Olaylar Ve Görüşler

Nazi vahşetinden kaçan çocuklar

15 Ağustos 2019 Perşembe

Erich Klibansky adını duydunuz mu hiç? Otuzlu yılların sonunda Köln’de varlıklı Yahudi ailelerin çocuklarının gittiği bir okulun müdürüymüş. Yahudi düşmanlığı yoğunlaşmaya başlayınca okulundaki öğrencilerini gizlice İngiltere’ye kaçırmaya başlamış.
O yıllarda İngiltere Almanya’dan göç eden 10 bin çocuk almaya hazırmış. Klibansky’nin de hayali 430 öğrenciden oluşan okulunu Londra’ya taşımakmış. Ama özel bir tren ayarlayarak 3 seferde sadece 130 çocuğu götürmeyi başarmış. Son yolculuğunda kendisi için de durumun tehlikeli olduğunu ve İngiltere’de kalmasını önermişler ona. Çocukları kurtarmayı aklına koyduğu için dinlememiş. Dördüncü yolculuğa hazırlanırken savaş patlayınca bu hayali suya düşmüş. Kısa süre sonra da Klibansky de iki çocuğu ve eşiyle birlikte Naziler tarafından öldürülmüş. Ya okulda geriye kalan öteki çocuklara ne olmuş? Belli değil. Çoğu aileleriyle birlikte müdürleri gibi kamplara sürülmüşler, öldürülmüşler. Belki kaçanlar da vardır aralarında.
Bu öyküyü ilk çocuk transferiyle İngiltere’ye gönderilen 94 yaşındaki delikanlı Kurt Marx’tan dinliyorum. Köln’deki Nazi Araştırmaları Merkezi’nde tanıştık onunla. Yıllar sonra doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği Köln’ü görmey torunuyla gelmiş. Duruşu konuşması, sımsıcak gülüşü, her şeyiyle hayat dolu bir delikanlı.
“Müdürümüz Klibansky aileleri çocuklarını göndermeleri için ikna etmekte zorlanıyordu” diye anlatıyor. “Ama benim ailem bu öneriyi hemen kabul etti. Bu kararı almakta kimbilir ne kadar zorlanmışlardır. Ama bana bunu hiç hissettirmediler.”
Gitmesi kesinleştikten sonra sınıfındaki arkadaşlarıyla birlikte güle oynaya trene binmiş, nasıl olsa ailesi de kısa sürede gelecek düşüncesiyle. On üç yaşındaki çocuklar için bu yolculuk bilinmeyene bir yolculuk değil heyecanlı bir serüvenmiş. Köln’de geride bıraktıkları yaşamlarını bir an bile düşünmemişler... İngiltere’ye vardıklarında bütün sınıf Londra’daki bir konukevinde misafir edilmiş; güle oynaya okula gidiyorlarmış; hep birliktelermiş, aynı oyunlar, aynı şakalar, sanki hiç bir şey değişmemiş gibi. O kadar ki ailelerine haftada bir okulda mektup yazma zorunluluğunu bile angarya gibi yaşıyorlarmış.
Savaş patladıktan ve ailelerinin ölüm haberleri gelmeye başladıktan sonra çocuklar şehir dışındaki köy evlerine yerleştiriliyorlar. Kurt onu konuk eden köylü ailesinden memnun. Böyle şanslı olmayanlar da var aralarında. Sözgelimi bir arkadaşı ailede tam bir köle gibi çalıştırılıyor... Evet Kurt şanslı ama yine de hayatını kazanması gerekiyor. Hem şurada burada para kazanmak için çalışıyor hem de okula gidiyor. En iyi koşullarda yetiştirilmiş bir genç için zor bir yaşam, o kadar zor ki geçmişi düşünmeye pek zamanı bile kalmıyor, hele üzülmeye ve ağlamaya hiç....
Kurt’un vatanı elbette ki İngiltere. Ama Almancayı da unutmamış. Etkinlik sonrası dinleyicilerin sorularını büyük bir sevecenlikle uzun uzun yanıtlıyor.
“Ben de bir yabancıyla evliyim ve yurtdışında yaşıyorum. Almancayı konuşamamak bana zor geliyor. Siz bu dil sorununu nasıl yaşadınız” gibi beni tam anlamıyla dehşete düşüren soruları sevgi ve sabırla yanıtlıyor. Belki de en şaşırtıcı olan sevgi dolu yüzü, ışıltılı gözleri, gülümsemesi. Bu kadar travmatik bir geçmişi olan bir insan nasıl böyle olabilir?
Kurbanların açısından Nazi döneminden kurtulmuş olan yaşlı kuşaktan çok öykü dinledim izlediğim belgesellerde. Hatta bir tanesi kendisini yıllarca kaldığı Auschwitz kampından kemanının kurtardığını anlatmıştı. Ama ilk kez soyu artık tükenen bu kuşaktan biriyle doğrudan sohbet etmek fırsatını yakalıyorum. Bu karşılaşmayla birlikte bir sürü sorular oluştu kafamda. Kurt’u tanımak onun yaşamının kilit noktalarını çözmek isterdim. Küçük bir çocuk bütün yaşadıklarınla baş edebilecek gücü nasıl buluyor? Ona güç veren, onu koruyan dibe vurmamasını sağlayanlar kimlerdi? Ya Klibansky kimdi, neden zamanında kendini de ailesini de kurtaramadı? Ya da geride kalan çocukların içinde kurtulanlar oldu mu? Klibansky’nin kurtardığı 130 çocuk nasıl bir yaşam sürdüler? Sorular...sorular... Bugün göç ve mülteci sorunuyla birlikte yeni facialar yaşanırken, küçücük çocuklar denizlerde boğularak, sokaklarda dilenerek, ezilip horlanarak dünyanın acısını çekerken, geçmişle hesaplaşmanın öneminin bir kez daha bilincine varıyoruz.

Zehra İpşiroğlu



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları