Geçen hafta ortasında, 100’e yakın insanın ölümüne, yüzlercesinin yaralanmasına yol açan çatışmalardan sonra Ukrayna’da iktidar ve muhalefet nihayet aklını başına toplayıp bir uzlaşma noktası bulmaya başlamış gibi görünüyordu.
Sonra her şey yeniden değişmeye başladı. Hem muhalefet içindeki radikal sağcı unsurlar silah bırakmayı reddediyorlardı (New York Times, 22/02) hem de Der Spiegel’de Uve Klussmann’ın vurguladığı gibi aslında, “Sorun ne Ukrayna - AB işbirliği anlaşmasının ne de Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in geleceği. Jeopolitik oyun ile Avrupa ve Avrasya’da gelecekte hangi güç merkezleri egemen olacak sorusu gündemin merkezine oturmuş durumda.” (20/02/2014)
Yine o ‘satranç tahtası’
Denklemin bir tarafında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın geçen aralıkta US-Ukrayna Vakfı’nın toplantısında konuşurken altını çizdiği gibi “1991’den bu yana Ukrayna’nın demokratik kurumlarını geliştirmek için 5 milyar dolar harcayan” (Information Clearing House. Info) ABD var. Aynı günlerde, Senator McCain, Kiev’in Bağımsızlık Meydan’ında, “Ukrayna halkı, bu sizin anınız! Hür dünya sizinle! Amerika sizinle!” diye bağırıyordu (Spiegel).
Denklemin öbür tarafında, Rusya’nin liberal eğilimli, Batı yanlısı olarak bilinen eski başbakanı Yergor Gaidar’ın dahi 2008’de uyarmak gereksinimi duyduğu gibi “Ukrayna NATO üyesi olursa savunma açısından kabul edilemez bir duruma düşmekten korkan”, bu yüzden, Financial Times’ın aktardığı gibi “Kırım’ı kaybetmemek için savaşa girmeye hazır olduğu düşünülen Rusya var” (20/ 02). “Ukrayna sorunu Rusya’da yalnızca Putin için değil, muhalefet için de kırmızı çizgi”(22/02). Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’a göre “Batı, muhalefeti yasaların dışında hareket etmeye teşvik ediyor”. Rusya Dışişleri Bakanlığı, muhalefeti Nazilere benzetip bir “Kahverengi Devrim”den söz ediyor (The New York Times 19/02).
Fillerin Ukrayna halkının üzerinde böyle tepişmesinin temelinde, Brzezinski’nin “Ukraynasız Bir Rusya Asya’ya sıkışır, Orta Asya sorunlarıyla uğraşmaya mahkûm olur” (...) “Almanya - Rusya işbirliği olasılığının önü alınmış olur” saptamaları yatıyor. ABD Ukrayna’yı Rusya’nın nüfuz alanından çıkarıp NATO’ya alarak Rusya’yı tecrit etmek istiyor. Rusya Ukrayna’yı, en azından donanması için yaşamsal öneme sahip Sivastopol limanından, ekonomisi için gerekli Kırım Merkezli Doğu Ukrayna bölgesinden dolayı ne pahasına olursa olsun kaybetmek istemiyor.
Peki bu denklemde Avrupa Birliği nerede? Çok etkili bir yerde değil. AB Ukrayna’yı kendine bağlamak istiyor, ama geçen aralıkta, görüşmelerde gereken mali yardımı vermek istemedi, zaten yerlerde sürünen Ukrayna ekonomisine çok ağır koşullar dayattı. Bunun üzerine Başkan Yanukoviç görüşmeleri askıya almak zorunda kalırken Rusya 15 milyar dolarlık yardım paketiyle devreye giriverdi. Spiegel yazarının, ABD’den gelen demeçler üzerine yaptığı “Böyle adeta açık çek vermeye benzeyen tatlı vaatlerin, Avrupa’nın en yoksul ülkesini iç savaşa sürme potansiyelleri var” saptaması, Almanya’da da ağırlıklı eğilimin Ukrayna sorununa Rusya ile ilişkilerini bozmadan yaklaşma yününde olduğunu düşündürüyor. Pazar günü muhafazakâr Alman gazetesi, Die Welt, yeni bir Yugoslavya senaryosu olasılığına işaret ediyor, “Diplomasiden Rusya dışlandığı takdirde Ukrayna’da bir çözüme ulaşılamayacağını” savunuyordu.
İç savaşın eşiğinde...
Başkan Yanukoviç ile muhalefetin lideri olduğu varsayılan siyasetçiler, Almanya, Fransa ve Rusya’nın da aracılığı ile yapılan pazarlıklar sonucunda, başkanın yetkilerini parlamento lehine azaltan 2004 anayasasına dönme, 10 gün içinde bir “ulusal güven hükümeti” oluşturma, aralık ayı sonuna kadar genel seçimlere gitme konusunda anlaşmışlardı. Hapisteki eski başkan Timoşenko serbest bırakılacaktı. Almanya’da muhafazakâr Die Welt ve Süddeustche Zeitung’un AB için büyük başarı olarak tanımladıkları anlaşmayı Rusya henüz imzalamamıştı; bu gelişmeleri meydandaki kalabalığa anlatmaya çalışan muhalefet liderleri yuhalandı; radikal unsurlar, Yanukoviç sabaha kadar istifa etmezse silahlı saldırılar düzenleyeceklerini açıkladılar (The New York Times 22/02).
Cumartesi öğleden sonra, meydan hâlâ doluydu, ek olarak başkanlık dahil tüm hükümet binaları isyancılar tarafından işgal edilmişti. Yanukoviç’in kaçtığı ve Doğu Ukrayna’da olduğu söyleniyordu. İçişleri bakanlığını alan muhalefetin “lideri”nin, aşırı sağcı militanları içişleri bakanlığı güçlerinde görevlendireceği bildiriliyordu. Russia Today kanalında konuşan uzmanlar bir darbe yapıldığını savunuyor, doğudaki halkın kendini korumaya hazırlandığına ilişkin haberler geliyordu.
Bu gelişmeler, Ukrayna’nın tarihsel, demografik özelliklerini de düşününce, bir iç savaşın patlak verme olasılığına işaret ediyor.
Bu sorunların temelinde aslında etnik, demografik, dini ve kültürel özellikleriyle bir değil iki Ukrayna olması yatıyor. Ülkenin Avrupa’ya yakın, AB’ye katılmak isteyen kısmı Ukraynaca konuşuyor; Katolik ve ekonomik olarak, ağır sanayi ve teknoloji merkezi olan doğuya göre daha yoksul. Aylık ortalama ücret Batı’da 1200-1300 Ukrayna lirası (Hirivania) iken doğuda 1600-3000 Hirivania düzeyine (Wikipedia) çıkabiliyor. Doğu Ukrayna’da nüfusun yüzde 60’ından fazlası Rusça konuşuyor, Rusya ekonomisiyle sıkı bağları var. Ayrıca büyük stratejik öneme sahip Odesa limanı, Kırım bölgesi, Sivastopol limanı bu kesimde. Bu liman ve sanayi kentlerinden Odesa’nın nüfusunun yüzde 30’u Rus kökenli iken, Sivastopol kentinin nüfusunun yüzde 72’si Rus kökenli. Rus kökenliler Rusça konuşuyor ve Ortodoks.
Buna karşılık, doğuya, “Sağ Sektör”, “Sotni” (Yüz’ler), “Swoboda” gibi, faşist milliyetçi gelenekten, tarihi Ruslarla sonra komünistlerle savaşmaya dayanan grupların militanlarının geldiği Lviv kentine baktığımızda nüfusun yüzde 88’inden fazlasının Ukraynalı ve Katolik olduğunu görüyoruz.
Bir taraftan ABD’nin stratejik hesapları, diğer taraftan Rusya’nın stratejik çıkarları, AB’nin iktidarsız müdahaleleri, Almanya’nın kararsızlığı arasında Ukrayna halkı bu tarihsel mirasının, dünya siyasetinin fillerinin ayakları altında ezilmeye başlıyor. ABD’nin 5 milyar doları, büyük olasılıkla Polonya üzerinden kimlere gitti bilmem, ama hızla silahlanan, şoven milliyetçi, Yahudi düşmanı, tarihsel olarak Rus düşmanı grupların etkinlikleri hem iktidarın, hem muhalefetin birbirinden hırsız ve yoz siyasetçileri Ukrayna halkının bu kaostan çıkma, bir iç savaşı önleme, ülke bütünlüğünü koruma şansını hızla azaltıyor.
‘Ukrayna’da Filler Tepişiyor’
Yazarın Son Yazıları
Pazartesi günü, 2026’ya girerken ABD ekonomisinin çok kırılgan, küresel ekonominin resesyon eşiğinde olduğunu vurgulamıştım.
Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.
“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun.
The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi.
Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler...
Küresel Organize Suç Endeksi’nin 2025 raporu açıklandı. Türkiye 2020’de 6.9 puanla 12. sıradayken bugün 7.2 ile 10. sıraya yükselmiş. Küresel ortalama 5.08. Bu endeks, sadece mafyanın gücünü ya da kaçakçılık hatlarını ölçmüyor; devlet içi yapılardan finansal suçlara, yargı bağımsızlığından ekonomiye sızmış suç ağlarına kadar geniş bir tabloyu ortaya koyuyor.
Küresel ısınma üzerine “Taraflar Konferansı” (COP30) Brezilya’da toplandı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
Trump’ın başkanlığından hoşnut olmayanların oranı yüzde 60’ı geçti.
Busan’daki Trump-Şi zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın jeopolitik dengelerinde güç, liderlik gibi kavramların yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor. Zirvenin sonunda Trump’ın “12 üzerinden 10’luk bir görüşme” sözleri, Şi’nin ise “Dev gemiyi birlikte yönetiyoruz” vurgusu, ”yeni” bir durumu sergiliyor: Amerika artık “tek süper güç” değil.
Gözlerimizi gerçeğe açmamız gerekiyor.
Z kuşağının emeğin, doğanın, LGBTQ ve kadın haklarının değersizleştirilmesine, ırkçılığa gözetim kültürüne ve kurumsal otoriterliğe karşı zaman zaman isyana varan direnişi, yalnızca bir kuşak çatışması değil, sermayenin denetim kapasitesini sınırlayan tarihsel bir başkaldırı biçimi. Tam da bu nedenle, işletmelerinde kontrolü yitirme korkusu, teknoloji sermayesini giderek demokrasi düşmanı, hatta faşizan reflekslere sürüklüyor.
İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gazze’de savaşın yerini alan ateşkes, ilk bakışta bir nefes alma imkânı sundu.
Cuma günü, Aurelien adlı bir yazarın “The cult of can’t” başlıklı denemesine rastladım. Perşembe yazımı okumuş olanların ilgisini çekeceğini düşünerek özetliyorum.
Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı.
Bu kez şanslıyım, önümde iki fotoğraf var. Meclis’in açılışında ve akşamında verilen davet sırasında çekilmiş bu fotoğraflar bugünkü siyasi şekillenmenin, “sağını-solunu”, çok güzel betimliyorlar.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Bilimde bazen bir sıçrama yalnızca araştırmacıların dar çevresini değil, tüm insanlığın geleceğini etkiler. 2020’de DeepMind’in geliştirdiği AlphaFold sistemi böyle bir andı.
“YZ dünyayı yutuyor” artık abartılı bir iddia değil.
Tsiridis’in çalışmasının en güçlü yanı, somut tarihsel analizleri belgelerle destekleyerek sivil toplumun (çoğunlukla göz ardı edilen) rolünü vurgulaması.
Dünya siyaseti ve ekonomisi, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde birbirine benzeşen güç dinamikleriyle şekilleniyor.
Gazze’de yaşananlar, uluslararası medyada sıklıkla “çatışma”, giderek soykırım olarak tanımlansa da Prof. Jiang Xueqin olanların arkasında çok daha karanlık bir gerçeğin yattığını söylüyor.
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı.
Endonezya, yaygın protesto gösterileriyle sarsılıyor. Başkent Cakarta’dan ülkenin dört bir yanına yayılan bu olaylar, sadece yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı derin eşitsizliklerin, devlet şiddetinin bir ürünü. İsyanın temelinde rejimin tüm kilit kurumların, parlamento dahil, içini boşaltmasıyla, demokratik haklarını kaybetmekte olduklarını hisseden geniş kitlelerin tepkisi yatıyor.
“Küreselleşme” yerini parçalanmaya bırakıyor, bir yeni-jeopolitik şekilleniyor.
Trump, seçim kampanyası boyunca, diktatör olmak dahil tüm arzularını açıkça söyledi. Dahası, Heritage Foundation “Project 2025” başlığı altında 900 sayfalık bir faşist devlete geçiş programı yayımladı. Bu program, devlet bürokrasisindeki özellikle de güvenlik bürokrasisindeki, “kurumsalcıları” ve “anayasalcıları” tasfiye ederek yerlerine başkana sadık olanları atamayı planlıyordu.
Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires).
Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?
Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor.
Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.
ABD ekonomisinde, stagflasyon, “konut krizi” kaygıları artarken Trump, Ulusal Muhafızları, Washington DC sokaklarında konuşlandırdı...
Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”.
Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar...
İskoçya’da imzalanan ABD-AB ticaret anlaşmasını, bir yorumcu, İngiltere’nin “Süveyş anına” benzetti. İngiltere, 1956’da Fransa ve İsrail ile Süveyş Kanalı’nı ele geçirmek için hamle yaptığında, ABD’nin, “Geri çekilmezsen finansal sistemini çökertirim” tehdidine boyun eğmiş, artık hegemonyacı bir güç olmadığını öğrenmişti. Sanırım, bu anlaşmayla, Avrupa Birliği de ABD ve Çin’in yanında 3. bir küresel hegemonya merkezi olmadığını anladı.
Çin liderliğinin iki yol ayrımı önünde tercih yapması gerekiyor.
Kürt hareketinin siyasi ve askeri temsilcileri uzun erimli bir proje bağlamında süreci ilerletebilecek bir fırsat yakaladıklarını düşünüyorlar. Haklı olabilirler. Ancak süreci doğru anlamlandırabildiklerinden emin değilim. Bugüne kadar Kürt halkının haklar ve özgürlükler taleplerini her zaman desteklemiş biri olarak düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Japonya’da pazar günü yapılan “Üst Meclis” seçimleri, ülkenin siyasi manzarasının değişmeye başladığını gösteriyor...
Ortadoğu’daki gelişmeleri jeopolitiğin gözlükleriyle okuma alışkanlığı yaygın. Halbuki, “jeopolitik”, devletlerin, “coğrafya kontrolü” konusundaki arzularına, kaygılarına ilişkindir. Emperyalizm ise kapitalizmin andaki ve bu anı kapsayan dönemdeki özelliklerinin anlaşılarak eleştirilmesine...