Kaos korkusu ve emperyalizm - I

22 Haziran 2015 Pazartesi

Son haftalarda, hem Ortadoğu’ya hem de küresel sisteme ilişkin jeopolitik gelişmelere ilişkin tartışmalarda belirgin bir yoğunlaşma oldu. Kendi tartışmalarımız içinde yoğrulurken bunları da gözden kaçırmayalım.
Mart ayındaki bir yazımda, öngörülebilirlik yokluğu; düzensizliğe, kaosa düşme eğilimi olarak tanımlanabilecek olan “entropi”nin hem küresel, hem bölgesel hem de Türkiye düzeyinde artmaya başladığını savunmuştum. Gerek Suriye’de Fetih Cephesi’nin, IŞİD’in kazanımları, IŞİD’ın Libya’da Sirte limanını ele geçirerek “denize açılması”, Suudi Arabistan’da patlayan bombalar, Suudilerle İsrail arasındaki yakınlaşmanın iyice açığa çıkması, ABD’nin Irak’a yeniden asker göndereceğine, İngiltere ve İtalya’nın da katkı yapacağına ilişkin haberler, nihayet Türkiye’deki genel seçimlerin sonuçları, Diyarbakır’da patlak veren çatışmalar, Tel Abyad’da ortaya çıkan durum, bu trendin güçlenerek devam ettiğini düşündürüyor.
Doğal olarak bizi, kendi ülkemizdeki gelişmeler öncelikle ilgilendiriyor. Biz de bunları yoğun biçimde tartışıyor, anlamaya ve olası gelişmeleri öngörmeye çalışıyoruz. Ancak Türkiye bölgesel ve de küresel bir sistemin parçası. Bu anlamda yaşadıklarımızı, bu iki sistemin dinamiklerinden soyutlayarak ne anlamak ne de yönlendirmek olanaklı. Buralardan gelen beklenmedik bir etki bir anda var olan hesapları altüst edebiliyor. Ya da bu dinamiklerle uyumlu politikaların başarılı olma şansı artabiliyor.
Giderek güçlenen entropi “kaos” korkusuna yol açarken, madalyonun öbür yüzünde, bu duruma çare olarak, Robert Kaplan’ın geçenlerde “emperyalizmi geri getirin” çağrısı olarak yorumlanan yazısı, ABD dış politika çevrelerinde yoğun tartışma yarattı (Washington Post, 09/06/2015). Kaplan, Ortadoğu’ya referansla, “Emperyalizmin modası geçmiş olarak görülebilir ama, tarih bize onun karşısındaki tek seçeneğin kaos olduğunu gösteriyor” diyordu (Foreign Policy, 25/05/2015).

Değişimin küresel jeopolitiği
Ortadoğu’da “kaos”, “emperyalizm (aslında Kaplan sömürgecilik -doğrudan yönetim- demek istiyor) bir çözüm olarak geri getirilebilir mi?” tartışması, aslında daha kapsamlı bir tartışmanın alt başlığını oluşturuyor. Bu daha kapsamlı tartışma da ABD hegemonyası merkezli dünya düzeninin tutarlı işleyişini kaybetmekte olmasıyla ilgili. Bu noktada tartışma hemen, iki alandan yoğunlaşıyor: Birincisi, klasik “jeopolitik” kavramı (McKinder, 1904) ortaya atıldıktan sonra yaşanan gelişmelerin, örneğin, uçak gemileri, füzeler, insansız uçaklar, ağlara bağlı sistemler gibi teknolojik gelişmelerin ve küresel tedarik zincirlerinin, finansallaşmanın, dolayısıyla küresel entegrasyonun getirdiği sorunlar; diğer bir değişle uluslararası siyasal sistemin evrimi. İkincisi, askeri (savunma bütçesi, teknolojisi, Avrasya ana kütlesini kuşatan üsler), ekonomik (IMF, Dünya Bankası, Wall Street), kültürel boyutlarıyla (ekonomik model, film endüstrisi, dijital inovasyon) ABD hegemonyasının ve Batı merkezli sistemin geleceği üzerinde yoğunlaşıyor.
Bu tartışma hemen, kurmakta olduğu kıtalar arası ekonomik, mali ağlarla, “yeni İpek Yolu projesi” (tren yolları, petrol-gaz borusu hatları) askeri kapasitesiyle “Çin’in yükselişi” üzerinde, ABD-Çin rekabeti, “soğuk savaş”, Çin parasının uluslararasılaşmasının sonuçları gibi temalar üzerinde yoğunlaşıyor.
Tartışmalara, bir adım geri çekilerek bütünsel bir biçimde bakınca da Ortadoğu “kaosunun”, bu bölge Avrasya ana kütlesine açılan kapı, dolayısıyla uluslararası hegemonya rekabetinin önemli sahnesi olduğu için, ilgi çektiğini görüyoruz. Esas tartışma konusu şu: “Klasik jeopolitik anlayışla, Çin’in yükseliş dinamikleri kavranabilir ve yükselişinin yaratacağı sorunlar (örneğin bir büyük savaş) öngörülebilir mi, engellenebilir mi?”
Diğer bir deyişle tartışma esas olarak ABD’nin gerileyen hegemonyasının jeopolitiği ile Çin’in yükselişinin jeopolitiği, Çin’in yükselme ve karşıt hegemonya stratejileri üzerinde yoğunlaşıyor. Yazımın bundan sonraki bölümlerinde bu tartışmalara, kısaca bakmaya çalışacağım.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları