Türkiye için Avrupa’nın iki farklı boyutu

01 Mayıs 2018 Salı

Türkiye açısından hem tarihsel süreç içinde Avrupa’nın (ve Batı’nın) iki ayrı boyutu olmuştur. Bu durum bugün için de geçerlidir. Bugünkü iki farklı boyut üzerinde durmak istiyorum.
Birinci boyutta Avrupa Atatürk Türkiye’si için bilimin, sanatın, demokratik değerlerin, toplumsal hayatta çağdaş yaşam ölçütlerinin ulaşılması gereken hedefidir.
Aramızdaki kültürel farklara karşın bunlar nesnel (objektif) ölçütlerdir. Sanattan kadın-erkek eşitliğine ve laik demokratik düzene kadar bu nesnel ölçütler geçerliliklerini her toplum için korurlar.
Bu objektif kriterler Türkiye’deki sağcılar, Atatürkçüler, solcular, liberaller, sosyal demokratlar açısından hepsini kavrayacak biçimde geçerlidir. Eğer demokrasiye gerçekten inanıyorlarsa; eğer şeriat düzenini savunmuyorlarsa: eğer totaliter komünist değillerse, eğer faşizme karşıysalar: eğer Türkiye’de emperyalizmin işbirlikçisi değillerse bu nesnel ölçütlere “hayır” diyemezler.
Avrupa’nın bu ölçütleri bütün dünya toplumları açısından nesnel ve teknik öğelerdir. Aynen bir otomobil motorunun ya da saatin çalışması gibi. Çünkü özgürlükler, refah, toplumsal ve bireysel mutlulukların gerçekleşmesi için bu ölçütler, “olmazsa olmaz” değerlerdir.
Türkiye Atatürk devrimlerine girişirken bu nedenle Avrupa’dan bilim ve sanat insanları getirtmiş, gençlerimizi de Avrupa ülkelerine göndermişti. Üstelik, savaşını Avrupa’ya karşı kazanmış bir insan olarak bunu Atatürk tercih etmiştir.

Avrupa’nın diğer boyutu
Türkiye açısından Avrupa ile ilişkilerde diğer boyut ise “Avrupa insanının ve halklarının değil devletlerinin, Türkiye politikalarındaki olumsuzluklara ve emellere karşı önlem alma boyutudur.”
İngiltere, Fransa ya da Almanya Türkiye politikalarında kuşkusuz, “kendi ulusal siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel çıkarlarını esas alarak uygulamaya giderler”. Bu bir dostluk-düşmanlık meselesi değildir. Uluslararası ilişkilerde dostlar-düşmanlar yoktur, “devletler için ulusal çıkarları esastır”. Özellikle de demokratik devletler böyle düşünmek zorundadırlar: çünkü hükümetler halklarına hesap verirler. Halklarının refahı ve güvenliği ile özdeşleşmişlerdir.
Ancak Ortadoğu Arap ülkelerinde ya da diğer azgelişmiş ülkelerde görülen kral, emir, şeyh ya da şeklen seçilmiş (!) diktatör türü yönetimler halklarına hesap vermedikleri için, “ulusal çıkarlarını gözetmek durumunda değillerdir”. Sadece “kendi iktidarlarını düşünürler”.
Bu nedenle ben 1995’te AB ile imzalanacak olan ve Türkiye’yi “medeni nikâh yerine kuma durumuna sokacak olan gümrük birliği anlaşmasına”, 200 dolayında akademisyenle imzaladığımız bildiriyle karşı çıkmıştım. Çünkü anlaşma, “AB’nin kendi hukuk düzenine de aykırıydı ve tek yanlıydı.” Bizi “Avrupalı” değil, “Avrupacı” yapıyordu. İçimizdeki “Avrupacı- Batıcılar” da zaten bu nedenle desteklediler: “bizi nasıl olsa almayacaklar, bari arka bahçesi (kuması) olarak da benzemiş görünürüz” diye düşündüler. Hatta bunu, “siyasal İslama karşı bir koz sanarak büyük yanlış yaptılar ve bizi bugünkü noktaya getirdiler”.
Avrupacılar aslında, postmodern “İngiliz muhipleriydi”. Zaten bugünkü noktaya sürüklenmemize büyük katkıları oldu.
Türkiye’de Avrupalı kafada olanlar ile “Avrupacı” kafada olanlar “biçimsel” olarak çok yakın görünseler de özünde Türkiye’nin ulusal çıkarları ve demokratikleşme boyutunda siyah ile beyaz kadar karşıttırlar. Avrupalı değil ancak “Avrupacı” olanlarla fikir mücadelemde beni, “Avrupa karşıtı” diye suçlayanlar oldu.
Ancak bunlar, “kendi suçlarını gizlemek için” hem de bile bile bu yalana sığınmak zorundaydılar.
Bugün Türkiye’deki siyasal İslamcı çevrelerin Avrupa ile kavgası ile apayrı bir boyuttur. Bunlar “Avrupalı ölçütlerden (kriterlerden) uzaklaşmak ve Ortadoğulaşmak” için Avrupa ile kavga ediyorlar.

***

Mehmet Akif’lerden Hasan Âli Yücel’lere, Atatürk Türkiye’sinin kurucularını yetiştiren Vefa Lisesi’nin Boza Günü’nde 6 Mayıs Pazar günü buluşmak üzere…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları