2015’e Girerken

29 Aralık 2014 Pazartesi

Yeni bir yıla girerken eskiyenin bilançosunu çıkarmak, geleceğe yönelik birtakım değerlendirmeler yapmayı denemek âdettendir.
Devletlere, ekonomilere bölünmüş de olsa, dünya 20. yüzyılın başından bu yana giderek bütünsel bir sistem özellikleri sergiliyor. Her yıl, o kadar çok, “çok önemli” tanımına uygun olay yaşanıyor ki... “Böyle bir bilançoyu oluşturmaya nereden başlamalı, hangi olayları içine katmalı?”

Bir derginin anlam yüklü ölümü
2014’ün, yaklaşık 35 yıl sürecek bir siyasi-ekonomik altüst oluş dönemini başlatan bir savaşın 100. yıldönümü olmasının simgesel yükü altında düşünürken, Amerika’da yayımlanan liberal eğilimli, ünlü The New Republic dergisinde yaşananlar dikkatimi çekti.
The New Republic 1914 yılında, savaş yanlısı liberal entelektüeller tarafından, hem içe dönük bir dış politikayı savunan muhafazakârlara, hem aşırı sola, hem de liberalizmin aşırılıklarına karşı kurulmuş. ABD hegemonyasının tarihini anlatan yapıtının ikinci cildi bu yıl yayımlanan tarihçi Adam Tooze, ABD, 1916’da nihayet savaşa girdiğinde, idealist (New Republic’in, emperyalizmi liberalizm altında gizleyen görüşleri) değil, “esas olarak ekonomik kaygılarla hareket ediyordu” diyor... ABD’nin İngiltere ve Fransa’ya savaş nedeniyle verdiği borçlar, ihraç ettiği mal, bu iki ülkenin savaşı kaybetmesinin maliyetini ABD için taşınamaz bir düzeye yükseltmiş. ABD, 1916 yılında bir anlamda alacaklarını ve piyasalarını güvenceye almak için savaşa girerken o yıl ulusal hasılası, İngiltere’nin tüm imparatorluk coğrafyasından elde ettiği hasılayı geçiyor, dünyanın en büyük ekonomisi konumuna yükseliyor (The Atlantic, 24/12), hegemonya inşa süreci de başlıyormuş.
The New Republic’in kuruluşundan yüz yıl sonra, 2014 Kasımı’nda, editörleri ve yazar kadrosunun çoğu, yeni yönetimin dergiyi popüler eğlence yayınına çevirme kararına tepki olarak istifa etmişler.
ABD hegemonyasının doğmaya başladığı yıllarda kurulan TNR, yüz yıl sonra, bu kez bir başka ülkenin hasılasının ABD’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomisi olarak birinci sıraya yerleştiği, küresel bir vizyon benimsediğini deklare ettiği bir yılda öldü.
Çin’in hasılası bu yıl IMF’nin “Satın Alma Gücü Paritesi” ölçüsüyle 14.4 trilyon Avro olurken ABD’ninki, 14 trilyon Avro’da kalmış. Bu, Çin’in dünya ekonomisi içinde yükselen konumunun tek göstergesi değil. Finans-ekonomi sitesi Bloomberg’de cuma günü yayımlanan bir yorum “Çin dünyanın yeni bankası olarak öne çıkıyor” başlığını taşıyordu. Yazar William Pesek, “Artık IMF, Dünya Bankası ve Asya kalkınma bankalarına (ABD hegemonyasının finansal araçları- E.Y.) yapacak bir şey kalıyor” diyor.
Ekonomik açıdan zor duruma düş[ürül]en ülkeleri, ABD merkezli mali yapıya tabi duruma getiren neoliberal reformları kabul etme koşuluyla “kurtaran” IMF ve Dünya Bankası’ndan farklı olarak Çin ülkelere, ekonomik, hukuki yapılarını değiştirmeye zorlayan koşullar dayatmadan yardım ediyor. Venezüella’ya 4 milyar dolar borç, Rusya ile 24 milyar, Arjantin ile 4 milyar dolar döviz takası, Pesek’e göre Çin’in yeni konumunun ilk yansımaları. Bu ülkeler zaten ABD ile sorunlu, ama ya Avrupa Birliği ülkeleri? “Onlar da Çin’den yardım almaya başlarsa?” (25/12/2014). Kısacası, Çin, ABD hegemonyasının elindeki en önemli mali şiddet araçlarını etkisizleştiriyor, krediler, mali yardımlar yoluyla bir ittifaklar zinciri inşa ediyor.
Bu zincirin aslında bir nüfuz alanı inşa projesinin parçası olduğunu, kredi ve mali yardımların sermaye ihracı, mali-siyasi bağımlılık yaratan “emperyalist” araçlar olduğunu unutmadan baktığımızda 2015’te klasik emperyalizmin (emperyalistler arası nüfuz alanları rekabeti) yoğunlaşacağını kolaylıkla düşünebiliriz. ABD hegemonyasının doğuşuna tanıklık etmiş bir dergi olarak The New Republic’in tam da bu yıl batmış olması gerçekten anlamlı değil mi?

‘Bir daha asla’ diyebiliyor muyuz?
İki yıldır yoğun biçimde “100. Yıldönümünde I. Dünya Savaşı” temalı tartışmalar yaşanıyor. I. Dünya Savaşı’ndan sonra, büyük (emperyalist) devletler halklarına “bir daha asla” sözü vermişlerdi; Sovyet Devrimi, “Büyük Bunalım”, faşizm gibi olayların içinde yalnızca 21 yıl dayanabildiler. Emperyalist devletler, I. savaştan kalan sorunları temizlemek için 1939 yılında birbirlerine girdiler. Birinci savaş, Avrupa ile sınırlıyken ikincisi, dünya çapında yaşandı; Yahudi soykırımına, 60 milyon insanın ölümüne, iki atom bombasına, Çin ve Avrupa’nın önemli kentlerinin moloz yığınına dönüşmesine neden oldu.
Bu felaketten sonra yine “bir daha asla dendi”. Yalta ve Potsdam konferansları, küresel çapta yüzlerce üssüyle ABD hegemonyası, Avrupa’da savaş olasılığını engellemeye yönelik, “Birlik” projesi, Doğu ve Batı blokları arasındaki “soğuk savaş” statükosu, nükleer denge ve en önemlisi her iki blokta da yaşanan ekonomik büyüme dönemi barış ortamına olanak verdi.
Yeni yıl girerken arkamıza baktığımızda, uzun ekonomik büyümenin çoktan bitmiş, “Doğu Bloku”nun, krizi yönetemeyerek çökmüş, küresel dengelerin altüst olmuş olmasının yanı sıra 2007 mali krizinden bu yana devam eden bir “uzun durgunluk”, 2014’te derinleşen deflasyon, dünyanın en büyük ekonomisinde yavaşlama, getirdiği rekabetçi devalüasyonlar, döviz savaşları riski (büyük ekonomilerin zayıf iç talep karşısında, devalüasyon yoluyla dış talebe ulaşma, dolayısıyla deflasyonu-durgunluğu rakibine ihraç etme eğilimi), bu koşullarda Roubini’ye göre, “borsalarda ve hazine kâğıtlarında oluşan devasa balon” 2015-16 konjonktüründe siyasi sonuçlar yaratmaya aday, sarsıntı olasılıklarına işaret ediyor.
Aynı anda, Avrupa’da Rusya ile NATO yine karşı karşıya. Uzakdoğu’da Japonya pasifist anayasasını militarizme olanak verecek biçimde değiştirmeye hazırlanıyor (New York Times 24/12). ABD’nin karşısında ilk kez bir ülke, Çin, dış politikasını, Devlet Bakanı Xi’nin ağzından, küresel çıkarlar perspektifiyle kuruyor, ABD’nin siyasi baskı yaptığı ülkelere, Rusya başta olmak üzere yardıma hazır olduğunu ima ediyor, “Çok kutupluluk eğiliminden geri dönüş olamayacağını vurguluyor” (Xinhuanet, 30/11). Bu iklime, siyasal İslamın terörist damarını, bir yıldır hâlâ denetim altına alınamayan ebola salgınını, Avrupa’da başını kaldıran ırkçı ve faşist partileri ekleyelim.
Ne yazık ki 2015 yılına “bir daha asla” vaadini, destekleyecek bir ortamda giremiyoruz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları