“O komünist, vatan haini terörist gençler”... “Beyoğlu’ndaki marjinaller”... Seçimlere giderken kültür savaşları sertleşiyor.
Siyasi faaliyet yapabilmek (adalete ilişkin konuları konuşabilmek) için, toplumda sözlerin anlam kazanarak et
ki yapmasına olanak veren bir anlamlar/ değerler sistemi, iletişim alanı içinde olmak, uygun araçlara erişebilmek gerekir. Bu alanın dışında kalanların, uygun araçlardan yoksun olanların sözleri, etkinlikleri siyasi anlam kazanamaz.
Siyasal İslamın liderliği, tüm çabalarına karşın ülkede siyasetin yapıldığı alanı, hâlâ tam olarak egemenliği altına alamadı; toplumun yarısı cumhuriyetçi, seküler, liberal, solcu değerleri kapsayan geniş bir kültürel alan içinde adalete ilişkin kaygılarını dile getirmeye, siyasal İslamın dayatmalarına direnmeye devam etti
Kıramıyorsan dışla...
Siyasal İslam, seçimlere giderken, direncini kıramadığı, susturamadığı kesimi siyaset yapılan alanın dışına itme, iradesinin sandığa yansımasını önleme çabalarını çeşitlendirerek hızlandırıyor. OHAL uygulamalarına, YSK’ye ek olarak, yeni seçim yasası kurumsal anlamda, savaş iklimi de konuşulabilir olanın sınırlarını Cihatçı-milliyetçi değerlerin parantezine alarak daraltıyor.
Seküler Cumhuriyetçi liberal kesime yönelik büyük tirajlı gazeteleri, popüler haber, eğlence TV kanallarını, medya platformlarını bünyesinde toplayan Doğan Grubu da siyasal İslamın medya ağına eklendi. Böylece siyasal İslama muhalif olan, projesine direnen kesimlerin adalete ilişkin kaygılarını dile getirme (siyasi etkinlik) olanaklarının kısıtlanması, siyaset alanının dışına itilmeleri, siyaset alanının, siyasal İslamın söylemi ve değerleriyle doldurulma süreci esas olarak tamamlandı.
Yalnızca yukarıdan aşağı değil
Siyasal İslamın “öteki”nin sesini kısma, adalete ilişkin kaygılarını konuşma olanaklarını elinden alarak siyasetalanının dışına atma süreci, yalnızca yukarıdan aşağı (devlet politikaları ve medya kontrolü) ilerlemiyor. Karşımızda en azından 16 yıldır sürmekte olan bir toplumsal mühendislik süreci de var. Bu süreç içinde siyasal İslam, toplumsal ilişkileri aşağıdan yukarıya doğru şekillendiriyor, kendi “hakikat rejimine” uygun insanlar, iktidar noktaları üretiyor; “öteki”nin adalete ilişkin kaygılarının anlam kazanarak siyasi sonuçlar yaratabileceği alanı kişisel ilişkiler düzeyinde de yeniden yapılandırarak daraltıyor.
Geçen yıllarda siyasal İslamın elindeki vakıfların, camilerin, Kuran kurslarının sayısındaki baş döndüren artış, eğitim sisteminin imam hatipleştirilmesi, Diyanet’in bu alana doğrudan nüfuz etme süreci çok tartışıldı. Türkiye’de AKP iktidara geldiğinde 60 bin olan imam hatip öğrencisi sayısı
1.5 milyona tırmanırken, yüz binlerce öğrencinin, tarikat okullarının ve yurtlarının eline terk edildiği vurgulandı.
Geçen hafta medyaya yansıyan bir araştırmada (Prof. Dr. Esergül, Eğitimde tarikatların etkisi) siyasal İslamın en önemli taban örgütleri, tarikatlara ilişkin çarpıcı veriler vardı: Türkiye’de belli başlı 30 tarikat silsilesi ve bunların 400 kolu var. Çoğunluğu İstanbul, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Batman, Van, Hakkâri, Şırnak, Muş, Bitlis, Gaziantep ve Şanlıurfa olmak üzere 800’ü aşkın medrese bulunuyor (aktaran Ali Sirmen). Türkiye’de 2.6 milyon kişinin bir tarikatla organik bağı bulunuyor. Sadece İstanbul’da 445 tarikat ve kolunun tekke, medrese ya da Kuran kursu adı altında binlerce çocuğa eğitim verdiği tespit edildi.
Siyasal İslamın bu yapılanması, muhalefet güçleri açısından çok karanlık bir görüntü sunuyor. Örneğin: Son düzenlemelerden sonra, muhalefet, seçimlerde hile yapılmasını, hangi kurumlara, kadrolara dayanarak önleyecek; siyasal İslamın propaganda makinesiyle medyada, toplumun içinde hangi araçlarla, örgütlerle, yöntemlerle rekabet edecek; sesini halka nasıl duyurabilecek?
Ne yazık ki, muhalefetin önünde, sesini duyurabilmek, siyaset yapabilmek için, siyasal alana, varlığını kitlesel olarak sergileyerek zorla girmekten başka bir seçenek kalmadı!
Kültür savaşları
Yazarın Son Yazıları
Pazartesi günü, 2026’ya girerken ABD ekonomisinin çok kırılgan, küresel ekonominin resesyon eşiğinde olduğunu vurgulamıştım.
Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.
“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun.
The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi.
Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler...
Küresel Organize Suç Endeksi’nin 2025 raporu açıklandı. Türkiye 2020’de 6.9 puanla 12. sıradayken bugün 7.2 ile 10. sıraya yükselmiş. Küresel ortalama 5.08. Bu endeks, sadece mafyanın gücünü ya da kaçakçılık hatlarını ölçmüyor; devlet içi yapılardan finansal suçlara, yargı bağımsızlığından ekonomiye sızmış suç ağlarına kadar geniş bir tabloyu ortaya koyuyor.
Küresel ısınma üzerine “Taraflar Konferansı” (COP30) Brezilya’da toplandı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
Trump’ın başkanlığından hoşnut olmayanların oranı yüzde 60’ı geçti.
Busan’daki Trump-Şi zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın jeopolitik dengelerinde güç, liderlik gibi kavramların yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor. Zirvenin sonunda Trump’ın “12 üzerinden 10’luk bir görüşme” sözleri, Şi’nin ise “Dev gemiyi birlikte yönetiyoruz” vurgusu, ”yeni” bir durumu sergiliyor: Amerika artık “tek süper güç” değil.
Gözlerimizi gerçeğe açmamız gerekiyor.
Z kuşağının emeğin, doğanın, LGBTQ ve kadın haklarının değersizleştirilmesine, ırkçılığa gözetim kültürüne ve kurumsal otoriterliğe karşı zaman zaman isyana varan direnişi, yalnızca bir kuşak çatışması değil, sermayenin denetim kapasitesini sınırlayan tarihsel bir başkaldırı biçimi. Tam da bu nedenle, işletmelerinde kontrolü yitirme korkusu, teknoloji sermayesini giderek demokrasi düşmanı, hatta faşizan reflekslere sürüklüyor.
İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gazze’de savaşın yerini alan ateşkes, ilk bakışta bir nefes alma imkânı sundu.
Cuma günü, Aurelien adlı bir yazarın “The cult of can’t” başlıklı denemesine rastladım. Perşembe yazımı okumuş olanların ilgisini çekeceğini düşünerek özetliyorum.
Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı.
Bu kez şanslıyım, önümde iki fotoğraf var. Meclis’in açılışında ve akşamında verilen davet sırasında çekilmiş bu fotoğraflar bugünkü siyasi şekillenmenin, “sağını-solunu”, çok güzel betimliyorlar.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Bilimde bazen bir sıçrama yalnızca araştırmacıların dar çevresini değil, tüm insanlığın geleceğini etkiler. 2020’de DeepMind’in geliştirdiği AlphaFold sistemi böyle bir andı.
“YZ dünyayı yutuyor” artık abartılı bir iddia değil.
Tsiridis’in çalışmasının en güçlü yanı, somut tarihsel analizleri belgelerle destekleyerek sivil toplumun (çoğunlukla göz ardı edilen) rolünü vurgulaması.
Dünya siyaseti ve ekonomisi, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde birbirine benzeşen güç dinamikleriyle şekilleniyor.
Gazze’de yaşananlar, uluslararası medyada sıklıkla “çatışma”, giderek soykırım olarak tanımlansa da Prof. Jiang Xueqin olanların arkasında çok daha karanlık bir gerçeğin yattığını söylüyor.
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı.
Endonezya, yaygın protesto gösterileriyle sarsılıyor. Başkent Cakarta’dan ülkenin dört bir yanına yayılan bu olaylar, sadece yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı derin eşitsizliklerin, devlet şiddetinin bir ürünü. İsyanın temelinde rejimin tüm kilit kurumların, parlamento dahil, içini boşaltmasıyla, demokratik haklarını kaybetmekte olduklarını hisseden geniş kitlelerin tepkisi yatıyor.
“Küreselleşme” yerini parçalanmaya bırakıyor, bir yeni-jeopolitik şekilleniyor.
Trump, seçim kampanyası boyunca, diktatör olmak dahil tüm arzularını açıkça söyledi. Dahası, Heritage Foundation “Project 2025” başlığı altında 900 sayfalık bir faşist devlete geçiş programı yayımladı. Bu program, devlet bürokrasisindeki özellikle de güvenlik bürokrasisindeki, “kurumsalcıları” ve “anayasalcıları” tasfiye ederek yerlerine başkana sadık olanları atamayı planlıyordu.
Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires).
Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?
Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor.
Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.
ABD ekonomisinde, stagflasyon, “konut krizi” kaygıları artarken Trump, Ulusal Muhafızları, Washington DC sokaklarında konuşlandırdı...
Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”.
Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar...
İskoçya’da imzalanan ABD-AB ticaret anlaşmasını, bir yorumcu, İngiltere’nin “Süveyş anına” benzetti. İngiltere, 1956’da Fransa ve İsrail ile Süveyş Kanalı’nı ele geçirmek için hamle yaptığında, ABD’nin, “Geri çekilmezsen finansal sistemini çökertirim” tehdidine boyun eğmiş, artık hegemonyacı bir güç olmadığını öğrenmişti. Sanırım, bu anlaşmayla, Avrupa Birliği de ABD ve Çin’in yanında 3. bir küresel hegemonya merkezi olmadığını anladı.
Çin liderliğinin iki yol ayrımı önünde tercih yapması gerekiyor.
Kürt hareketinin siyasi ve askeri temsilcileri uzun erimli bir proje bağlamında süreci ilerletebilecek bir fırsat yakaladıklarını düşünüyorlar. Haklı olabilirler. Ancak süreci doğru anlamlandırabildiklerinden emin değilim. Bugüne kadar Kürt halkının haklar ve özgürlükler taleplerini her zaman desteklemiş biri olarak düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Japonya’da pazar günü yapılan “Üst Meclis” seçimleri, ülkenin siyasi manzarasının değişmeye başladığını gösteriyor...
Ortadoğu’daki gelişmeleri jeopolitiğin gözlükleriyle okuma alışkanlığı yaygın. Halbuki, “jeopolitik”, devletlerin, “coğrafya kontrolü” konusundaki arzularına, kaygılarına ilişkindir. Emperyalizm ise kapitalizmin andaki ve bu anı kapsayan dönemdeki özelliklerinin anlaşılarak eleştirilmesine...