Adeta İçinde Kötü Bir His Var...

06 Ocak 2014 Pazartesi

Geçen yıl, bugünlerde, pazartesi yazımda, “1913-2013” başlığını kullanmıştım. Geçen hafta uluslararası basında kimi yorumları okurken, o yazıyı, içeriğini pek fazla değiştirmeden yine yayımlayabileceğimi düşündüm.
Gerçekten de kapitalist uygarlık, tarihinin garip bir noktasında. Geleceğe ilişkin belirsizlik, kaygı, kuşku egemen. Geçen yüzyılın başında yaşadıklarını bir türlü unutamayan bu uygarlığın adeta içinde kötü bir his var.
Sürekli 1913-14’ü ya da 1873- 1929 buhranlarını anımsamak bir patolojik evhama işaret ediyor. Evham, çünkü, “tarih tekerrür etmez” ama bu, uygarlığın yine benzer koşullarla, sorunlarla karşı karşıya olmadığı anlamına gelmiyor. Hâlâ kapitalizmden söz etmiyor muyuz bu uygarlığı tanımlamak için?
Bir hastanın psikiyatrına dediği gibi, “Ben paranoyak olabilirim, ama bu birilerinin beni takip etmediği anlamına gelmez”.

Bu kez umut ve iyimserlik havası yok
Bu yıl aktarmaya çalışacağım yorumlar, geçen yılın tartışmalarını kısmen tekrarlıyor. Ancak, 1914 yılında başlayan “Büyük Savaş”a daha yakın bir tarihsel zemine basarak yazılmış olanlar, bu bağlamda kimi ilginç saptamalar, savlar da içeriyorlar.
Bu yorumlarda ilk dikkati çeken saptama, 1913’te kapitalizmin merkezlerinde uygarlığın geleceğe nasıl umutla bakılan bir yıl olduğuyla ilgili (Adam Gopnik, The NewYorker 06/01/2014). Doğalgazdan elektriğe, çamaşır makinesinden telefona, otomobilden uçağa bir teknolojik devrim adeta zirvesinde. Polanyi’nin işaret ettiği gibi 1814 Viyana Kongresi’nden beri 100 yıllık barış egemen Avrupa’da. Sömürgelerden getirilen zenginlikler merkezde yaşam standartlarını yükseltmiş. Bilimin yanı sıra sanat alanında da bir patlama yaşanıyor, Proust, Joyce, Stravinski, Kübizm, Fütürizm, Vortisizm...
Dünyanın en zengin adamlarından Andrew Carnegie 1914 yılbaşında dünyanın önde gelen 1000 siyasetçisinde “Görev başarıldı, sürekli barışın temelleri atıldı” mesajı göndermiş, uzun çabalardan sonra nihayet Lahey Barış Sarayı’nın açılışını gerçekleştirdiği için (Graham Allison, The National Interest, 01/01/2014). O yıl ağustos ayında bir anarşist, Arşidük Ferdinand’ı öldürdü. Ondan üç ay sonra da tümden yeni özellikler sergileyen, “Dünya Savaşı” olarak adlandırılacak bir savaş başladı. Bugün, yine bir teknolojik devrim söz konusu, ama 1913’ten farklı olarak, geleceğe ilişkin iyimserlik, umut yok. Aksine teknolojinin başımıza açması olası felaket senaryolarını (sinema endüstrisinden kimi örneklerini aktarmıştım) tartışıyoruz. Kurgu bilim roman yazarı David Brin, Bloomberg’deki yorumunda, “Bugünün gençliğinin, içinde umut olan senaryo ve öykülere alerjisi var” saptamasıyla bu gözlemleri destekliyor. Sanata gelince, modernizmin yıkıntıları arasında dolaşıyoruz; postmodernizm tam anlamıyla bir kabızlık, teslimiyet oldu.
Haksız da değiliz. 1913 refah yılıydı, 2014’e girerken kapitalist uygarlık birçok krizi aynı anda yaşıyor. Dahası tarih bize, Yunanlı tarihçi Tukidides’e olan merakımızın katkısıyla, savaşların bir daha olmayacağını söylemek için hiçbir teorik ve pratik gerekçe olmadığını öğretiyor. Tukidides’e ilgimiz de boşuna değil; Atina ve Isparta savaşlarına (o zaman için dünya savaşı sayılabilirler) ilişkin saptamalarının bugün hâlâ geçerli olduğunu görmek bizi korkutuyor.
Harvard Kennedy School, Bilim ve Uluslararası İlişkiler Merkezi’nin direktörü Graham Allison’un anımsattığı gibi, Tukidides iki ders çıkarmış bu savaşlardan: Yeni bir güç yükselirken eski güçler korkmaya başlıyorsa; söz konusu rakip güçlerin müttefikleriyle ilişkileri, çok yakın ve karmaşıksa savaş olasılığı artar.
Bu iki gözlemi bugüne taşırsak, karşımıza yükselen Çin, ayrıcalıklarını kaybetmekten korkmaya başlayan, bölgesel güç Japonya, küresel güç ABD çıkıyor. ABD’nin Japonya, Tayvan ve Güney Kore ilişkileri çok yakın ve karmaşık.Bu ülkelerin bulaşacağı bir savaşın dışında kalmak ABD açısından neredeyse olanaksız.
Tukidides’in derslerine, VIII. Lauderdale Kontu James Maitland’ın 1804’te yayımlanan bir kitabında dikkat çektiği paradoksu da ekleyebiliriz: Önceleri bol olan kaynakların tüketilmesiyle, özel zenginlik artarken toplumsal zenginlik azalıyor. Böylece özel zenginliklerin artışıyla övünürken toplumsal zenginliğin gerilediği fark edilemiyor.
Prof. Jared Diamon’da uygarlıkların, çöküş nedenlerini tartışırken, zenginlerin ve siyasilerin toplumsal gerçeklere giderek yabancılaşmasına, toplumun günlük yaşamından, gelmekte olan çöküşü ya da krizleri zamanında göremeyecek kadar uzaklaşmasına özellikle dikkat çekiyor. Yükselen güçlerin, gelişmiş ülkelerin tüketim ve refah düzeyini yakalama, ekonomik askeri gücüne ulaşma çabalarını, kaynak rekabeti, yerel savaşları, bu savaşların yarattığı sığınmacılar, göçmenler ve küresel ısınma sorunları ile yan yana koyunca, ortaya çıkan resme bakmak yeter sanırım.

Titanik ve Olimpik
1913-14 anıları, ister istemez bizi Titanik gemisinin (1912) simgelediği şeylere götürüyor. Ama illa da kötümser olmak gerekmez diyor Adam Gopnik: Titanik battı ama ikizi Olimpik, batmadı, uzun yıllar serviste kalmaya devam etti. Sorun şu ki” diye ekliyor “hangi gemide olduğumuzu bilemiyoruz; ta ki buzdağı bize öğretene kadar...”
Batmaz gemiyi”, Titanik’i, mağrur kaptanını düşünürken aklım AKP hükümetine ve son gelişmelere kaymaya başladı.
AKP hükümeti, artık siyasal İslamın kimi önde gelen entelektüellerinin de kabul ettiği gibi, ilk inşa edildiğinde, o kadar büyük bir desteğe, gittikçe artmakta olan bir hegemonyaya, daha sonra da Ergenekon, Balyoz davalarıyla büyüyen bir özgüvene sahipti ki, o kadar alternatifsizdi ki, “seçim kaybederek hükümeti bırakması olanaksızdır” savı, adeta Titanik’in “batmaz gemi” imajı kadar sağlamdı. Liberal entelijensiya buna inandı, seçenek yok savına hâlâ inanmaya devam ediyor.
Nasıl Titanik’i yapanlar, kaptanı, doğanın “hesapta olmayanın” gücünü yok saydılarsa, AKP de toplumun dinamiklerini, direnme gücünü yok saydı (aslında anlamadı), seçim sandığını meşruiyetin tek kaynağı, kendini her şeyin hâkimi sandı. Sonra bir sabah, polis “bir avuç” çevreci gencin çadırlarını yakınca, “hesapta olmayanın” “sürpriziyle”, toplumun iradesiyle, kısacası kendi “buzdağıyla” karşılaştı. Karşılaştı, ama dümeni kıramadı... Şimdi yavaşlatılmış bir film sahnesindeki görüntüleri anımsatan bir biçimde batıyor... O yüzden, AKP ve yandaş basının da içinde kötü bir his var!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları