İnternette yer alan bilgiyi olduğu gibi aktarıyorum: 555K; 5 Mayıs 1960 tarihinde, Ankara’da, Demokrat Parti aleyhtarı öğrencilerin yaptığı protesto eylemi. Adını 5. ayın 5. günü saat 5’te Kızılay’da düzenlenmesinden alan eylem Cumhuriyet tarihinin ilk “sivil itaatsizlik” eylemi olarak da anılır.
28-30 Nisan 1960 tarihlerinde polisle öğrenciler arasında çıkan çatışmalarda iki öğrencinin (Turan Emeksiz, Nedim Özpolat) hayatını kaybetmesi ülkedeki ortamı iyice germişti. Demokrat Parti mitingi için Kızılay Meydanı’na gelen dönemin başbakanı Adnan Menderes, şoförünün yolun kapalı olmasını söylemesine rağmen onu dinlemeyince bir anda kendini protestocuların arasında buldu. Rivayete göre (Kime göre?) o zamanlar öğrenci olan eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, şair Cemal Süreya’nın aktardığına göre ise Vedat Dalokay, Menderes’in “Ne istiyorsunuz?” sorusu üzerine başbakanın yakasına yapışıp “Hürriyet istiyoruz!” demişti. Menderes ise şu soruyla cevap vermişti: “Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?” 2000 yılında Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes ile buluşan Baykal, Aydın Menderes’e, o sözü söyleyenin kendisi olmadığını söylemiştir.
Meydanda toplanan üniversiteli öğrenciler, Plevne Marşı’nı şu şekilde değiştirerek söylemiştir:
“Olur mu böyle olur mu?/ Kardeş kardeşi vurur mu?/ Kahrolası diktatörler./ Bu dünya size kalır mı?/ Kızılırmak akmam diyor./ Etrafını yıkmam diyor./ Ünü büyük İsmet Paşa/ Ben sözümden dönmem diyor”
555K eyleminden yaklaşık 20 gün sonra, 27 Mayıs 1960 tarihinde Cumhuriyet tarihinin ilk askeri müdahalesi yapıldı.
***
555K’yi örgütleyenler ve katılanların çoğu Cebeci’de kapı komşusu olan Ankara Siyasal Fakültesi ve Hukuk Fakültesi öğrencileriydi. Ben o sırada Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümü’nde öğrenciydim. Okul, Cebeci’den çok uzakta Bahçelievler yakınlarındaki “Okullar” adlı bölgedeydi. Komşu teknik okullar ile karışık olarak Bahçelievler’e doğru yürüyüş yapıldı; tanklar ve tanklarla birlikte Adnan Menderes de geldi, kızlar yatakhanesi tarafından yuhalandı. Birkaç gün sonra 27 Mayıs darbesi oldu.
O sırada Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nda “Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti” şeklinde yapılan askerliğin tanımı (madde: 35) vardı. TSK müdahalelerini (27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1982) bu maddeye göre yaptığı için 35. maddenin “Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak” bölümü çıkartıldı ve “harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti” olarak olarak kaldı.
12 Mart 1971 günü Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanı generaller, emir komuta zinciri içerisinde kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini dayanak göstererek cumhurbaşkanı, Senato ve Meclis Başkanlığı’na muhtıra vermişti.
12 Eylül 1980 günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, kuvvet komutanları ve jandarma genel komutanından oluşan Milli Güvenlik Konseyi’nin liderliğinde Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından emir komuta zincirine uyularak 12 Eylül darbesi yapıldı.
İç hizmet yasasının 35. maddesi yürürlükte olsaydı TSK, AKP hükümetinin yönetim tarzını ileri sürerek çoktan yönetime el koyardı. AKP’nin vatandaşa karşı kullandığı zor siyasetini, uydurma nedenler ve yalancı gizli tanıklara dayanarak yaptığı yasadışı uygulamaları; gözaltına almaları, yasadışı tutuklamaları ve Ekrem İmamoğlu’na uygulanan yasa ve çağdışı yöntemi ve toplam olarak tek adam rejiminin demokrasi ve çağdışı Selefi yönetimini bahane ederek çoktan yönetime el koyardı. Kuşkusuz olasılık!
Yukarıdaki satırlar sakın TSK’nin müdahalesini özleyip beklediğim tarzda yorumlanmasın. TSK son müdahalesini 12 Eylül 1980 yılında yaptı. 12 Mart rejiminin hapse attığı, 12 Eylül darbesinin 46 yaşında emekli ve mağdur ettiği bir vatandaşım. Asker vatanı korumakla görevli bir varlıktır. Sivil yönetim demokrasinin sınırları içinde anayasaya, demokrasi ilkelerine ve vatandaşlık haklarına saygı göstererek ülkeyi yönetmek zorundadır.
AKP 2002’de iktidara geldiği zaman, R.T. Erdoğan’ın nefret ettiği Kemalist rejim ülkenin demokrasiyle yönetilmesi için gerekli altyapıyı hazırlamıştı. Ama R.T. Erdoğan demokratik Cumhuriyete uyum sağlaması olanaksız bir kafa yapısına sahipti ve “Oysa biz Müslümanlar için din İslamdır. En üst belirleyici İslamın ilkeleridir. Her şey ona göre belirlenir”1 diyordu. Ülkenin kaderi için ne büyük talihsizlik!
1 Metin Sever-Cem Dizdar, 2. Cumhuriyet Tartışmaları, Başak Yayınları, 1993, s. 427