Benim De Animam

Hiç aklımıza geliyor mu bilmiyorum; belki de ruh diye bir şey yoktur! Bilinemeyenlerin ve açıklanamayanların hissettirdiği çaresizlik ruh kavramını.

Benim De Animam
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 27.02.2021 - 15:59

Alper Hasanoğlu, Cumhuriyet Cumartesi eki için yazdı.

Psikoloji tarihi, ruhun insanın neresinde olduğunu aramanın da tarihidir bir bakıma. Belki de ruhun bedenimizde nereye yerleşmiş olduğunu bulamıyor olmamızın çok basit bir nedeni vardır, sandığımızın aksine: Hiç aklımıza geliyor mu bilmiyorum; belki de ruh diye bir şey yoktur! 

Bilinemeyenlerin ve açıklanamayanların hissettirdiği çaresizlik ruh kavramını. Sonra da nerede bu ruh diye aramaya başladı herkes. Bedenin çeşitli yerlerinde yolculuklara çıkarıldı. En son kalbimizden beynimize göç etti. “Ruh hastalıkları beyin hastalıklarıdır,” dedi Alman psikiyatr Griesinger ve neredeyse noktayı koydu bütün tartışmaya. Sinirbilim bu iddianın doğruluğunu kanıtlamak için yıllardır uğraşıyor. Günümüzde beyin hücreleri arasındaki iletişim en ince ayrıntısına kadar biliniyor artık ama ruha sabit bir yer bulunamadı hâlâ beynin içinde. Yeni beynin – dolayısıyla ruhun – bağırsaklar olduğu bile iddia edildi – boka bulanmış bir ruh daha mı gerçek ki? Elbette olabilir –. Bütün bu kafa karışıklığı, “Ruhun acaba beynin içinde özel bir yeri yok da o bütün hücrelerimize içkin olarak mı mevcut?” diye düşünmeğe yöneltti sinirbilimi. Oysa ruhun bütün beden hücrelerimizin içinde var olduğu düşüncesi, ruhun olmadığının teyidi olarak da yorumlanabilir bana kalırsa. Bedenimiz var evet, ona dokunabiliyoruz ama ruhumuz yok, herhangi bir duyu organıyla duyumsamadığımız bir şey gerçekte var mıdır? Badiou Kant’ın aklın sınırları olduğu iddiasına ve ‘kendinde şey’ düşüncesine itiraz ederken Mao’dan bir alıntı yapar: “Şimdiye kadar bilmediğimiz her şeyi bilmeyi başaracağız.” – oldukça iyimser bir düşünce elbette. Badiou da bu keskin iddiayı biraz yumuşatır: “Ben her şeyi bütünüyle bildiğimizi söylemiyorum. Olduğu haliyle bilmeye dair aksiyomun, ‘her şeyi bilebileceğimiz’ olduğunu söylüyorum o kadar. (…) Ben inanıyorum ki her şey tamamıyla bilinebilir.” 

Çizen: Özge Ekmekçioğlu

Eğer öyleyse, bu noktaya geldiğimizde ruh denen şeyin de olmadığını kavrayacağız. Bedenimizin ihtiyaçları, itkilerimiz, arzularımız vardır sadece – dünyanın kendisinin dışında – ve bu da Nietzsche’nin yüzümüze bir tokat gibi ama sevgiyle savurduğu, bizim “kendimizin efendisi” olmadığımız gerçeğine işaret eder. Efendimiz bilinçdışımızdır ya da biz ‘bilinçdışı’na aitiz. 

Depresyonun nedenini, insanın kendine, çevresine / insanlara ve geleceğe olumsuz bakması olarak açıklayan kognitif terapi büyük bir gönül rahatlığıyla depresyonun bu açıklama modelinin sayısız bilimsel çalışmayla kanıtlandığını iddia eder. Kognitif terapi kurucusu Aaron Beck’in eğitiminden geçmiş birçok Amerikalı terapist de bu yöntemle bir türlü iyileşmeyen depresyon hastalarını Beck’in tedavi etmesi için onun kurmuş olduğu merkeze yönlendirirler. Tanıları çok ilginçtir: Realistik depresyon. Çünkü depresyon belirtileri gösteren hastalarının depresif olmak için oldukça gerçek nedenleri vardır ve insanı mutsuz etmesi ya da kişinin korku duymasına neden olan yaşantı ve durumlara, geleceğe, kendine yönelik gerçekçi bakışlarını değiştirememelerini – bir yandan da utana sıkıla – anlayabildikleri için tanıları realistik depresyondur. Çünkü depresyon ve kaygı olarak tanı alan birçok insanlık durumu aslında mutsuzluk ve korku yaşantılarıdır. Onları kognisyonlarını yeniden ve iyimser, kendi sonsuz potansiyellerine güvenerek değiştiremedikleri için bir de beceriksiz insanlara dönüştürmüş olur kognitif terapi. 

Fiziksel ve toplumsal nedenlerle ortaya çıkan sorunları ve sonrasında hissedilen mutsuzluk, korku, kızgınlık, hayal kırıklığı, hayata küsme vb. duyguları ruhsal hastalıklar olarak sınıflandırmaktaki etik sorundur aslında söz konusu olan. Bu durum, insanı birey olarak yaşadığı her şeyden – özgürleştirme yalanıyla – sorumlu kılan aydınlanma düşüncesinin bir sonucudur bir bakıma. “Düşünüyorum öyleyse varım,” “düşünüyorum öyleyse sorumluyum,” olur ve dış etkenler, bireyin etki alanı dışında kalan ve kontrol etmesi mümkün olmayan her şey bir kenara bırakılır. İnsanın isyan etmesini, başkaldırmasını engellemenin en ‘bilimsel’ yoludur bu. 

Bütün bunlar, insanın ölüm denen trajik gerçekliği kabul edemeyip bu hayatta sahip olduğu tek şey olan – geçici olup durmaksızın değişerek ve eskiyerek – beden yok olup gittikten sonra da başka başka bedenlerde bu acı dolu güzel dünyada var olmaya devam edebilme arzusu ve öylece, sanki hiç var olmamış gibi yok olma korkusuyla ilgilidir. 

Ruhun olmamasının kabulü halinde, psikoloji mi, yoksa felsefe mi eksilir, sanırım yanıtlanması gereken önemli soru budur. Hayata ve insana hiçbir şey olmayacak olması gerçeği, Melih Cevdet’in şu dizelerini aslında metnin en başına koymamızı zorunlu kılar: “Hayat bir sokak köpeğinin başıboş dolaşması gibidir.”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon