Ufukta fırtına var

15 Haziran 2015 Pazartesi

Türkiye ciddi bir siyasi istikrarsızlık riskiyle karşı karşıya. Bunu kazasız belasız aşabilir mi bilemiyorum. Ancak uluslararası ekonomik koşullar bir dış şok olasılığının giderek arttığını düşündürüyor.

Senkronizasyon artıyor
Dünya ekonomisinde, bir bölgede ekonomik büyüme yavaşlarken bir başka bölgede artmaya devam ederse, krizin etkilerinin yumuşadığını görüyoruz. Buna karşılık, ülke ekonomilerinin tempoları arasındaki benzeşmeler (senkronizasyon) arttıkça krizden çıkma olasılığı zayıflıyor.
Bugünlerde en büyük 17 gelişmekte olan ülkenin (GÜ) dünya ticareti içindeki payı yüzde 43. Yükselen piyasalar olarak tanımlan grubun dünya hasılası içindeki payı, satın alma gücü paritesi (PPP) ile ölçüldüğünde yüzde 52. Bu oran dünya ekonomisinde önemli bir sarsıntı yaratan Asya krizi sırasında yüzde 38 düzeyindeymiş. Finansallaşmaya bakınca da yükselen ekonomilerin borçlarının bugün toplam 6 trilyon dolarla, Asya krizi dönemindeki düzeyin iki katına ulaşmış olduğu görülüyor.
Küresel mali krizin ilk belirtilerinin ortaya çıkmaya başladığı 2000’li yıllardan 2014’e kadar (mali krizin en şiddetli yılı 2009 hariç) en büyük 17 GÜ’nün güçlü bir büyüme sergilediği, dünya ticaretindeki büyümeye her yıl ortalama 2.5 puan eklediği görülüyor. Yine bu dönemde merkezden çevreye sermaye hareketlerinde bir canlılık söz konusu. Böylece mali kriz yayılırken en büyük 17 GÜ ekonomilerinin merkez ülkelerdeki sermaye, mal fazlasını emmeye devam ederek krizin basıncını hafiflettiği söylenebilir.
Dünya Bankası’na göre bu durum şimdi değişiyor. 2015 yılının ilk üç ayında bu 17 ülkenin dünya ticaretinin büyüme hızına etkisi (-0.9) puan. İlk veriler bu eğilimin II. dönemde de, Çin ihracatının yıllık yüzde 2.5 daralmasıyla güçlenerek devam edeceğini düşündürüyor. Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) verileri de sermaye hareketlerinin yön değiştirdiğini, çevreden merkeze, daha “güvenli” pazarlara dönmeye başladığını gösteriyor.
Yukarda değindiğim 17 ülkenin bu yıl ilk üç aylık dönemde büyüme hızı yüzde 3.5 olmuş. UBS’nin yükselen piyasalar uzmanı Bhanu Baweja, “Çin’in etkisini çıkarırsak geri kalanın toplam ortalama büyüme hızı sıfır düzeyine iner” diyor (Financial Times, 10/06/2015).
Gelişmiş ekonomilerin büyüme oranlarıyla gelişmekte olan ekonomilerin büyüme oranlarını kıyaslayan grafiğe bakınca da aralarındaki farkların daralmaya başladığı görülüyor. Oxford Economics’den Adam Slater de “Yükselmekte olan ekonomiler, dünya ticaretinin büyümesine önemli bir destek oluşturma konumundan, üzerinde yavaşlatıcı etki yapma konumuna gelmeye başladılar” diyor (FT, age).
Kısacası dünya ekonomisini ileri çeken son motor da duruyor. Dünya Bankası’nın da bu koşullarda global büyüme oranını 2015 yılı için yüz- de 2.8’le resesyon sınırına çektiği görülüyor.

Ve Türkiye...
Gelişmekte olan ülkelerde Asya kriziyle kıyaslanan bir ortam gelişirken, Türkiye’nin adı en kırılgan ülkeler arasında geçiyor. Dahası, Daily Telegraph’ın ekonomi editörü Ambrose Evans-Pritchard, “ilk devrilen domino Türkiye” yorumunu yapıyor.
Prithchard’a göre gelişmekte olan ülkelerde, bir ekonomide veriler olumsuz bir görüntü sergilese bile eğer orada siyasi istikrar varsa, piyasalar daha dayanıklı olabiliyor. Pritchard, Türkiye ekonomisine bakıyor, parası hızla değer kaybediyor, dış borçları 430 milyar dolara ulaşarak zehirli bir hal almış, yıllık dış kaynak gereksinimi, GSMH’sinin yüzde 26’sına ulaşmış, özel sektör borçlanması kritik düzeylerde, buna karşılık merkez bankasında yalnızca 35 milyar dolar, iki aylık ithalatı karşılayacak düzeyde rezerv var, diyor.
Pritchard yabancı sermaye girişinin azaldığına da işaret ediyor. Böylece, çok kırılgan bir ekonomi görüntüsü çiziyor.
Pritchard’ın çizdiği görüntüyü kötümser bulabilirsiniz. Yine de tüm bunlar bizi, dünya ekonomisinde koşullar zorlaşırken, “Yükselen piyasalardan birinde bir mali kriz patlak verirse Türkiye ekonomisine ne olur” sorusundan, “Siyasi istikrarsızlık, krizin buradan patlamasına yol açar mı” sorusuna getiriyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları