Ahmet İnsel

Savaş ve medeniyet kaybı

27 Ocak 2018 Cumartesi

Savaş çığlıkları atılmakla yetinilmeyip kanlı ve canlı biçimde savaşa girildiği bir ortamda, savaş politikasını eleştirmek bütün ülkelerde zordur. Kitle psikolojisi savaş ortamında kendi bulunduğu safı mutlaklaştırır. Hele ülkenin yürüttüğü savaş, denizaşırı diyarlarda değil, sınırın öbür yakasında ise, iktidarın milliyetçi dayanışma hislerini kışkırtarak, kitle mobilizasyonu sağlaması daha kolaydır. Temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, dikey iktidarın zirvesinin yegâne meşru ve sorgulanamaz karar verme mercii olduğu otokratik rejimlerde savaş politikasının sorgulanması, eleştirilmesi çok daha büyük bir baskıya maruz kalır.
Son bir hafta içinde Türkiye’de egemen dinci-milliyetçi ittifakın Suriye’de yeni bir savaş cephesi açmasını sosyal medyada eleştirdiği, gerekçelerini sorguladığı için gözaltına alınan, tutuklanan insan sayısı ortada. Hükümetin yürüttüğü HDP’yi resmen kapatmadan, kapatılmış hale düşürme politikası bunu tamamlıyor. AKMHP iktidarı karşıtı muhalefetin önemli bir bölümünün de milliyetçi duygu kabarması veya hain olarak yaftalanma endişesi içinde katıldığı, en azından sessiz kalarak izlediği bu susturma politikası, Erdoğan rejiminin geldiği son aşamayı yansıtıyor. Tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek devletin yanına ilave edilmiş olan tek adam ilkesini, artık altıncısı tamamlıyor: tek ses. Bundan sonra AKP’nin Reisi’nin, Arapçada dördüncü demek olan “rabia” yerine, altıncıyı ifade eden “sâdis” işareti yapması içinde bulunduğumuz gerçeği daha doğru yansıtıyor olacaktır. Milli ve yerli Yeni Türkiye’ye yeni altı ok yaraşır.

***

Bir ülke dışarıdan bir askeri saldırıya maruz kaldığında, bu saldırı gerçek ve yakın bir tehlike oluşturuyorsa, hükümetin buna askeri yöntemlerle yanıt vermesi doğaldır. Bu durumda bile, eğer o toplumda özgürlükler rejimi bir nebze yürürlükteyse, yürütülen politikayı eleştirmek hakkına yurttaşlar sahip olmaya devam eder. Söz konusu olan, kendi ülkesinin ordusunun başka bir ülkenin topraklarına girerek başlattığı bir savaşsa, bunun gerekçelerini sorgulamak, sonuçlarından duyulan endişeyi ifade etmek, temel bir yurttaşlık hakkıdır. Bu hakkı kullanmayan veya bu hakkı kullanması şiddet yoluyla engellenen birçok toplumun yakın tarihte girdikleri savaş maceralarının sadece çevrelerine değil, kendilerine getirdiği acı sonuçları bilenlerin, bunu dile getirmeleri de bir yurttaşlık görevidir. Savaş yerine barışçıl yöntemlerle, müzakereyle, ikna ederek sorunların çözülmesi talebini dile getirme hakkıdır bu ve temel bir yurttaşlık hakkıdır.
Otokrasilerde, diktatörlüklerde böyle bir hakkın varlığı reddedilir. Otokrasilerde, bütün kişi ve kurumlar ve en başta yargı, basın, eğitim, Şef’in tespit ettiği ve plebisitle onaylattığı milli olduğu iddia edilen hedeflere hizmet etmekle yükümlü addedilirler. Ordunun da, iktidardaki güce bütünüyle tabi, tam anlamıyla Şef’in ordusu olmasına çalışılır. Türkiye’de menfur darbe girişimi sonrası ordudan atılan dokuz bine yakın subay, astsubay, uzman veya sözleşmeli erbaş yerine, 2017 ve 2018’de altmış bine yakın yeni personel alınıyor olmasını bu gözle değerlendirmek gerekiyor.
Otoriter zihniyet siyasette “benim yanımda yer almayan, düşmandır” ilkesinden hareket eder. Muhalif değil düşman vardır. Muhalif ses, komplocudur. Yabancıların ajanıdır. Haindir. Dolayısıyla savaş politikasına muhalefet etmek, mutlakıyetçi iktidarın ve onun destekçilerinin nezdinde hıyanetin, iç düşmanın cisimleşmiş halidir. Kendi içinde düşman barındırdığına inanılan topluluk, toplum olma niteliğini yitirmiş demektir. Bu, bir medeniyet kaybıdır. Bugün Türkiye’de iktidarın ve onun tetiklediği, kışkırttığı, yönlendirdiği çevrelerin sergiledikleri manzara, başka ülkelerde geçmişte veya günümüzde benzer durumlarda görüldüğü gibi, bir aşırı şiddet yöntemi olarak savaşın medeniyet kaybının yoğunlaşmış bir tezahürü olduğunu bir kez daha gösteriyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları