Bugün “Dünya Laiklik Günü”. Bugün Demokratik ve laik Cumhuriyetin en büyük ve en ilham verici kaynaklarından biriyle, hatta birincisiyle, Fransız sosyalist siyasetçi ve düşünür Jean Jaurès’le (3.9.1859-31.7.1914) tanışacağız: Ben onu kısaca tanıtacağım. Google’dan hayatını okumanızı öneririm. Hele bir yayınevi, “La République Laïque”1 adlı kitabını dilimizde yayımlarsa laik ideale ve Cumhuriyete büyük bir katkıda bulunur.
1902 genel seçimlerinde Jaurès yeniden milletvekili seçildi. Meclisteki solcu topluluğu birleştirip canlandırdı. Topluluk, Combes kabinesinin laiklik yasalarına oy vermesini sağladı. Bundan sonraki yaşamı, kılavuz olduğu partinin yaşamıyla karışacaktır. Sosyalizm uğrunda kavgalarını yürütecek ve barış için yapılan kavga ona “kavgaların en büyüğü” gibi görünecektir. Bu yüzden de azgın milliyetçi (şoven) ve gericilerin öfkesini üstüne çekecektir. Hepsi hınçla ona karşı birleşeceklerdir. Sonunda bazı muhaliflerin (bunların en azgını Charles Maurras idi) kışkırtmalarına kapılan Raoul Villain adlı delinin tabancasından çıkan kurşun 31 Temmuz 1914’te Jaurès’i yere serecektir.
Birkaç saat sonra seferberlik ilan edildi. Böylece halkın bilincinde iki dram birbirine bağlandı. Sanki savaş dünyada dilediği gibi at oynatması için bu barış havarisinin uzaklaştırılması gerekmişti.
Jean Jaurès’e göre laiklik ve demokrasinin beşiği “okul” idi.
Jean Jaurès, “İşte bu yüzden, bu ülkede özgürlük ilkesine ve gerçeğine dokunmadan, bu ruh özgürlüğünü laik ve ulusal eğitim ve öğretim çalışmasında yaşayan bir gerçeklik haline getirme hakkımız var, görevimiz var. Bu nedenle, özgürlük açısından ve insan haklarının bütünlüğünden endişe duyarak bize önerilen kurtuluş yasasına oy vereceğiz” der. Ve bir toplantıda laik eğitim hakkında şöyle konuşur:
“Belediyenize, yani bizim belediyemize teşekkür ederim, bu laik okullar festivalinde bana, halkın akılcı ve bilimsel eğitiminin Cumhuriyetin temel bir ihtiyacı, hayati bir gerekliliği olduğunu bir kez daha söyleme fırsatı verdiği için teşekkür ederim. Bu eğitim sürekli bir ilginin konusu olmalı ve ulusun yaşamı ile okulun yaşamı arasında iletişim sürekli olmalıdır. Milli eğitim, bir demokraside hareketsiz ve sabit bir biçim değildir: Bir defaya mahsus olan, kurulup sonra da kendi haline terk edilmiş bir mekanizma değildir. Eğitim, bütün siyasi ve sosyal gelişmelerle bağlantılıdır ve sorunlar genişledikçe ve yenilendikçe yenilenmeli ve genişletilmelidir.”
“Fransa’yı eğitmemiz gerekiyor: Daha otuz dört yıl önce, despotizmin anavatanda yol açtığı korkunç felaketlerin ertesi günü, cumhuriyetçi partiden yüksek bir haykırış yükseldi: Fransa’yı yeniden inşa etmeliyiz; aydınlanmalı, eğitilmeli. Zorbalık, cehaletin kızı ve anasıdır, daha doğrusu cehaletin kendisidir. Çünkü bütün iradeleri tek bir iradeye tabi kılmak, ülkenin bütün aktif gücünü bir hanedanda ya da bir kastta toplamak, en azından kamu işlerinin yürütülmesinde vatandaşların zekâsını işe yaramaz hale getirir ve işe yaramaz bir organın çürümesi ve körelmesi bir yaşam yasasıdır. Özel çıkarların çok çeşitli ve bu kadar ateşli olduğu karmaşık toplumlarda, bu çıkarların yönetimine uygulanan zekâ yaşayabilir. Ve yüzeysel bir gözlemci, köle bir ulusta, ilk başta, düşüncenin azaldığını gözlemlemez. Ne var ki kent yönetiminden ve ulusal yaşamın yönetiminden dışlanan herkesin zekâsı, en yüksek amacını ve en güçlü kaynağını hep birlikte yitirmiştir. Ve bir kriz ortaya çıkar çıkmaz, olaylar karşısında yeterli değildir.”
“Her yurttaşa kamu işlerinin yürütülmesine müdahale etme hakkını veren ve onun için bir görev yaratan, onu sürekli olarak bir fikir ve iradeye sahip olmaya zorlayan cumhuriyetçi özgürlük, bu nedenle, tüm insanlarda, düşünce gücüne, irade gücüne sürekli bir çağrıdır. Bu nedenle o, büyük ve evrensel bir eğitimcidir.” (s.142)
“Demokrasi ve laiklik iki özdeş kavramdır. Demokrasi nedir? İlkenin uygulanmasını keyfi olarak kısıtlayan, ancak ilkenin kendisini mükemmel bir şekilde gören Royer-Collard onun belirleyici tanımını yaptı: ‘Demokrasi, hakların eşitliğinden başka bir şey değildir.’ Şimdi şu ya da bu vatandaşın şu ya da bu inanca, şu ya da bu dine bağlılığı onun için bir ayrıcalık nedeni ya da utanç kaynağıysa hakların eşitliği yoktur. Demokrasi, sivil, siyasal ya da toplumsal yaşamın hiçbir eyleminde hukuken din sorununu içermez. Bütün vicdanların, bütün inançların, bütün dinlerin tam ve gerekli özgürlüğüne saygı duyar, güvence altına alır ancak hiçbir dogmayı toplumsal yaşamın kuralı ve temeli yapmaz. Yeni doğmuş olan çocuğa, yaşam hakkını tanımak için hangi mezhebe ait olduğunu sormaz ve onu otomatik olarak herhangi bir kiliseye yazmaz. Vatandaşlara, bir aile kurmak istediklerinde ve aileyle ilgili tüm hakları tanımak ve garanti altına almak için evlerinin temeline hangi dini koyduklarını veya içine bir tane koyup koymadıklarını sormaz.” (s.145)
***
Uzun sözün kısası: Laik okul ve laik yargı olmadan laik devlet olmaz. Olmaz ama AKP iktidarının selefi hırsı laik Cumhuriyeti iğdiş ediyor. Ama bilmiyor ki demokrasi bir gün bunun hesabını sorar.
1 Gilles Candar, Biblis İnédit.