Cumhurbaşkanı’nın yeni danışmanı Mariam Kavakçı henüz yirmi yaşında bile değil ve Instagram’dan paylaştığı pozları insana yeni kuşak türbanlılar konusunda oldukça net bildirimler sunuyor ve bizim de ilgimizi çekmemesi olanaksız.
Şimdi şöyle dediğinizi duyabiliyorum, o fotoğraflar özel hayata girer, genç bir kadını sırf fotoğrafları nedeniyle eleştirmemek gerekir. Doğrudur ama ne yazık ki, onu danışman yapan Saray erkânı, bir mekânda içki içtiği için türbanlı hemcinsleri tarafından suç duyurusunda bulunulan genç bir kadın oyuncu için, (Deniz Çakır) “kıyafetine göre insan belirleyecek olsaydık, senin AVM’de değil kerhanede olman gerekirdi’ sözlerini söylemekte hiçbir sakınca görmüyorsa bizim de fotoğraflarında özellikle dili dışarıda danışmanı görünce “ne oluyor?” diye sorma hakkımız vardır.
İyi ki danışman olmuş, böylece yeni kuşak türbanlılar hakkında birkaç söz söylememize fırsat tanıyor. Önce şunu söylemek mümkün, türban artık bir dini sembol değil daha çok bir moda enstrümanı. Öğrencilerimden biliyorum, başlarını kapatan gencecik kızlara soruyorum: “Neden?” Kiminin babası istemiş, kimi kendiliğinden başını kapatmış. Ama türbanın nereden geldiğini bilmiyorlar. Kuran’da yazıp yazmadığını bilmiyorlar. Onlara türbanın Sümerlere dayandığını, bu uygarlıkta zengin ailelerin ilk kızlarını fahişelik görevi yapmaları için belli bir süre tapınaklara yollamak zorunda olduğunu anlatıyor, halk karıştırmasın diye de bu kızların başını örtmesinin zorunlu kılındığını söylüyorum. İlk baş örtünme onlarda, ardından Yahudiler de bu geleneği değiştirerek almışlar ve kiliselerde yaşayan rahibelerin bu biçimde örtünmeleri herkes tarafından kabul edilmiş. Bu bilgiyi verdiğim için bana teşekkür edenler bile var.
Bugün yaşları 18-20 arasındaki gençlere Z Kuşağı deniyor. Özellikle çokuluslu şirketler bu kuşak hakkında sürekli çok ciddi araştırma yapıyorlar çünkü sattıkları malın alıcısı onlar ve onların davranış özelliklerini öğrenmek istiyorlar. Kuşağın en önemli özelliği olarak çabucak sıkılmaları çıkıyor, bir de geçmişi hiç merak etmedikleri. Bu Z Kuşağı içinde başlarını örten genç kızlar da var. Ama onlar da eğlenmek istiyorlar, Instagram’da komik pozlarını yaymak istiyorlar. Öte yandan ülkemizde İmam Hatiplerde de dahil okullarda gerçek bir din eğitimi verilmediğinden, din felsefesi yok sayıldığından şekilcilik alıp başını gidiyor, sonuç hem başını örten hem de çok makyajlı, sivri topuklarıyla yürümekte zorlanan yeni bir model ortaya çıkıyor. Yani dinin önerdiği mütevazı olmak, göze batmamak, merhametli olmak, dayanışma içinde olmak, yani insana ait tüm duygular bu karmaşa içinde hiç tartışılmıyor. Hiç konuşulmuyor.
Şimdi bunları geçelim ve daha politik bir yerde duralım. Bizim vergilerimizle yaşayan Saray’da kaç danışman bulunuyor? Gerçekten merak ediyorum. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarına baktığımda gerçekten danışman kadrosunun oldukça vasat olduğu görülüyor. O zaman bir soru geliyor aklıma, başka birileri mi, bizim bilmediğimiz birileri mi ülkeyi yönetiyor? Bütün kurumlar göstermelik birer aksesuvar mı? Nasıl bir oyun oynanıyor ki, biz sürekli figüran kadrosundayız?
Bu günlerde sürekli bunu düşünüyorum. Üstten birileri, bilmediğimiz birileri inanılmaz bir gaddarlıkla ülkeyi uçuruma doğru götürüyor. Eğer düşündüğüm gibiyse, Mariam Kavakçı’nın danışman olması hiç de rastlantı değil. Annesi elçi, kız kardeşi de danışman, aileden biri de milletvekili. Nedir Kavakçı ailesinin bu saltanatı. Bu saltanat kimin elinden bahşediliyor. Doğrusu bunu öğrenmek için ne yapmak gerek bilmiyorum. Ama işlerin çığrından çıktığı artık su götürmez bir gerçek!
Ve biz seçime gidiyoruz. Nasıl bir potaya geldik ki, bu seçim işi başımıza kaldı. Yerel bir seçim yapıyoruz ama sanki genel bir seçim gibi. Ve ben hâlâ kendi bölgem Kadıköy’de kimin aday olduğunu bilmiyorum. Şaşkın bakıp duruyorum ve Z Kuşağı’nın türbanlı ya da türbansız kızları Instagram’dan tuhaf fotoğraflar paylaşmaya devam ediyorlar.
Yeni kuşak türbanlılar...
Yazarın Son Yazıları
Sevgili okurlarım, yıllar önce İspanya’nın Endülüs bölgesinde dolanırken nereden aklıma düştüyse yolda gördüğüm Çağlar Boyu İşkence Aletleri Müzesi’ne girivermiştim.
Sevgili okurlarım gerçekten bıktım, neden mi?
Sevgili okurlarım bir an kendimi bir reklam şirketinde çalışırken buldum.
Geçtiğimiz hafta, uzun zamandır siyasal ve ekonomik belirsizlik, biri biterken öteki başlayan savaşlar ve giderek şiddetini artıran emek sömürüsü karşısında umutsuzluğa kapılan dünya halkları, uzun zamandır egemen güçler tarafından özellikle unutturulan bir sözcüğü yeniden anımsadı: “Sosyalizm!”
Sevgili okurlarım tarih bize, ülkelerin çökmesine en çok yardım edenlerin kraldan çok kralcılar olduğunu gösterir.
Sevgili okurlarım ülkemin içinde bulunduğu belirsizlik durumu, giderek çoğalan çocuk çetelerinden söz etmek, öldürülen yoldaşların ardından ağıt yakmak, her gün bir kadın cinayetiyle yüz yüze gelmek beni hiç olmadığım kadar umutsuzluğa sürükledi.
Sevgili okurlarım bu hafta bir vatanseveri, bir doğa koruyucusunu, işi sadece gerçekleri belgelemek olan bir güzel insanı Hakan Tosun’u toprağa verdik.
Bir avukat İstanbul’da kalabalık bir caddede, ofisi önünde maskeli kişiler tarafından Kalaşnikoflarla taranarak öldürülüyor.
Sevgili okurlarım insanın tüylerini ürperten. “Bu kadar da olmaz” dedirten bir fotoğrafa bakıp duruyorum.
Sevgili okurlarım hepiniz benim Adana sevgimi bilirsiniz.
Onun hiçbir şeyden haberi yoktu.
Sevgili okurlarım şimdi gelin İtalya’nın Roma kentinde vahşet resimlerinin sergilendiği bir müzeye girelim.
Sevgili okurlarım bugüne kadar hiçbir kitap beni böylesine acıtmamıştı.
Sevgili okurlarım, sivil itaatsizlik özellikle yasalardan, yönetimden hoşnut olmayanların başvurduğu bir eylemdir.
Sevgili okurlarım bugün yazıma Leonard Cohen’in “Herkes biliyor geminin su aldığını./ Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini./ Ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu” şiiriyle başlayayım dedim, herkes biliyor da ben neden böyle doktorun az önce biyopsi yaptığı bir hasta gibi endişeyle bekliyorum.
Sevgili okurlarım iyice kafa sersemi olduk.
Sevgili okurlarım bu yaz kendimi büyük bir açık hava tiyatrosunda oyun izliyor gibi hissediyorum.
Sevgili okurlarım bir hafta önce ülkemizde her yer yanıyordu.
Sevgili okurlarım başlık benim değil, sosyal medyada gördüm, sahibini aradım, bulamadım ama bu başlığa vuruldum.
Sevgili okurlarım bu hafta yazar Pınar Kür’ü sonsuza uğurladık.
Sevgili okurlarım ne yazık ki kavşağa geldik arabayı ya uçurumdan aşağı süreceğiz ya da hepimiz yepyeni sorular sormaya, çözümler bulmaya çalışacağız.
Başlığım kimseyi şaşırtmadı değil mi? Evet, bu canım ülkede yepyeni bir savaş deneniyor.
Sevgili okurlarım şimdilik füzelerle, insansız uçaklarla yapılan savaş bitmiş görünüyor, doğrusu ben bittiğine hiç inanmıyorum. Bir yerlerde gene füzeler uçacak, çocuklar ölecek, ölüyor da. Şimdi gelelim bizdeki asıl savaşa. Evet dostlarım ülkemizin zeytinliklerimizi bitirme savaşı bu.
Sevgili okurlarım meğer bizim bu kadim ülkemizde ne kadar çok savaş uzmanı varmış.
Sevgili okurlarım, epey bir zamandır yaklaşık 20 yıldır bu köşede neredeyse aynı sorunları yazmaktan bıktım.
Sevgili okurlarım gene bir bayram günü, üstelik pazar. Açık konuşmayı severim bilirsiniz öyleyse açık konuşayım ben bu bayramı hiç sevmem.
Sevgili okurlarım bir kentten başka bir kente taşınmak ne kadar zormuş.
Sevgili okurlarım 50 yıldır yaşadığım İstanbul’u bırakıp Kocaeli’nin Değirmendere Mahallesi’ne taşınıyorum.
Sevgili okurlarım 25 yıllık hayat ve iş arkadaşım, kızım Dünya’nın babası cebinde şiirlerle dolaşan tüm hayatı boyunca devrime inanan film yönetmeni Ali Özgentürk’ü sonsuzluğa uğurladık.
Yurdumuz yeniden bizim olmalı!
24. yılını kutlayan Afyonkarahisar Klasik Müzik Festival
Unutma deprem geliyorum der ve gelir!
Analar babalar, çocuklarımıza kıyıyorlar!
Bak şu işe ben şu küçücük Yunanistan’ı kıskanıyorum!
Boykotun sessiz çığlığı
Plastik mermi, cop, tazyikli su ve bitmeyen tutuklamalar
Hep birlikte haykırıyoruz: ‘O gün bugündür!’
Cihatçılar Alevileri ve muhalifleri öldürürken...
Ah ne çok öldük!
Ne oldu barış mı gelecek?