Celal Üster

Hücrede bir ‘Kuyucaklı’

02 Nisan 2018 Pazartesi

1972 Nisanı’ydı. 12 Mart askeri darbesinin en karanlık günleri. Sirkeci’de Sansaryan Han’da bir hücredeydim. Çok küçük bir oda. Tavandan sarkan bir ampul. Uzun süredir bir kitap şöyle dursun gazete bile okumamıştım...

***

Birinci Şube’nin koridorlarında gece olmuştu. 12 Mart’la birlikte Şube’ye nerdeyse el koyan MİT’çiler ortalıkta yoktu. Bir ara su getiren nöbetçi polis Mahmut’tan okuyabileceğim bir şey istedim. “Dur bakalım, bakarız...” dedi, kapıyı kilitleyip gitti. Aslında bir haber ya da bir yazı okuyabileceğim bir gazete parçasına bile razıydım. Aradan uzunca bir zaman geçti, Mahmut’tan ses yoktu. Doğrusu, benim umudum da yoktu. Ama o da ne! Anahtar kilidin içinde döndü, kapı açıldı, Mahmut bir kitap uzattı ve hiçbir şey demeden gitti.
Ölgün ışıkta kitabın kapağına baktım: “Kuyucaklı Yusuf” - Sabahattin Ali... Bir sevinç çığlığı attım mı, anımsamıyorum. Ama sanmıyorum. Olsa olsa sessizlikte gözlerim parlamış olabilir. Sabahattin Ali’nin bazı öykülerini okumuştum, ama romanlarından hiçbirini okumamıştım. Kitabı açtım. İlk sayfaya bir damga vurulmuştu: Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi... Hoppala! Anlaşılan, kitap, 1946’da kapatılan bu partinin merkezinden müsadere edilmiş ve Siyasi Şube’nin arşivini boylamıştı. Demek o gün bugündür orada yatıp duruyor, bir elin onu oradan alıp bana getirmesini bekliyordu!
Hemen yere oturup sırtımı duvara verdim; haksızlıklara başkaldırıp sırra kadem basan Yusuf’un öyküsünü okumaya başladım. O gece bitirmeliydim. Sabah gelip kitabı alabilirlerdi...

***

Polis Mahmut onca kitap arasından bana neden “Kuyucaklı Yusuf”u getirmişti? Bunun sırrını hiçbir zaman çözemeyecektim. Sırrını çözemediğimiz pek çok durumda yaptığımız gibi, “Rastlantı” deyip geçelim. Ama bu “rastlantı” sonucunda “Kuyucaklı”yla Sansaryan Han’da bir hücrede tanışmıştım. Ve onulmaz, umarsız, umutsuz gibi görünen o gece, “Kuyucaklı Yusuf”u bir solukta okumam beni dirençli, güçlü kılmıştı. “Kuyucaklı”nın romanın satırları arasından yükselip hücremi dolduran boyun eğmez ruhunu aydan arı, sudan duru bir hava gibi içime çekmiştim.

***

Geçende gazeteye uğradığımda Miyase İlknur’la sohbet ediyorduk. Miyase, “2 Nisan Sabahattin Ali’nin öldürülüşünün 70. yılı, o gün bir yazı yazmak istiyorum” deyince, aklıma düşüveren bu öyküyü anlattım ona. Defalarca hapis yatan, sürekli izlenmekten duyduğu tedirginlik yüzünden bu ülkeden ayrılmaya çalışırken “gizli eller” tarafından canına kıyılan Sabahattin Ali’nin yetmiş yıl önce öldürüldüğü bugün, bu öyküyü sizlerle de paylaşmak istedim...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Irgat’ın Türküsü 14 Mayıs 2018

Günün Köşe Yazıları