Dünyanın çalkantılı bir dönemden geçtiği açık. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle beraber demokrasi ve serbest piyasa ekonomisinin alternatifsiz bir formül olduğuna dair kabul çatırdıyor. Tarihin sonu geldi denmişti fakat tarih pek o fikirde değil gibi.
Dünyada güç dengesi özellikle Çin’in yükselişiyle yeniden belirlenmekte. Küreselleşmenin amiral gemisi ABD, bugün ticaret savaşlarına hevesli, gümrük duvarlarını yükselten bir ülke.
Demokrasi, ülkeler arası işbirliği, insan haklarına saygı, hukuk devleti gibi kavramları temel metinlerinde kurucu ilkeler olarak belirlemiş Avrupa Birliği’nin zayıfladığı da açık.
Bundan on sene evvel söylense çok az kişinin tahmin edebileceği yeni bir dünyadayız. Yeni dünya kurulurken belirsizliklerin artması da beklenmedik iş değil.
Üç sene önce Rus jetini vurup Rusya’yla ilişkileri koparmak üzereyken bugün ABD’yle büyük bir gerginlik yaşıyoruz. Daha geçen sene iktidar medyasının “dişi Hitler” diye tanımladığı Merkel’in yönetimindeki Almanya’yı bugün ABD’ye karşı yanımızda durdu diye övmekteyiz.
Dış politikada esneklik iyidir elbette. Devletlere hareket imkânı sağlar. Ancak esneklikle dağınıklık aynı şey değil.Ülkenin verdiği görüntü bir fırtınada batmamak için bir oraya bir buraya yanaşan bir gemi. Bu gemiyi izleyen kimse kaptanının ve mürettebatının becerikli olduğunu ileri süremez.
Türkiye şayet bugün ABD başkanının bir iki tweet’i ve şimdilik çoğunlukla sembolik yaptırım kararlarıyla böylesine sert bir ekonomik türbülansa giriyorsa, bu evvelden zayıflamış olduğu için. Dışarıdan gelen parayı betona dökmekten ibaret bir ekonomi politikasının memleketi bu hale getirmesine de şaşırmamak gerek.
Hukuk devletinin rafa kaldırılması ve bütün yetkilerin tek kişide toplanması da bir ülkeyi zayıflatır. İstediğini elde etmek isteyen bir dış güç, bütün kurumları ve karmaşıklığıyla bir tüzel kişi olan devletle uğraşmak yerine karşısında bir kişi bulunca işi kolaylaşır.
Artık kabak tadı veren gemi benzetmesinden devam edersek, kaptanın elinde gemideki herkesi etrafında toplamak haricinde bir yöntem kalmamıştır. Muhalefetin kaptanın muhalefeti haline gelmesi şarttır. Muhalefet de çoğunlukla bunu kabul etmiştir. Kaptanın gemiyi sürüklemesine itiraz edenleri ise, gemide bolca bulunan mahzenler beklemektedir.
Oysa kaptan gemiyi yürütemiyorsa, kaptan değiştirmek de bir yoldur. Ancak memleketimizde demokrasinin olmazsa olmaz bu kuralını dillendirmek bile vatan hainliği suçlamasıyla karşılaşmak riskini taşır. Muhalefet ise iktidara gelme umudunu kaybettiğinden olsa gerek geminin nasıl idare edilmesi gerektiğini gür bir sesle dillendirememekte.
Gemiyi kurtarmak için başarısız bir kaptanın etrafında toplaşmak mı yoksa geminin nasıl sağ salim yüzdürüleceğini söylemek mi gerekir?
İlki basiretsiz ve tembel bir tavır, ikincisi de zorlu ve risklidir. Ancak vatanseverlik ikinci yolu tutmayı gerektirir.
Gemi ve kaptan
Yazarın Son Yazıları
Tutuklu yargı
Ete doyan vatandaş balığa yöneliyor
Kimiz biz?
Trump gidiyor mu?
Milli birlik
Gemi ve kaptan
Yazık ettiniz efendiler
Krizin faturası
Trump, Erdoğan, Brunson
Brunson meselesi
Yapalım yargıda şeyini...
Orta ve Doğu Avrupa’yı gezerken
Anayasa yok
Afrika tipi başkanlık
Muhalefet partilerinin hali
Yılgınlık
Soylu ne yapıyor?
Nasıl olacak?
Demokrasi. Şimdi!
Büyük uzlaşmaya doğru
Bir hafta kala
Az kaldı
İhtimaller
Adayı alkışlamak
En tuhaf seçim
Akıldışı
Nedir bu ‘senaryo’?
Gençlik Bayramı
Tekme
Seçime damgasını vuranlar
Bir umut
T A M A M derken
Sıkıcı manifesto
Devlet imkânı
100 bin imza?
Teşhis ve tedavi
İlk tur, ikinci tur
Biraz dinlen
Geçmişin Türkiye’sinin erken seçimi
Cin şişeden çıktı