. İçeride kalan arkadaşlarımı düşünüyordum.
Zamanın saat ayarını...
Gözlerim çok uzaklarda bir şeyler arıyordu...
Oysa her güzel şey bir adım ötedeydi...
Anı sayfalarını karıştırmaya başladım.
Sevgiliyi, onun bana söylediklerini:
“Gel yüreklerimizi birleştirelim, sevdalarımızı çoğaltalım çocuklarımızın geleceği için.”
Düşsel bir yolculuğa çıkmıştım. Anı defterinde yazdıklarımı tekrar tekrar okudum.
Sordum karşımda oturan kadına:
“Niçin sevdiğini söylemedin onu sevmene karşın...”
Çayını yudumlarken yutkundu.

Pişmanlık duyuyordu...
Bir kez daha sorunca yanıt vermek cesaretini gösterdi:
“Çünkü kendimi yaşamaya karşı yasaklamıştım.”
Gökyüzü ve deniz gümüş rengindeydi...
Gözlerini güneşin battığı Behramkale’ye çevirdi.
Kendi kendine mırıldandı:
“Ah şimdi orada olmak vardı...”

***

Gözleri çok uzaklarda bir şeyler arıyordu. Bir kadının saçlarında okyanusun derinliklerine dalıyordu. Tarifsiz sıkıntılar içinde yitip giden gençliğini kovalıyordu.
Acaba sevmek ve sevilmek kişiliğine aykırı mıydı?
Gülümsedi...
Yine yanıtı kısa oldu:
“Benim yüreğimde açan yaz çiçeklerini gören olmadı.”
Kafasından geçenleri anlıyordum...
Her şeye karşın umudunu yitirmemiş, hayata sımsıkı tutunmuştu.
Zaten hep umudun peşinde koşmuş, alçaklarla mücadele etmişti.
O sabah Bülent Utku’yu gördüm gazete de. Tutukluluk hali bitmişti. Avukat kimliğiyle Silivri’de tutuklu bulunan Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel ve Ahmet Şık’ı ziyarete gidecekti Mustafa Kemal Güngör’le birlikte.
Umut ve umutsuzluğun kol gezdiği bir ülke de yaşıyoruz, kim ne derse desin.
Tüm bunlara inat umudumuzu yitirmemek için çabalıyoruz.
Dört arkadaşımız hâlâ tutuklu...
Hani kimi kaçışlar, zamansız bekleyişler vardır, iklimleri bile alıp götürürler yaşamımızdan.
Hani kimi aşklar vardır sonsuzluğun içinde...
Şiirler vardır çok şeyi anlatan:
“Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun ceketimi al
Günün en güzel saatleri bunlar
Yanımda kal...”
Demir sürgülü kapının ardında bir hayat sürer kimi zaman hüzünlü kimi zaman umutlu...
Kendinle hesaplaşma vakti ey sevgili...
Görüş kısa sürer, ayrılmak istemezsin...
Kendini rüzgârlara bırakmış ışıklarla ıslak rotaları çizilmiş yollar.
Bir hafta sonra görüşmek üzere...

***

Sıkıntılıydı...
Onun için de “tutuklunun tutkusu” adını çok beğenmişti.
Özlem!
Aşk!
Umut!
Sevgi!
Özgürlük!
Yalnızlığın asılı kalmış fotoğraflarını çoğaltarak kendi kendiyle hesaplaşma.
Vladimir Mayakovski’nin kasatura uçları gibi sivri günlerden kalmış yaşantılarını, Louis Aragon’un insanı kahreden ateşinde kalmış yağmurlarını anımsatır hayat!
Düşçü baba düş kurar o saatlerde...
Ve bir çığlık duyulur:
“Güneş ışığınım ben senin
Bensiz yaşamak haramdır sana
Soluduğun hava içtiğin su benim
Bensiz yaşamak haramdır sana
Yediğin ekmek daldığın uykunun
Sen geçen şey ben kalan öyküyüm.
Umudun umutsuzluğun sevincini...”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları