Yazgülü Aldoğan

Bir savaşın tozlu anıları üzerinden

29 Kasım 2018 Perşembe

Bugün, babamın öldüğü gün. Hiç tanımadığım, hiç baba diyemediğim, hiç kucağına çıkıp oturamadığım babamın, ülkesinden binlerce km uzakta, sözüm ona barış adına, ne olduğunu çok da bilmeden, Amerikan birliklerinin fazla zayiat vermeden geri çekilmesini sağlamak için Simni Köyü’nde bir tepede sabaha kadar iki askeriyle birlikte savaştığı gün. Kunuri Savaşı’nın başı. Kore, kuzey ve güney diye ikiye ayrılmış, sefalet içindeki köylüler iç savaşın acımasızlığı içinde birbirini öldürüyor. Aslında savaşan emperyalist güçler: ABD ve Rusya! Güney Kore’nin arkasında ABD, Kuzey Kore’nin arkasında Rusya, müttefikleriyle birlikte, bir dünya savaşı provası yapıyor. Menderes Hükümeti, Amerikancı politikasıyla, NATO’ya girme hevesi içinde, TBMM’den bile geçirmediği bir kararla, yurtdışına savaşmaya asker gönderiyor. Gönüllü gidenler maceracı gençler, dolar hesabıyla para alırım diye düşünenler. Askerler gönüllü gitmez, gönderilir; Kuşadası’nda Askerlik Şubesi Müdürü olan, biri yeni doğmuş iki küçük kızı ve annesini yeni kaybetmiş eşini yalnız bırakmaya pek de gönüllü olmayan babam gibi. Ama emir var. O dönemin koşulları içinde yol da zor. Önce Ankara, görev emri. Sonra İskenderun, gemiye biniş ve Süveyş Kanalı’nı geçerek denizlerde 28 gün süren zorlu bir yolculukla, sabahtan akşama savaş tatbikatı yaparak geçen bir yolculuk. Pusan’da birkaç gün kaldıktan sonra, cepheye intikal. Türk taburunun henüz kaybı yok. Kunuri Savaşı patlayana kadar. ABD askerleri Kuzey ve Güney’in ayrıldığı 36. paraleli aşıp Kuzey’de ilerlemeye başlayınca beklenmedik bir gelişme olur. Çin, bir gece yarısı Kuzey Kore’nin yanında savaşa katılır. Çin’in en büyük silahı, insan gücü. Gece karanlığında kahverengi çuha kıyafetleri içinde seçilemeyen yüz binlerce Çinli dağlarda yavaşça yürüyerek gelirken kimse fark etmez! Ta ki ABD kuvvetleri ağır silahları ve araçlarıyla dağ yollarında sıkışıp kalana kadar. Kum gibi Çinli yağmaktadır karşıdan. Amerikalılar, manevra yapamadıkları araçlarını bırakıp yaya kaçmaya başlar. Onların yolunu koruma görevi babam ve askerlerinde. Tepeyi tuttukları köydeki ilkokul cephanelik. Bombalar bitene kadar atarlar. Sonrası şehitlik.

899 şehit
Kunuri Savaşı’nda 175 Türk askeri şehit olur. Kore’de toplam şehit sayımız ise resmi rakamlara göre 899’dur. O savaşa katılmış ve gazi olmuş askerler en büyük sıkıntılarının aynı ülkenin insanı olan Kuzey ve Güney Korelileri, yani düşman ve müttefiki ayırt edememek olduğunu anlattılar bana. İç savaş ne korkunç değil mi? Bir de buna dilini, coğrafyasını, yemeğini, alışkanlıklarını bilmediğin bir ülkede savaşmayı eklersen? Günümüz Türk insanı tarihini dizilerden öğreniyor. Kore Savaşı’nı da biraz Ayla filminde gördüler, yoksa birkaç kahramanlık destanı dışında ne olup bittiğini bilen, hatırlayan yok. O kahramanlardan biri de belki kahraman olmayı aklına getirmemiş, dağlarda atıyla dolaşıp kayalara tırmanan, kayaktan futbola, sporu seven, bir cesur yürek, bir yalnız er kişi. Savrulduğu Kore’de, savaş demişler, savaşmış, kanının son damlasına kadar.

Öğrenciler, erler…
Bugün onu ve bütün şehitlerimizi saygıyla anarken sözü biraz da şuraya getirmek istiyorum. 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin tozu dumanı biraz aralandığında, tutuklanan ve sorgulanıp bırakılmalarını beklerken birbiri ardına müebbete mahkûm edilen başta askeri öğrencilerin ve erlerin durumunu izleyip yazmamın, onların suçsuz olduğunu söylememin nedeni buydu. Askerlikte neyi niye yaptığınızı sorgulama hakkınız yoktur. Hele hele er, öğrenci, çavuş, hatta teğmen, babam gibi yüzbaşıysanız. Git derler, gidersiniz, savaş derler savaşırsınız. Ki 15 Temmuz gecesinin kaosunda o erler, öğrenciler, hatta kışlasından çıkmamış stajyer astsubayların ne suçu vardı ki mahkûm oldular? Yüzlerce öğrenci, er, çavuş, cezaevinde, keyfi eziyetlerle, bazen kitap bile verilmesine karşı çıkılarak iki yıldır yatıyorlar? Benim babam Kore Savaşı’na giderken niye gittiğini biliyor muydu? Askerdi, subaydı, savaşa git dediler. Annemi küs bırakıp gitti. Beş mektup yazmış, hiçbirine yanıt alamamış. Hep beni sormuş mektuplarında, doyamadığı kızını. O harp okulu öğrencilerini kamptan çıkarıp otobüslere bindirip götürüyorlar, niye gittiklerini, nereye gittiklerini bilmiyor onlar. Şimdi hain damgasıyla yatıyorlar Silivri’de. Benim yüreğim kaldırmıyor bunu. Erler var hâlâ yatan. O davalar üstünkörü yapıldı. Silah, balistik incelemesi, video görüntüleri, hiçbirine bakılmadı. Bunları yazıyorum, söylüyorum diye bana da düşman oldular, oradan buradan bulup canımı yakıyorlar, ben zaten bir can vermişim bu ülkeye. Mesleğimi de hak hukuk, vicdan mücadelesi için seviyorum, yapıyorum. İşte bugün de biraz böyle, özelden genele gittik, sevgili okur!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları