Ayşe Yıldırım

‘Kendilerine has vicdanları’ da kurumuş

17 Ağustos 2017 Perşembe

Garo Paylan, “Ben milletvekiliyim, beni alıkoyuyorsunuz, buna hakkınız yok” diyor etrafı silahlı askerlerle dolu sivil giyimli şahsa.
HDP’nin Van’daki “Adalet ve Vicdan Nöbeti” sırasında Edremit’te üzerine tuvalet yapılan Ermeni Mezarlığı’nın olduğu bölgede inceleme yaptıktan sonra yanında milletvekili Bedia Özgökçe Ertan ve danışmanlarıyla birlikte nöbete geri dönüyorlardı. Yolları sivil plakalı bir araç tarafından kesildi. Araçtan sivil giyimli biri çıktı.
Kimlik sorgusu yapacaklarını söyledi. Paylan’ın “Siz kimsiniz” sorusu üzerine Jandarma Binbaşısı olduğunu söyledi sivil giyimli adam.
Emir acele olmalıydı ki üniformasını bile giymeye fırsat bulamamıştı ya da gerek bile duymamıştı.
Yaptığı şey haksız ve hukuksuzdu. Garo Paylan da bunu söyleyip ekliyordu: “Ben milletvekiliyim.”
Ama nafile.
Son iki yıldır neredeyse hemen her gün bir HDP milletvekili aracını durduran, yolunu kesen karşısındaki görevliye aynı şeyi söylüyor: “Ben milletvekiliyim…”
Önceki gün İzmir’de HDP Grup Başkanvekili Ahmet Yıldırım da aynı şeyi söylüyordu emniyet görevlisine; “Ben milletvekiliyim…”
Etrafındaki İzmir’deki Adalet ve Vicdan Nöbeti’ne katılan diğer HDP milletvekilleriyle birlikte ses sistemini çevresi çoktan bariyerlerle çevrilmiş Gündoğdu Parkı’nda kendileri için ayrılan küçük alana sokmaya çalışıyorlardı…
Ortada bir ses sistemi. Onu içeriye sokmaya çalışan milletvekilleri. Ses sistemine “ateşli silah” muamelesi yaparak milletvekillerinin önünü kesen polisler…
Sesten, sözden, müzikten korkan bir iktidar. Hele de o seslerin insanlarla buluşmasından…
Diyarbakır Ekin Ceren Parkı, İstanbul Yoğurtçu Parkı, Van Musa Anter Parkı ve şimdi de İzmir Gündoğdu Meydanı bir hafta boyunca aynı şeyleri yaşayacak.
Hem de daha da sıkılaştırılmış “önlemler”le…
Ki bunu ilk günden gösterdiler. HDP’nin basın toplantısı için valilik akreditasyon uygulama gereği duymuş. Kendine görev edinmiş ve sarı basın kartı olmayan gazetecileri nöbet alanına almamaya karar vermiş!
Amaç belli; HDP’nin halkla, sivil toplum örgütleriyle ve diğer partilerle buluşmasını engellemek.
Aksi halde “HDP’nin nöbetine kimse itibar etmiyor” yalanları ortaya çıkacak.
“Diyarbakır’da şu kadar sandalye verildi, onun için burada da o kadar verilecek. Diyarbakır’da kahve makinesi alınmadı, onun için burada da alınmayacak. Diyarbakır’da saz alınmadı, onun için burada da alınmayacak…”
Böyle uzayıp gidiyor emniyet görevlilerinin söyledikleri sözler. Örnek olarak ilk nöbetin başladığı Diyarbakır yasaklarını sıralıyorlar ve üstüne yeni yasaklar ekliyorlar. Ve bunlar dünyanın en normal şeyiymiş gibi davranılıyor…
İktidar emir veriyor, vali emri alıyor, polis uyguluyor.
Meclis’in üçüncü büyük partisine AKP de MHP gibi “flu” bakıyor uzun zamandır. Eş genel başkanlarını ve milletvekillerini içeriye atıyor. Yetmiyor duruşmalara kelepçeyle getirmek istiyor. O da yetmiyor hastaneye giderken bile bileklerine kelepçe takmak istiyor.
Ne de olsa onlar için her şey görüntü. O fotoğrafı servis etmek istiyorlar.
HDP’ye vuramadıkları o kelepçeyi şimdi CHP’ye de vurmaya çalışıyorlar. Hem de bizzat Cumhurbaşkanı’nın tehdidiyle. Ama pardon, Cumhurbaşkanı tehdit etmez değil mi? Ne diyordu dün AKP sözcüsü Mahir Ünal, “Cumhurbaşkanı’nın kendine has üslubu.”
Cumhurbaşkanı “kamuoyunda tartışılan ve merak edilen soruları” gündeme getirmiş Ünal’a göre. O “soruları” Ünal da sıralıyor ama sorudan ziyade tehdit kokan cümlelerle.
“Kendilerine has üslupları”nda adaleti aramayın bulamazsınız çünkü vicdanları çoktan kurumuş.
Ne yapmaya çalıştıklarını dünya âlem biliyor da onlar şunu bilmiyorlar; gerçeklere kelepçe vuramazsınız, vursanız da yok olmaz. Bumerang gibi döner sizi vurur.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Son bir soru ve veda 13 Eylül 2018
Siyasal yangın 30 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları