Garip İşler Bölgesi

02 Aralık 2013 Pazartesi

Tüm klişe metaforları önceki yazılarımda bazen tekrarlamak pahasına tükettikten sonra elimde bu başlıktaki yalın ifade kaldı. Ortadoğu gerçekten savaşıyla, barışıyla çok garip bir yer.

Cenevre’de ne oldu?
İran’la 5+1 (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya) arasında imzalanan “Ortak Eylem Planı” garipliklere bir yenisini ekledi. Bu plan “karşılıklı güven inşa etmeye” zaman tanıyacak, altı aylık bir süreyi kapsıyor. Cenevre’de imzalanan plana göre 5+1, bu dönem boyunca bazı ekonomik yaptırımları askıya almayı, ABD’nin, İran’ın petrol ihracatını aşamalı olarak kısıtlayan uygulamasını da durdurmayı kabul ediyor. Buna karşılık İran yüzde 20 oranında yoğunlaştırdığı uranyumu yeniden seyreltecek, kimi tartışmalı arındırma etkinliklerini durduracak ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı uzmanlarının gelişmiş, derinleştirilmiş denetimlerini kabul edecek.
5+1 bu “anlaşmayı” tarihi bir başarı olarak niteledi. İsrail Başbakanı Natenyahu’ya göre karşımızda “tarihi bir hata” var. ABD de neocon yazarlara göre bu anlaşma Münich (Hitler’in İngiltere Başbakanı Chamberlein’i kandırdığı) anlaşmasından daha beter. Suudilere göre yeni bir “11 Eylül.” İran tarafıysa bu anlaşmayla tarihi bir eşiğin aşıldığına inanıyor.
Diğer taraftan İran karşıdevrimi öncesinde Kayhan gazetesinin editörlüğünü yapmış deneyimli yazar Amir Taheri’nin dikkat çektiği gibi, Cenevre’de imzalanan kâğıdın daha adı bile belli değil: Bu imzalanan “şey” bir “sözleşme” mi, “anlaşma” mı, “yol haritası” mı, “memorandum” mu? Bu bir uluslararası anlaşma olarak da nitelenemez çünkü 5+1, Güvenlik Konseyi’nden geçen 6 kararı kabul etmesi için İran’ı ikna etmekle görevlendirilmiş bir grup; uluslararası anlaşma yapmaya yetkili değil. Bu grubu Avrupa Birliği’nin uluslararası ilişkiler temsilcisi yönlendirdiğinden, bu “şey”in onaylanmak üzere 28 AB ülkesinin parlamentolarına sunulması da gerekebilir.
Dahası ortada aynı belgenin en az üç, hatta dört farklı versiyonu var. Biri ABD’nin, öbürü İran’ın açıkladığı versiyonlar. Rusların ve Çinlilerin versiyonlarını da okumak gerekiyor. (Ashark Al-Awsat, 29/11). Bu imzalanan belgenin öngördüğü süreç ne zaman başlayacak, nasıl ilerleyecek o da belli değil. 5+1, İran’ın atacağı adımlara bağlı, aşamalı bir süreç düşünürken İran yaptırımların imzalanan “şeyde” kapsanan kısmının hemen kalkmasını bekliyor.

Suudilerin sıkıntısı...
Suudi Krallığı sözcülerinin, 11 Eylül saldırısına katılanların çoğunun Suudi kökenli olduğunu unutarak imzalanan “şey” için “11 Eylül’den daha kötü” demeleri, 5+1 ile İran arasındaki diyalogdan çok rahatsız, hatta panik içinde olduklarını gösteriyor.
Suudi Krallığı Ortadoğu’daki dengeleri etkileme gücünü giderek yitirdiğini, ABD için eskisi kadar önemli olmadığını, petrol piyasasındaki konumunun zayıflamaya başladığını düşünerek yaşamsal bir korku duymaya başlıyor.
Suudi rejimi en yakın müttefiklerinden Mısır diktatörü Mübarek’in devrilmesini önleyemedi, ABD’yi bu konuda devreye sokamadı, sonra ABD’yi Suriye’ye müdahale etmeye ikna edemedi, askeri çözüm olasılığı da gündemden çıktı. Şimdi Suriye’de desteklediği taraf savaşı kaybediyor. Irak savaşından bu yana sürekli etkisini arttırmakta olan İran, Batı’nın iş yapmaya hazırlandığı “normal” devlet statüsüne dönmeye başlıyor. Suudi Krallığı, Irak’taki, Bahreyn’deki, kendi petrol yataklarının bulunduğu bölgedeki Şii nüfusu düşünerek sonunun yakınlaşmakta olduğunu hissediyor. Can havliyle, “İsrail İran’ı bombalamak isterse hava sahamızı açarız” gibi demeçlerle İsrail’e umut bağlıyor.
Bölgenin kulağı delik analistlerinden Keşişyan’ın gözlemlerine bakılırsa (Gulf News, 27/11), Suudiler İsrail’e umut bağlaması aslında zavallı bir durum.
İran’la Batı arasında, 2013 Mart’ından başlamak üzere, en az beş görüşme yapılmış; öyleyse süreç “reformist” başkan Ruhani’nin iktidara gelmesinden önce başlamış. Keşişyan, Associated Press’in de aktardığı gibi, görüşmelerin İsral’in bilgisi dahilinde başladığına işaret ediyor. Snowden’in, Der Spiegel’le yaptığı söyleşide doğruladığı gibi, 2008’de ABD ve İsrail’in ortak yarattığı “Stuxnet” virüsü İran’ın '6Eükleer tesislerinin santrifüj sistemini öyle sarsmış ki, İran bunları onarmamaya karar vermiş. Keşişyan “İran bundan sonra görüşmelere başlamayı kabul etti” dedikten sonra ekliyor: “İran kırk yıllık programında, artık vazgeçemeyecek kadar ilerlemiş durumda, zamanla bir nükleer güç olacak. Bu, tüm retorik ne olursa olsun, Batılı güçlerin ve İsrail’in kabul etmiş olduğu bir sonuçtur.”
Gerçekten de İsrail medyasında birçok yorumcu, Natenyahu’nun, neoconların çıkardığı tüm yaygaraya karşın, İran’la ilişkili gelişmelerden hoşnut görünüyor. Bu sırada, Mısır’daki askeri yönetimin, Gazze’ye açılan tünelleri daha önce görülmemiş bir hızla bularak yıkıyor, Sina Yarımadası’ndaki Radikal akımları temizliyor olması da İsrail’in jeopolitik konumunun güçlendiğini gösteriyor. (Danny Danon, Foreign Policy, 27/11)

‘El sallamıyor, boğuluyor’
İran’ın nükleer bomba yapmaktan vazgeçtiğini, Suriye’de siyasi bir çözüm bulma olasılığının arttığını, Mısır’da rejimin konsolide olduğunu, Batı’nın “ılımlı İslam” yanılgısının bittiğini, Suudilerin etkileri azaldıkça Selefi akımları desteklemekten vazgeçmek zorunda kalacağını düşünerek bunlara İsrail’in jeopolitik konumunun güçlendiği, kendini daha güvende hissetmeye başladığı için barış sürecine geri dönmeyi kabul edebileceği umudunu ekleyerek taşlar yerli yerine oturuyor sonucuna ulaşırsak yanılırız.
ABD’nin Irak rejimini yıkarken Ortadoğu’ya hediye ettiği Şii-Sünni savaşları tüm şiddetiyle sürüyor. Sınırları aşarak yayılan bu “yangın” Financial Times’dan David Gardner’in vurguladığı gibi Sykes- Picot sınırlarını silmeye başlıyor ama ortaya daha beter, belirsizliklerle dolu bir durum çıkıyor. (26/11)
Sınırlar, jeopolitik dengeler hızla değişirken sürdürülmesi olanaksız, Seumas Milne’in deyimiyle “tuhaf ittifaklar” oluşuyor: İran’a karşı, Siyonist İsrail ile Vahabi Suudiler yakınlaşırken Suriye rejimini devirmeye çalışan Suudiler, Arap Emirlikleri, Mısır’daki askeri rejimi destekliyor; askeri rejim Suriye’nin koruyucusu Rusya’dan silah almaya başlıyor. Bu sırada, Suriye muhalefetini destekleyen “İslamcı Türkiye”(!) Suriye rejimini destekleyen İran’la yakınlaşmaya çalışıyor. (The Guardian 27/11) Ortadoğu’dan çıkmaya başladığı rivayet edilen ABD ise aslında, çıkmak bir yana, uzaktan dengelemeye çok uygun, bu çok parçalı zeminde, az masraflı bir kalışın olanaklarını elde ediyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları