Taksim’de metrodan inip yukarıya çıkıyorum. Bir de bakıyorum, yarımay biçiminde bir otobüs durağındayım... Koca meydan beş yüz bin insandan tek bir gövde... Birden silahlar patlıyor... Gezi Parkı’nın oraya doğru koşmaya başlıyoruz... Tam otuz altı yıl sonra tam orada Gezi Direnişi’nin boy atacağından habersiz...
Ne zaman metrodan Taksim Meydanı’na çıksam, otuz dört canın yittiği 19 Mayıs 1977 canlanıverir gözümün önünde. Ardından da, on binlerce gencin 2013 başkaldırısı.
Çok geçmeden, hepsi silinir gider, göbeğinde Cumhuriyet Anıtı’nın Nasreddin Hoca’nın türbesi gibi kaldığı, beton çölüne dönmüş meydanın ortasında bulurum kendimi...
Beyoğlu’ya yönelirken arkama dönüp bakmıyorum, ayakta ölüp kalmış AKM’yi görmemek için. Sonra, ana caddenin itiş kakışından, kargaşasından kaçmak için arka sokaklara vuruyorum.
Bir zamanlar Lefter’lerin, Kadri’lerin bile oynadığı Beyoğluspor kulübünün sarı-siyah tabelasının önünden geçiyorum. Çocukluğumda Beyoğluspor’u çalıştırdığı sıralar Bülent Eken’in Rum meyhanelerinde nasıl el üstünde tutulduğunu anımsıyorum.
Galatasaray kulübüyle özdeşleşmiş Hasnun Galip’ten geçerken eski kulüp binasına kaçamak bir bakış atıyorum. Artık Galatasaray da orada değil...
Hamam’ın oradan Sultani’nin önüne çıktığımda, Cumartesi Anneleri’nin yıllarca bir araya geldiği yerde, bir Anadolu kentinin İstanbul’a yerleşmişleri dualar okuyup tekbir getiriyorlar...
Bir ölçüde dinginleşen caddede Tünel’e doğru yürürken, Gülten Akın’ın dizelerini mırıldanıyorum:
“Bir çağ ki öyle en olmayacağı / Kuşatır yasaklar üstünü örter / Susuz bir tavşansın dolanırsın / Suya değerken ayakların...”
Bir café’nin sigara içilebilen en öndeki iki masasından birine oturup bir sade kahve söylüyorum.
Saat kaç? En iyisi, Aziz Augustinus’a sormak. O bilir. “Kimse sormazsa, biliyorum zamanın ne olduğunu” diyor gülümseyerek. “Ama biri açıklamamı isterse, bilmiyorum...”
Hani, biri gündüz mü, gece mi olduğunu söylese, razıyım.
Tam o sırada, kendi kendine konuşarak Orhan Veli geçiyor önümden: “Bu ne acaip bilmece! / Ne gündüz biter, ne gece...”
Düşte miyim? Melih Cevdet gelip oturuyor karşımdaki iskemleye. Bakıyor. “Ne geceden günü, ne günden geceyi çıkarabildim” diyor, kalkıp gidiyor...
‘Ne gündüz biter, ne gece...’
Yazarın Son Yazıları
Bir ‘Ali Gevgilili ironisi’
Irgat’ın Türküsü
‘Tüm iktidar hayalgücüne!’
Milos Forman: Mizah ve eleştirinin formeni
Kâr ve kapital
Hücrede bir ‘Kuyucaklı’
İyi ki varsın edebiyat...
Dünya Kupası’nda hangi gruptan elendik?
Orwell yaşasaydı...
Kitapla 1 dakika!
Konuş, belleğim!
‘Hayır’ diyen insan...
‘Cahil’den ‘Korkuyorum’…
Heybeliada’nın belleği
Edebiyatın kurduğu kardeşlik
Kaleci Yevtuşenko
Hayır de!
2017’de ‘1984’...
‘El pueblo, unido…’
Behey gafil...
Dans ve müzik Lorca için sevişti…
Şimdi uzak yakın...
Tek başına kalsan da...
Yaşar Kemal’i özlerken...
‘Ne gündüz biter, ne gece...’
‘Hadi, Cumhuriyet’e gidiyoruz...’
Hangisi?..
Aklımıza dolanan ‘Ağ’...
Wajda: Insanlığın sesi
Yazarları da yarıştırırlar…
Bayram ‘kurban’ı
Homo Sapiens ikilemleri...
Sanat her şeye iyi gelir
Darbe-i mesel...
Futbol topunun dayanılmaz hafifliği
Futbol bahane, şovenizm şahane…
Abidin Dino’nun attığı ‘Gol!’
Tam bir cehalet...
Ha asker, ha sivil...
Cinayetin müzayedesi…