Hikmet Çetinkaya

İsyancı coşku...

22 Mayıs 2018 Salı

Sabah sis altındaydı...
Yabanıl kuşlar kahverengiye yüz tutmuş kiremit çatıların üzerine konuyordu.
Selimiye sanki binlerce yıllık bir yalnızlığa gömülmüştü...
Kimi sevinçler ve acılar, sabah sisinin gizeminde büyüyor gibiydi...
Hani boğuntusunda umutsuz can sıkıntıları vardır, hani tedirginliklerde gürültülü telaşların arasından çıkıp gelen... İşte öyle bir şeydi ve sen uzun okşayıcı sesinle isyancı bir coşkuyu yeniden canlandırıyordun...
Belki o saatlerde Puşkin’in ıssızlıkla karanlık arasında kalan sürgünlüğü, kıpırdayan gür sesi ve çocuksu gülümsemesi Nâzım’ın masmavi gözlerinde anlam buluyordu.
Nedeni bilinmez ama bir İyonya görkemiyle denizler kabarıp taşıyordu...
Acaba tüm anlamsızlıklar, yaşamın vazgeçilmez koşulu muydu?
Gerard de Nerval’in bildiği o hava, çok ağır, hazin ve muhteşemdi. Bunca ölümler, katliamlar geride kalmıştı. Bir umutsuzluk, örtülü yalnızlığı alıp götürmüş, hiç beklenmeyen sevinci taşımıştı...
Yok olmazdı böyle bir şey!..
Tüm bunlar eski zamanlarda anlatılan bir masaldı...
Bir genç kız sevdiği için ölümü göze alabilir miydi? Bir delikanlı sevdiği için silahı şakağına dayayabilir miydi?
Şiirler sevda ve ölüm üzerine yazılırdı...
Kuşatılan kentlerde, bilinmedik sokaklarda şarkılar söylenirdi...
Her şey çok uzaklarda kalmıştı...
Yıllar önce bir sabah Selimiye’de uyandığında, denizi ve gökyüzünü aynı anda gördüğünde, nedense çok şaşırmıştı...
Nöbetçi askerlerin süngüleri miydi şakırdayan, yoksa mazgalları dolduran rüzgârın sesi miydi, hiç anlamamıştı...
Sabah sis altındaydı...
Yabanıl kuşlar kiremit çatıların üzerinden kanat çırparak havalanıyordu...
Selimiye’ye uzaktan, bu kez denizden uzun uzun baktı...

***

Tepeden tırnağa tüm bedeninin şarkısını söylemek, duygunun, güç yüklü yaşamın çığlığı mıdır, Walt Whitman?
Anlamlar, sonuçlar, saflıklar, ispatlar, söylentiler, aşklar, güzellikler, buyruklar, umutlar, iyilikler, yargılar, tanrılar nedir, anlatır mısınız?
Suçlu olmak nedir, bana açıklar mısınız?
Neden hep ölüm yaşanmış sevdaların içinde?
Aşkların ölümü olur mu, Charles Baudelaire?
Gecelere kafa tutun, meydan okuyun aşklara...
Ama ölümü düşünmeyin...
Onlar şiirlerde kalsın, tıpkı böyle:
Yatağımız olacak, hafif kokuyla dolu,
Divanımız olacak, bir mezar gibi derin;
Bizim için açılmış, en güzel iklimlerin
O garip çiçekleri süsleyecek konsolu
Son sıcaklıklarını sarf ederek hovarda,
Birer ulu meşale olacak kalplerimiz;
Çifte ışıklarından gidip gelecek bir iz.
İkimizin ruhunda, o ikiz aynalarda.
Pembe, lahuti, mavi bir akşam
Veda’la dolu, uzun bir hıçkırık halinde
Yanacak aramızda bir tek şimşeğin feri;
Nihayet kapıları biraz aralayarak,
Sadık ve şen bir melek gelip uyandıracak
Buğulu aynaları ve ölmüş alevleri.

***

Sabahın sisi kalktı...
Yabanıl kuşlar artık görünmüyorlardı...
R. Tagore’nin kuşları göründü deniz maviliğinde. Ağaçlar yalancı bahara kanıp çiçeğe durmuşlardı...
Geceleri yıldızlar ağız ağızaydı...
Selimiye’ye baktı uzun uzun...
Umutsuz can sıkıntılarını bir kenara koyup, telaşlı kalabalıkların arasına girip kayboldu...
İsyancı bir coşku yüreğinin tam orta yerinde soluk alıp veriyordu...
Bir şeyler mınldanmaya başladı. Ansızın içine hüzün doldu...
Mutluluk ve mutsuzluk bir noktada kesişiyordu... Sabahın sisi bu kez gecenin karanlığıyla buluştu, yıldızlar görünmez oldu... Şöyle dedi:
Tam öğle vaktiydi gittin
Güneş ortalığı yakıp kavuruyordu
Balkonda bir başımaydım gittin
Ilık rüzgârlar esti ardından.

Yıllık iznimin bir bölümünü kullanacağımdan yazılarıma bir süre ara vereceğim. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları