ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin Zaferi Üzerine Düşünceler

10 Kasım 2014 Pazartesi

Geçen hafta salı günü Cumhuriyetçi Parti hem meclisin hem de senatonun kontrolünü eline geçirdi. Obama yönetimi, 2016 Başkanlık seçimlerine kadar sürecek zor ve belirsiz bir döneme girdi. Yorumcuların büyük çoğunluğu, Obama’nın bir “topal ördek” başkan olacağını, kendisinden önceki başkanların ikinci dönemin sonuna doğru yaptıkları gibi, içerde yasama organında karşılaşacağı sıkıntılardan, dışilişkilerdeki sorunlar üzerinde yoğunlaştırarak kurtulmaya çalışacağını düşünüyorlar.
Dünyada çok kritik ekonomik ve siyasi sorunların birikmeye devam ettiği bir dönemde, ABD’de yasama ve yürütme organları arasında oluşan bu yeni dengenin iç ve dış politikada yaratabileceği etkiler de yoğun biçimde tartışılıyor.

Cumhuriyetçiler kazanmadı, Demokratlar kaybetti
Bu seçimlere giden sürece, seçimlerin kimi özelliklerine bakınca, aslında, meclis ve senato seçimlerini, Cumhuriyetçilerin kazanmadığını, Demokratların, özellikle de Obama’nın kaybettiğini söylemek olanaklı.
Cumhuriyetçilerin önemli gazetelerinden Wall Street Journal bile, “Cumhuriyetçi Parti adaylarını birleşik bir politik gündem sunamadıklarını ama, Obama karşıtı etkin propaganda ile sonuç aldıklarını kabul ediyor.
Gerçekten de seçimlere katılım yüzde 40’ın altında kaldı. Cumhuriyetçilerin seçmenin yüzde yirmisinden biraz fazlasının oyunu alabildikleri söylenebilir. Kamuoyu yoklamaları, oy verenlerin içinde orta ve yukarı yaşlardaki, ağırlıklı olarak Cumhuriyetçileri destekleyen seçmenin oranının, genel seçimlere göre yüksek, gençlerinkinin ise daha düşük kaldığını gösteriyor.
Bundan altı yıl önce umut kaynağı olarak “yapabiliriz” sloganıyla işe başlayan Obama’nın artık düş kırıklığı yaratmış bir başkan olduğunu, kamuoyu desteğinin tarihsel olarak en düşük düzeylerde seyretmekte olması da doğruluyor. Bu nedenlerle seçim öncesi kampanyalarda Demokrat Parti’nin adayları bile Obama ile aralarına mesafe koymaya çalıştılar. “Obama’yı destekliyor musun” sorusuna cevap vermeyenler bile oldu. Bu tutum, düş kırıklığının ötesinde Obama yanlısı seçmenin bile hevesini kaçırdı, sandığa gitmemesine neden oldu saptamalarına siyasi yelpazenin her iki tarafındaki yorumcularda sıkça rastlanıyor. Bu sonuçların tam ekonomi toparlanır, işsizlik (ücretler artmasa bile) azalırken gerçekleşmiş olması da “Cumhuriyetçiler kazanmadı, Demokratlar kaybetti” savını destekliyor.

Cumhuriyetçi ‘avcılar’ ve bir topal ördek
Seçimlerin sonuçlarına bakınca, Cumhuriyetçilerin adaylarının, Obama’yı en sert biçimde hedef alanlarının kazandığını, Demokratlardan da güçlü demokrat çoğunlukların egemen olduğu bölgelerden aday olanların kazandığı görülüyor. Bu nedenle, güçlü bir Obama nefreti ile gelenlerin uzlaşma eğiliminde olmayacağı, Demokratların da, seçmenlerini yabancılaştırmaktan korkmadan direneceğini söylemek olanaklı. Buradan ABD’de yürütmenin ve yasamanın kilitlenmesinden kaynaklanacak bir yönetim krizi senaryosu üretilebilir ama bu gerçekliğe tam uymaz.
Financial Times’a göre Cumhuriyetçiler, tam anlamıyla iş çevrelerinden yana bir gündem izleyecekler. Bu gündem, vergilerin azaltılması, mali krizden dolayı getirilen finansal denetimlerin, bütçe kaygısıyla, savunma harcamalarına konan kesintilerin, petrol aramayı ve genelde petrol, gaz sondajlarını, sanayi üretimini olumsuz etkileyen çevre koruma önlemlerinin kaldırılmasını içerecek. Kısacası, Cumhuriyetçi Parti’nin “avcıları”, seçimlerde vurup topal bıraktıkları “ördeği”, önümüzdeki dönemde tüm halkçı imajını silerek öldürmeyi hedefliyorlar.
Ben bu amaca ulaşmalarının kolay olmayacağını düşünüyorum. Obama yönetimi ve Demokratların, “sağlıkbakım- yardım programını” kimi tavizlerle de olsa koruma, asgari ücreti artırma uygulamalarını yaygınlaştırma karşılığında birçok uzlaşma noktası bulabileceği, aksi takdirde, başkanın veto gücünü kullanarak “halkı koruyan başkan” rolüne sığınacağı düşünülebilir. Ancak vetolar çok sıklaşırsa, Obama’nın “koruyucu başkandan” “hayır diyen başkan” konumuna kayması işten bile değil.
Diğer taraftan Obama, mecliste tıkandığı takdirde, başkanlık yetkisini (executive order) kullanarak istediği yasaları uygulamaya koyabilir. Cumhuriyetçilerin de, en önemli siyasi stratejisti sayılabilecek Karl Rove’un uyardığı gibi, her konuda başkanı engelleyen, ideolojik nedenlerle yürütmeyi felç eden parti durumuna düşmemeye dikkat etmeleri gerekiyor. Bu nedenlerden dolayı, önümüzdeki dönemde çok şiddetli yönetim krizleri beklemiyorum. Ancak bir nedenim daha var.

‘Çift hükümet’
Council on Foreign relations üyesi, yıllardır çeşitli meclis komisyonlarına danışmanlık yapan, anayasa profesörü Michael Glennon, geçen hafta Financial Times’ta da tanıtımı övgüyle yapılan “Ulusal Güvenlik ve Çift Hükümet” başlıklı kitabına, “dünya olaylarını izleyenler Obama yönetiminin birçok ulusal güvenlik konusuna yaklaşımının esas olarak Bush yönetimininkinden farklı olduğunu düşünecektir” cümlesiyle başlıyor. Ben kitabı yeni okumaya başladım. Edvard Luce’un tanıtma yazısından da yararlanarak aktarırsam, Glennon, ABD’de esas olarak biri hiç değişmeyen, öbürü seçimlere gidip gelen iki hükümet olduğunu savunuyor; ayrıntılı, “akademik olarak güçlü” analizlerle ve örneklerle, ister parlamento, ister Kongre seçimlerini kim kazanırsa kazansın, bunların hiç değişmeyen bir aparatın elinde kukla olmaktan öteye geçemediklerini gösteriyor. Glennon, Bush’a döneminin sonuna doğru sorulan bir “Sizi en çok ne şaşırttı” sorusuna “Aslında ne kadar az otoritem olduğunu görmek” cevabını verdiğini aktarıyor. Kararları devlet başkanı veriyor, ama gerçekte bu kararlar bu “değişmeyen” hükümetin kurumları tarafından hazırlanıp başkanın önüne konuyor. Eski bir meclis üyesi, “Bize mantarmışız gibi davranıyorlar, karanlıkta tutup gübre ile besliyorlar” diyormuş. Özetle, temsilciler, senatörler, başkanlar itişip kakışsa bile sonunda bu değişmeyen hükümetin “programı” uygulanıyor. Modern bir kapitalist demokrasi de zaten, ideal olarak böyle işliyor; seçilenlerin kaprislerine göre değil. Ama yine de hükümetten hükümete, başkandan başkana bir tarz değişikliği, hız, taktik farklılıklarının oluştuğunu da kabul etmek gerekiyor.
Bu noktada yine seçim sonuçlarına dönersek, uluslararası ilişkilerde, dış politikada şimdi gündemde bir tarz değişikliği beklemek gerekiyor. Her şey bir yana, Silahlı Kuvvetler Hizmetleri Komisyonu, İstihbarat Komisyonu ve Dış İlişkiler komisyonlarının başına, “İslamo-faşizm” kavramını ilk kullanan yeni-muhafazakâr çevrelerden, askerisınai- istihbarat kompleksiyle, petrol lobileriyle ilişkileri son derecede güçlü, fanatik düzeyde İsrail yanlısı, İran’la anlaşmaya, Ukrayna’da Rusya’ya taviz vermeye karşı, Ortadoğu politikasını yeniden militarize etmeyi amaçlayan senatörler geliyorlar. Obama’nın da bu komisyonlara uyum sağlayacağına emin olabiliriz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları